Türkiye’de bir kesim Aziz Nesin’e karşı önyargılıdır dinsel nedenlerle… “Ateist, din düşmanı…” derler de “Yahu bu adam ne yazmış acaba?” diye merak edip okumazlar… Öyle böyle okuyanlarsa, “gülmece yazarlığı” yönünü dillendirip, nerede tirajikomik bir olay görseler “Tam Aziz Nesinlik” damgasını vururlar.
Aziz Nesin salt gülmece yazarı değildir oysa ki, öyle bilinmesi büyük bir talihsizlik ve insafsızlıktır.
Onun öykü ve romanlarının birçoğunda gülmece yoktur; duygusallık, yaşam gerçekleri, yaşam dersleri ve insanı düşünmeye yönelten bilgiye ve ilgiye dayalı bir felsefe vardır.
“Yetmiş Yaşım Merhaba” adlı öykü kitabından bir örnek verirsem, daha iyi anlaşılacak ne demek istediğim.
Aziz Nesin salt gülmece yazarı değildir oysa ki, öyle bilinmesi büyük bir talihsizlik ve insafsızlıktır.
Onun öykü ve romanlarının birçoğunda gülmece yoktur; duygusallık, yaşam gerçekleri, yaşam dersleri ve insanı düşünmeye yönelten bilgiye ve ilgiye dayalı bir felsefe vardır.
“Yetmiş Yaşım Merhaba” adlı öykü kitabından bir örnek verirsem, daha iyi anlaşılacak ne demek istediğim.
“Kan Yüzüğü”dür bu öykünün adı.
Simyacılık alanında yaptığı yoğun çalışmalar ve elde ettiği başarılardan dolayı, kendini dünyanın son simyacısı olarak ilan eden bir erkek, felsefe ve felsefe tarihi konusunda bilimsel araştırmalar yapan genç bir bayanla tanışır.
Bayan, bilimsel bulmaz bu simya işini ve der ki: “Eski simyacılar, bir metali başka bir metale, değersiz madenleri gümüş ya da altına çevirebileceklerini sandıkları ‘felsefe taşını’ arayıp durmuşlardır boşuna…”
Tartışırlar bilimsel bilimsel… Simyacı çabasının esasını özetler: “Karanlığı daha karanlıkla, bilinmeyeni daha bilinmeyenle aramak…”
Simyacılık alanında yaptığı yoğun çalışmalar ve elde ettiği başarılardan dolayı, kendini dünyanın son simyacısı olarak ilan eden bir erkek, felsefe ve felsefe tarihi konusunda bilimsel araştırmalar yapan genç bir bayanla tanışır.
Bayan, bilimsel bulmaz bu simya işini ve der ki: “Eski simyacılar, bir metali başka bir metale, değersiz madenleri gümüş ya da altına çevirebileceklerini sandıkları ‘felsefe taşını’ arayıp durmuşlardır boşuna…”
Tartışırlar bilimsel bilimsel… Simyacı çabasının esasını özetler: “Karanlığı daha karanlıkla, bilinmeyeni daha bilinmeyenle aramak…”
Kadın merak eder çalışmalarını simyacının, çalışma ortamını görmek ister. Giderler evinin içindeki laboratuvarına simyacının. Kendi ürettiği içkiden sunar felsefeci kadına simyacı. Bu içki iyice yakınlaştırır onları, öpüşürler. Ve simyacı ondan bir isteği olduğunu söyler:
“Benim felsefe taşım olur musun? Senin ülkende iki yüz yıl önce yaşamış bir simyacı var, onun elyazması çalışmalarının mikrofilmini bana yollar mısın?”
Genç bayan kabul eder. Ülkesine dönecektir artık. Simyacı, ona bugüne dek hiç yapılmamış, verilmemiş bir armağan vereceğini söyleyerek yolcu eder bayanı…
Ve laboratuvarına dönüp çalışmalara başlar. Kanından demir elde edecek ve bu demirden bir yüzük yapacaktır. Yüz mililitre insan kanında yetmiş beş mikrogram demir vardır. Vücudundaki ortalama 6 kg kandan 4,5 gram demir elde edebilirdi ve bir yüzük için bu kanı iki kez vücudundan boşaltması gerekiyordu.
Kanını demire döndürme sürecine girdi Simyacı, bu arada felsefeci bayanla da mektuplaştı durmadan. Gelgelelim aradan iki yıl geçmesine karşın mikrofilm bir türlü gelmedi. Simyacı yüzüğü tamamlayınca, yola düşüp gitti felsefeci bayanın ülkesine. Yüzüğü verecek, ’felsefe taşı’ndan mikrofilmi alacaktı.
Felsefe Taşı, benzini pek solgun gördü Simya’cının ya, bir anlam veremedi. Simyacı bir kutu içinde yüzüğü uzattı.
“Ne bu?” dedi kadın, “Yüzük” dedi, ancak neden ve nasıl yaptığını demedi Simyacı. Kadın açtı baktı ve sordu:
“Neden yapılmış?”
“Demirden”
Demirden mi? Demirden yüzük de armağan mı olurmuş, bu ne demek oluyor? Kadın yüzüğü değersiz bir nesne olarak camla kaplı masanın üstüne atıverdi.
Demirden mi? Demirden yüzük de armağan mı olurmuş, bu ne demek oluyor? Kadın yüzüğü değersiz bir nesne olarak camla kaplı masanın üstüne atıverdi.
Ve ayrıldılar herkes kendi yoluna… Simyacı kan yüzüğünün gizinin merak edilip sorulmamasına üzgünse de, umudunu asla yitirmemişti… O başaramamıştı demiri altın etmeyi ama bir gün birisi bunu yapacaktı mutlaka…
Bu öyküden algılı, bilgili ve ilgili olan herkes anlamlı sonuçlar, dersler, iletiler çıkaracaktır.
Aziz Nesin’in şairlik yönü de çok bilinmez… Bilenlerin kimisi ise onu şair saymaz. Oysa o iyi bir şairdir ve onun şiirlerinden alacaklarımız öyle çok ki… İşte “Sol El Konçertosu” adlı şiiri… Okuyun hak verin bana:
Demek yazamadan
Aziz Nesin’in şairlik yönü de çok bilinmez… Bilenlerin kimisi ise onu şair saymaz. Oysa o iyi bir şairdir ve onun şiirlerinden alacaklarımız öyle çok ki… İşte “Sol El Konçertosu” adlı şiiri… Okuyun hak verin bana:
Demek yazamadan
Demek okuyamadan
Demek konuşamadan
Hem de ölmeden yaşanabilirmiş
Ama sevmeden yaşanamıyor Üçgülüm
Bir ölüyle bir canlı
Bir bedeni bölüştük
Sağ yanım ölmüş
Sol yanım capcanlı
Demek yazamadan
Demek okuyamadan
Demek konuşamadan
Ama düşünebildiğim için seni yaşıyorum
Yaşayabildiğim için sevmiyorum
Sevdiğim için yaşıyorum
Bir kolum bir elim bir bacağım ve dilim tutmuyor
Öyle bir sevgi var ki içimde
O beni hâlâ diri tutuyor
Yazamasam da okuyamasam da konuşamasam da
Seviyorum seni Üçgülüm
Sevdikçe yaşıyor yaşadıkça seviyorum