“Yazarın ömrü, yarattıklarının ömrü kadardır” demişim, “Ömür süresi dışındaki zamanlarda da olabilme çabasıdır yazarlık” diye de eklemişim ve sonra “Yazarlığı anlatmak da yazarlığa dâhildir” diye koymuşum noktayı.

Bu özdeyişlerimin doğruluğu, yazar dostum Halit Payza’nın kimi ünlü ya da az bilinen yazarların çok bilinmeyen ilgi çekici yönlerini aktardığı “Kendinden Uzakta Bir Yer” adlı kitabını (Klaros Yayınları) okuyunca iyice pekişti.

176 sayfalık bu kitabın önce tamamı hakkında genel görüşlerimizi sunayım: 

Yazarları yazdıklarından yakalıyor öncelikle Payza, daha sonra yaşam öykülerinin izlerine düşüyor, buralardan çıkarımlar yapıyor. Bunları akademik disiplinin cenderesi içinde değil, gönlünün ve yazar kimliğinin özgürlüğü ve özgünlüğü ile yapıyor. Bu da onu kolay okunur kılıyor.

Şimdi ayrıntılara inebilirim. Bu kitapta bana en ilginç gelen yazarlık öyküsü, Türkiye’nin en yaşlı komünisti olarak 2008 yılında 98 yaşında ölen Nail Vahdeti Çakırhan’ınki oldu.

Bu kitap yalnızca Çakırhan’ın yaşam öyküsü için bile okunur, okunmalı. Çakırhan’ın başından geçenler, yaşadıkları, yaptıkları yazdıkları, yaşamı sürekli olarak ilgi uyandıran Nazım Hikmet’i de Suyu Arayan Adam olan Şevket Süreyya’yı da gölgede bırakıyor bence. Nail Vahdeti Çakırhan’ı yeni kuşaklar bilmeli, örnek almalı, okumalı.

Payza Dostumun kitabında Necip Fazıl Kısakürek için de ayrı bir bölüm var, yazdıklarının çoğu daha önce yazılmış ve bilinen durumlar, gelgelelim anlatım, değerlendirme ve yorumlama özel, başka boyut ve açılar getirebiliyor yazarımız.

Lavinia… Birçok ünlü şair ve yazarın sırılsıklam tutkun ve âşık olduğu kadın. Lavinia da çok yazıldı, ama Lavinia ilgili şu tümceyi Payza dışında yapan yoktur ve bence bu da çok önemlidir: “Mezarında iki kişi gömülüdür: Özdemir Asaf ve yalnızlık.”

Payza, Reşat Nuri Güntekin’e ilişkin de önemli bir ayrıntıyı da veriyor, bu ünlü yazarımız yapıtlarını önce tiyatro oyunu olarak yazmış, sonra romana çevirmiş.

Ve başka notlar bu kitaptan: İrfan Yalçın ve ölümün ağzı, Bekir Yıldız ve parçalanmış insanların öyküsü. Nazım Hikmet’in üvey oğlu ünlü yazar Mehmet Fuat’ın yaşamındaki sıradanlıklardan sıra dışı ayıklamalar.

Bu kitaba ilişkin yazdıklarımız burada bitiyor ama yazımız sürüyor, çünkü Halit Payza’nın bir kitabı daha var sırada. Adı: “Minerva’nın Baykuşu” bu kitabın, yayınevi ise yine Klaros.  

Bu kitap da yazarlar ve şairlerle yazınsal, siyasal ve yaşamsal söyleşilerin olduğu bir kitap.

“Söyleşiler” bilindik biçim ve içerikte değil, yazarımız sorularını uzunca soruyor, sorarken fikrini söylüyor, karşı tarafa yararlı ve bilinçli izler açıyor, söyleşiye varsıllık katıyor. Böylece yanıtlar da değerli ve önemli oluyor.

Veysel Çolak’la başlıyor kitaptaki söyleşiler. Çolak önemli saptamalar yapıyor bana göre, bunların not ettiğim birkaçını aşağıya alayım:

“Şiir toplumsal çelişkilerden beslenir, şiir önceki şairlerin şiir deneyimlerinin birikimiyle yazılır” dedikten sonra Veysel Çolak “şiir freudyen bir yaklaşımla oyuna indirgendi, yaşamı savunmaya yönelik bir şiirin peşine düşülmüyor” yakınmasını ve uyarısını dillendiriyor. 

Şiir hakkında başka sayfalar ve bölümlerde başka deli sorular da sormuş ve eşelemeler yapmış Dostum Payza.

Payza bu kitabında İslam Peygamberi Muhammed’in şiire değgin çarpıcı ve birbirine aykırı görüşlerine de dikkat çekiyor sorduğu soruların içinde.

Hidayet Karakuş’un bu kitapta yer alan bir sözünü pek tuttum: “Herkesin Tanrısı kendisi kadardır.”

Evet 168 sayfalık bu kitapta yazılanlar elbette bu kadar değil. “Minerva’nın Başkuşu, ancak gün batarken uçmaya başlar” diyor Payza, hadi ben günü batırdım, siz düşünüz bu baykuşun ardına.