Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim'de tesettür hususunda şöyle beyan buyuruyor;

“Mümin kadınlara söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesna. Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) korusunlar” (Nur suresi, ayet 31), “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir libas birde giyip süsleneceğiz bir libas indirdik. Takva libası ise o daha hayırlıdır” (El-arad suresi ayet 26).  

İşte beyan buyrulan bu iki ilahi emirden anlaşın o ki; bir kadın tesettüre (ehrama) bürünmekle dışa karşı cinsi arzu ve emellerin aracı olmadığı, bilakis kendini saygı değer kılacak bir konuma yükseldiğini idrak ederiz. Malum, değerli eşyalar ulu orta sergilenmez, bilakis en güzide yerde muhafaza edilirler. Aynen öyle de kadının Allah’ın erkeklere bir emaneti olması hasebiyle göz zinasından korunması emredilir. Ki, tesettür hali kadın üzerine odaklanan şehvani arzuları bertaraf ettiği gibi bizatihi kendi istese de salkım saçak saçılmasını önleyebiliyor. Ne var ki,  bazı çevreler bu gerçeklerin tam aksi istikamette; kadınların teşhir edilmesinden yana tavır koymaktalar. Maalesef bu tavrı ısrarla sürdüren bir takım aklı evveller kadın için ön gördükleri en popüler kriterleri: gözlerini haramdan sakınmasınlar, ırzlarını korumasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine örtmesinler yönündedir. Onlar nefislerinin telkinlerine kapılıp bu kriterlerle oyalanadursunlar bizler ilahi buyruk neyse onun icabını yapmakla mükellefiz. Zaten Allah bir şeyi yasak etmişse biliniz ki;  o yasak kılınan hususta kullar için nice bilinmeyen hayırlar vardır. Bakın, hamr görünürde üzüm veya başka bir bitkiden yapılmış içecek gibi görünse de aslında o görünen mayi dinimizce içilmesi haram kılınan şaraptan başkası değildir. Dahası söz konusu bu içecek kendi dışında birçok içeceğin yasak kapsamına girip girmeme noktasında kıyas teşkil edecek bir içkidir. İyi ki de böyle bir kıyas teşkil edecek bir delil var, nitekim bu delilden hareketle dünya üzerinde ne kadar bilumum sarhoş edici şarap ya da benzeri içki türü varsa içmemek gerektiğini fark ederiz. Böylece tüm aklı melekelerin üzerini sanki siyah ziftle kaplamış aklı giderici her türlü içkinin haram olduğu bilincine varırız. Ne diyelim, yücelerden ferman böyle inmiş, madem öyle gereğini yapmak gerekir. Şimdi belki diyebilirsiniz şarabın tesettürle ne alakası var diye. Elbette her iki öğede görünürde birbirinden farklıdırlar, ama örnekleme yönünde benzerlik vardır. Şöyle ki; şarap örneğinde olduğu gibi, tesettür hadisesinde de gerek vücut azaları belli örtünür çıplaklık olsun, gerekse yarı çıplaklık olsun her iki durumda tesettür demek değildir. Kelimenin tam anlamıyla her türlü şehvani arzulara kapı aralayan giyinme modelleri İslam’da tesettür olarak kabul görmez. Kabul gören sadece ziynetlerin görünmemesi yönünde tam örtünmek esastır. Emre uyulur, ya da uyulmaz, ama hüküm bu. Belli ki örtünme ayetleri ihtiyaca binaen nüzul olmuş. Bilhassa İslamiyet’in ilk doğuşu yıllarında bir kısım Arap erkeklerden bazılarının rastgele çadırlara daldıkları, hatta evlere destursuz girenler olduğu ve böylece Arap kadınlarını başlarındaki başörtülerini arkaya doğru sarkık ya da göğüslerine takılan ziynetleri ortaya saçılır halde hazırlıksız kala kaldıkları bir vaka.  Tabii bu hoş durum sayılmazdı. Bu yüzden kadınların başörtü veya ziynetlerin açılmaması hususunda ayet nüzul olur da. Bu gün geldiğimiz noktada ise sanki örtünme ilahi bir emir değil de bir simgesel türban hadiseymiş gibi bakılmakta. Oysa ister adına başörtüsü denilsin ister türban, sonuçta her ikiside herhangi bir masayı örttüğünde onun adı masa örtüsü olabiliyor. Aynen öyle de ilahi ferman gereği bir kadın da başını örttüğünde adı başörtü (eşarp) olması kaçınılmazdır. Bu gayet tabii bir haldir, yadırganmaya gelmez. Dolayısıyla kelime oyunlarına takılıp türban yaftasıyla tesettüre dil uzattırmamak lazım gelir.

Evet, tesettür kadına maddi ve manevi estetiklik kazandıran bir ziynettir. Nasıl ki, pencerelere takılan perdeler evin hem içine hem dışına bir renk, bir görünüm, bir estetiklik katıyorsa, tesettür de kadının dış ve iç dünyasına itibar, hayâ, iffet, namus gibi kutsi değerler katmaktadır. İyi ki de İslam kadına kadınlık onurunu koruyacak örtünmeyi vasıta kılmış. İşte kadın bu vasıta sayesinde toplum içinde daha da bir hürmete layık baş tacı konuma gelebiliyor. Dikkat edin satır aralarında başörtü için vasıta dedik, niye derseniz sebebi gayet açık, bir kere tesettür mahremiyet noktasında amaç değil vasıtadır, onun için elbet.  Yani örtünmek bir noktada Allah’ın emrini yerine getirme gayesine yönelik bir vasıtadır. Madem öyle, bir kadın için temel gaye Allah'ın hoşnut olacağı edep ve hayâ libasına bürünmek olmalıdır. Hani derler ya “Hayâsı olmayanın imanı olmaz” diye, aynen kadın açısından da hayâ imandan bir cüz olması hasebiyle ar damarı bir meleke sayılır. Hele ar damarı bir kere çatlamaya dursun, o kadının toplum içinde itibarını kaybetmesi an meselesi diyebiliriz.  Bu yüzden bir kadın tesettüre bürünmekle içindeki hayâ duygusuna koruyucu zırh geçirmiş olur. Sadece hayâyı korumak mı, elbette bundan daha da mühim olan Yüce Allah’ın (c.c) örtünme emrini yerine getirmek esastır. Madem öyle emri ilahinin gereğini yapmak kadının yücelik kazanmasına yeter artar da. Dahası bir kadının “Hayâ imandandır” gerçeğinden hareketle mahremiyetine gölge düşürecek her ne varsa elinin tersiyle itip Allah’ın hoşnutluğunu kazanması her şeye bedel davranıştır. Zaten bir kadın toplum içerisinde itibarını ve iffetini koruyabilecek vasıtaları kullanması kadınlık haysiyet ve şerefinin bir gereğidir. Nasıl ki bir asker ya da polis için üniforma neyse bir kadın için de tesettür hürmet görmesine vesile olacak bir başka kıymet değer üniformadır. Hele kadın tesettür haline birde takva hayatını ilave etmiş olduğunu varsayalım, hiç kuşkusuz böyle bir kadın artık Rabia’tül Adeviyye’nin manevi kanaldan talebesi olur da. Maalesef günümüz modern dünyanın kadına bakışı bir cinsel meta ya da şehvet aracı gözüyle bakmaktır. Tabii bakış açısı bu olunca kadınlar ister istemez kültürel travmaya uğramakta. Zaten kadına yönelik her türlü cinsel içerikli reklâmların göklere çıkarıldığı bir ortamdan başka ne bekleyebilirdik ki. Düşünsenize öyle bir haldeyiz ki; kadını metalaştıran her türlü aldatıcı cilalı makyaj maskaralığına özenmek tavan yapmış durumda. Oysa kendimiz olmak varken kadın ruhunu esir alacak modellere özenmek neyin nesi şaşmamak elde değil. Hele şirazeden çıkmış halde vücudunu teşhir etmekten çekinmeyen öyle kadınlar var ki; şaşkınlığımız  daha da bin kat artmakta ve toplumun genel ahlakını tehdit eder boyuttadır. Kelimenin tam anlamıyla bu tür kadınlar karşı cinsle olan ilişkilerinde ruhen münasebet kurmak yerine, bedeni ilişkilere girmeyi yeğliyorlar.  Şöyle bir kendimizi kalabalık yığınlar arasına attığımızda bu tür kadınların attığı her adımlamanın adeta erkekleri avlamaya yönelik adım olduğu, böylece günaha akan cadde ve kaldırımların şehvetli bakışlardan geçilmeyecek derecede kirlendiğine şahit oluruz. Tabii böyle manzaralara sıkça rastlanır olmasında hiç kuşkusuz kadını reklam aracı gören bir zihniyetin etrafa saçtığı bilinçsizce ürettikleri reklam kampanyaların etki payı çok büyüktür. Derken tüm bu ve buna benzer yaşanan nice vahim tablolar bizi biz yapan değerlerden her geçen gün uzaklaştırmaya sebep teşkil etmektedir. Bu yüzden Bediüzzaman Said Nursi Hz.leri; “Unutkanlığın sebeplerinden en kötüsü kadına şehvetle bakmaktır. Gusül aldığın, abdest mahalline idrar etmek unutkanlığa sebep olur, oysa her şeyin hükmü ve asliyeti vardır” diyor. Gerçekten de unutkan toplum olduk. Düşünemeyen, ilimden bihaber insanlar çoğaldıkça artık belden aşağı konuşmalar gırla gidiyor. Oysa Allah kullarına aklı nefsanî arzularda heba etsin diye vermemiş, bilakis aklı, aklıselim kılmak için vermiştir. Yeter ki; akıl aklıselim olsun, bak o zaman gazab kuvveti şecaat’e, şehvet kuvveti ise iffete dönüşür de.  Gel de şimdi eseflenme, ne mümkün, baksanıza günümüz toplumunda ne şecaat, ne iffet, ne de hikmet kalmış, nefsi ve şehvani arzular akla perde olmuşta. Bu durumda akıl karaya vurmasın da ya kim vursun? Zaten cinsi arzulara kendini kaptırmış aklı karaya vurmuş fertlerden ne beklenir ki. Bir zamanlar neydik, şimdi ne olduk. Aklıselim bireylerin hâkim olduğu bir toplumdan hafızasını yitiren ve düşünemeyen bir topluluk haline geldik. İşte İslam’ın bu denli tesettüre önem vermesinde ana temel gaye; aklı aklıselim kılmaktır. Böylece aklıselim olmayı başaran her kim varsa şehvani nefsi kuvvetini iffete dönüştürürde. Tabii ilahi hükümlerin yüzeysel çerçevesini bile analiz etme basiretinden yoksun olanlar böyle ulvi gayelerin ne demek olduğunu anlamakta zorluk çekecekleri malum. Nasıl zorluk çekmesinler ki, onların tek bildikleri şey reklam şirketlerince ellerine tutuşturulmuş hazır reçeteler veya kafalarına geçirdikleri mankurt şablonlardır. Değil mi ki bu mankurtlaşma kadın erkek fark etmez herkes bir anda moda defilecilerin ağına düşebiliyor. Öyle ki, bu uğurda konu manken olmak için uzun kuyruklar oluşturularak sırada bekleyen kızlarımızın heder edilişini gördükçe içimiz parçalanıyor. Nasıl yüreklerimiz dağlanmasın ki, bu hazin tabloyu övünç tablosu olarak sunmaktan geri durmuyorlar da. Yetmedi entel görünümlü birkaç prof. etiketli medyatik hocaların açıklamalarıyla bu tip kampanyalar destek bulup sürekli açık tutulmaya çalışılır da.

Peki, onlar kadının ruhu çalmak için bunca çaba sarf ederken, biz ne güne duruyoruz.  Pekâlâ, bizler de kadının ruhunu diri tutacak ehlisünnet âlimlerinin sesine kulak kabartıp tesettür kapısını açık tutmak için uğraş verebiliriz. Bakın İmam-ı Gazali (k.s); ‘Göz daima helal haram demez bakmak ister’ derken bir gerçeği dikkatimize sunmuştur. Sakın ola ki Allah’ın kullarına bahşettiği göz nimetini iki küçücük et penceresi deyip meseleyi geçiştiremeyiz, o küçücük et parçası sanılan gözle kadına bakıldığında bir anda şehvet damarı kabarıp zinaya kapı açabiliyor, akabinde zina fiili, nihayetinde bir insan canını bile katletmeye kadar uzanan süreç doğabiliyor. Nasıl ki hayra giden yollar aşama aşama gerçekleşiyorsa, şerre giden yollarda aşama aşama ilerlemekte.  Dolayısıyla bu gerçekler ışığında ‘güzele bakmakta ne var’ deyip işi sulandırmayalım, mesele sanıldığı kadar basit değil. Unutmayalım ki, hiç umulmadık küçük bir ihmalkârlığın bedeli sosyal hayata ağır yansıyabiliyor. Eğer nasıl bir bedel yansımasıymış diye merak ediyorsak bunun cevabı bizatihi tarihte yaşanılan bir takım hadiseler ve şuan yaşadığımız olaylar şahittir. Gerçekten de tarihten bugüne yaşanmış ve yaşanan birtakım hafife alınan her ne varsa bir bakmışsın can evimize düşen bir kıvılcım olmakla kalmamış, zaman içerisinde bu kıvılcım etrafımıza da sıçrayıp alev alev yaktığı görülmüştür. İşte bu yüzden İslam hiçbir meseleyi hafife almadan işi başında sıkı tutmuş ve toplumun temel dinamiklerini sarsacak her türlü fuhşiyatı şiddetle men etmiştir. Hatta sadece yasak koymakla yetinilmemiş cezai müeyyidelerde ortaya koymuştur. Nitekim dinimiz, zina işlediği sabit olan evlilere ölüm cezası,  bekârlara ise yüz değnek cezası tatbik edilmesini ön görür. Hiç kuşkusuz verilen cezadan temel amaç can almak değildir,  tam aksine toplumda caydırıcılığı sağlamak içindir Ki; Allah Teâlâ'nın; “Namuskâr, zinaya sapmamış ve gizli dostlar da edinmemiş insanlar halinde yaşamasını emreder” (El-Maide suresi ayet 5) hükmü bu gerçeği teyit ediyor.

Maalesef, insanlık vahyin soluğundan bihaber yaşadığı içindir hem kendi iç dünyasıyla, hem de çevresine yabancı kalmıştır. İlahi hükümlere duyarsız olunca olacağı buydu. Öyle ki, ilahi duyarsızlık tam çıplak, yarı çıplak, yarı giyinik çıplak dolaşan kadınları, örtü altında hayâsızlık yapan kadınları, Amerikan tarzı viski yudumlayanları, Fransızlar gibi dans eden popçuları, İngiliz tarzı ‘hello’ deyip selam veren tiplerin türemesine yaramıştır. İşte sosyal çözülme budur. Her nedense içimizde bu gidişattan çok keyif alıp kendine yabancılaşmayı çağdaşlık addedenler var hala. Sadece addetseler yine gam yemeyiz, hem gayri meşru ilişkileri cinsel özgürlük diye takdim etmekteler, hem de aile olmayı ortadan kaldıracak evsiz barksız bir düzen peşindeler. Belli ki ruh sağlıkları yerinde değil, toplumsal cinnet had safhada, bu yüzden yeniden Nuh’un kurtuluş gemisine muhtacız. Bakın, Rasulüllah (s.a.v) ümmetinin başına gelecek olan fitneyi çok önceden nasıl dile getirmiş: “Ümmetimin sonunda eğerlere binen erkekler olacaktır (yani kendileri kadın fakat erkeklere benzerler). Hanımları giydikleri halde çıplaktırlar (pazıları ve göğüsleri açık bacaklarda açıktır). Başlarındaki saçları devenin hörgücü gibidir. Onları lanetleyin. Çünkü muhakkak onlar lanetlenmişlerdir. Sizden sonra bir millet olsaydı onlara hizmetçi olacaklardı. Nitekim önceki milletlerin hanımları size (el-an) hizmetçi oldukları gibi ve erkeğe benzetene Allah lanet etmiştir.”

Tabii bitmedi dahası var yine bir hadisi şerifte Peygamberimiz(s.a.v); “Kadın kısmı avrettir. Evinden çıktığı zaman şeytan onu yoldan çıkarmak yahut onunla başkayı yoldan çıkarmak için gözleri ona çevirttirir (kalpler ona yönelir). Cenabı Hakka en çok yakın olduğu zaman kendisinin evinde oturduğu vakittir” buyurmaktadır.

Nitekim Yüce Allah (c.c) bu hususta Habibine;

“Habibim mümin erkeklere söyle: gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için temiz harekettir. Şüphesiz ki Allah yaptıklarından muhakkak haberdardır” (En-Nur suresi ayet 30) beyan buyurmakla erkeklerin harama nazar etmemeleri gerektiğini, kadınlarında örtünmeye riayet etmelerini emretmektedir. Erkekler cihad gibi hayrat işlerden kazandıkları sevaba karşılık, kadınlar içinde kocalarına karşı itaat ve tesettüre bürünme sevabı vardır. Zira ev içinde nizamın devamı için Allah erkeği kadına eşitler arasında birinci kılmıştır. Hakeza yine Rabbu’l âlemin;  

“Kadınlar ziynet yerlerini kocaları, kendi babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulundurdukları cariyeler, kadına arzusu kalmamış, ele bakar hale gelmiş erkekler ve kadınların mahrem yerlerinin farkına varmayan erkek çocuklardan başkasına açmasınlar..” ( Nur 24/31) beyan buyurmaktadır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ise şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“İki sınıf cehennem ehli olan insanlar vardır. Ben bunları henüz görmedim. Birincisi bir kavimdir ki, yanlarında sığırkuyrukları gibi kırbaçlar vardır. İkincisi de, bir grup kadınlardır. Bunlar sözde giyinmişlerdir, ama gerçekte çıplaktırlar. Bunlar erkeklere meylederler ve erkekleri de kendilerine meylettirirler. Bunlar saçlarını da başlarının tepesinde toplayıp, deve hörgücü gibi yapmışlardır. İşte bunlar cennete giremeyeceklerdir. Oysa cennetin kokusu çok uzaklardan hissedildiği halde bunlar, cennetin kokusunu dahi alamayacaklardır. (Tac,3, 179)   

Bu yüzden Hz. Ali (k.v) bir gün hutbede;

‘Ey insanlar yapayalnız hanımlarınız sokaklarda dolaşmasınlar. Sizler onların dolaşmalarından utanmıyor musunuz? Yoksa gayretiniz yok mudur? Sizler hanımlarınızı yapayalnız sokaklara salıveriyorsunuz. Sonra onlar erkeklere, erkeklerde onlara bakıp duruyorlar, birbirine fitne oluyorlar’ demiştir.

Demek ki; bakmak şehveti kamçılamakta, şehvet ise zinaya giden kapıyı aralamakta, kapı aralanınca da zinanın akabinde daha vahim olanı cinayet hadisesiyle süreç son bulabiliyor.

Velhasıl; Said Nursi Hz.leri; ‘Kadın bir üzüm yedirir bin elem takar’ deyip meseleyi açıklığa kavuşturmuş bile.

Vesselam.