Din'e, insanları doğruluğa, iyiliğe, mutluluğa götüren Tanrısal bir yol olarak bakmayıp, onu siyasal bir ideoloji gibi algılayan, dünyevi bütün problemlerin çözümü olarak gören birtakım insanlar var dünyada ve ülkemizde.

Bu kafadaki insanlar, verginin de İslami'si olabileceğini öne sürmekteler.

Acaba böyle mi? Bunu irdelemekte yarar var.

İslam, dönem ve bölgelere göre değişebilen ve o günkü toplumun gereksinmelerini karşılayacak özel vergiler konmasına cevaz vermiş olup, bunlara "nevaib" denmektedir. Hazreti Peygamber'in "Malda zekâttan başka haklar da vardır" yolundaki hadisi, vergi almanın temel dayanak noktası olmuştur. Hazreti Ali ise, toplumun kimi kesimlerinde oluşan gelir fazlasının, daha düşük gelirlilere aktarılmasını devletin ödevleri arasında saymıştır. (Yararlanılan kaynak: Ahmet Debbağoğlu/ İslam İktisadı )

Gayrimüslimlerden alınan Haraç ve Cizye gibi vergiler için Kur'an-ı Kerim'de herhangi bir hüküm bulunmadığında, İslam bilginleri neredeyse ittifak halindedirler. Yapılan kimi uygulamalar hadislere dayandırılmış, matrah ve oran konusu, Devlet Başkanı'nın takdir yetkisine bırakılmıştır. Harac'ıMüminun Suresi 72'inci, Cizye'yi ise Tevbe Suresi 29'uncu Ayeti'ne dayandıranlar varsa da, bunların zorlama yorumlar olduğuna en büyük kanıt, bu vergilerin İslam öncesi toplumlarda da uygulanmış olmasıdır.

Harp ganimetleri dışında, zekât da dâhil, hiç bir vergi için Kur'an-ı Kerim'de oran belirlenmemiştir. (Harp ganimetlerinde oran beşte birdir)

Örf ve âdete göre alınan vergiler bazı istisnai durumlar dışında, İslami dönemlerde de varlıklarını sürdürmüşlerdir. Sözgelimi "Öşür" adlı vergi, İslam'dan önce de özellikle Doğu Asya ve Orta Doğu'da uygulanmıştır. Öşür sözcüğü Kur’an'da geçmez; Asurca "İşru"dan gelmektedir. Asurlular bu vergiyi buğday ve hurmadan alıyorlardı. İslami dönemde bu vergi, En'am Suresi 141'inci Ayeti'ne dayanılarak salınmış ve alınmıştır. Ayet meali şöyledir: "Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri ürünleri çeşit çeşit hurma ve ekinleri, zeytinleri, narları -birbirine benzer ve benzemez biçimde yaratan- hep O'dur. Her meyva verdiği zaman meyvasından yiyin, hasat günü hakkını ( zekât ve sadakasını ) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez!" Yine İslam öncesinde İran ve Orta Doğu'da "Haraga" adlı bir vergi alınıyordu. İslami dönemde bu vergi, varlığını "Haraç" adıyla sürdürmüştür. Cizye'ye gelince; o da yine İslam öncesinde Mısır, Asur, Pers, Roma ve Sasani yönetimlerince uygulanan bir vergi türü idi.

Öşür topraktan alınan bir vergi iken, Cizye bir baş vergisi niteliğinde idi. Batılı anlamda bir vergilemeye geçinceye dek, İslam toplumlarında yalnızca dolaylı vergiler uygulanmamış, verginin tüketiciye yansıtılması adil bulunmamıştır. Ancak bu uygulama, kesin bir yasaklamayı içermemektedir. Dönemsel bir yorum farkı olarak kabul ediliyor.

Alman sosyal demokrat hareketinin önde gelenlerinden biri olan August Bebel, "Hazreti Muhammed ve Arap-İslam Kültürü Dönemi" adlı eserinde; Hazreti Peygamber ve dört halife dönemindeki vergi sistemi ve uygulamalarına ilişkin ayrıntılı bilgiler veriyor:

"İster toprak olsun, ister hayvan, para ya da ziynet eşyası olsun, öşür ve zekât şöyle hesaplanırdı: dört deveden ya da bunların yerini tutacak değer biriminden fazlasına sahip olmayan kişi, vergiden muaf tutulurdu ama canı isterse yine de vergi ödemekte serbestti. 5-24 devesi olan bir deve yavrusu (puduk), 25-35 devesi olan iki yaşında bir dişi deve (taylak), 36-45 devesi olan üç, 46-60 devesi olan dört deve vermek zorundaydı; bu oran korunarak, deve sayısına göre verilecek deve belirleniyordu. İnekler 29, koyunlar 39 başa kadar vergiden bağışıktılar; 30-39 inekten bir dana, 40 ve daha fazlasından üç yaşında bir inek vergiye ayrılıyor; bu oran artan inek sayısına göre korunuyordu. Her 120 baş koyundan biri vergiye giriyor, 121-200 baş koyundan ikisi vergilendiriliyordu, vb.

Vergi hesap memurlarının ve resmi kişilerin işini kolaylaştırmak için develerin değerleri, inek, koyun ve para olarak hesaplanmıştı. Vergi toplayıcıları, yükümlülerin en iyi hayvanlarını almamaları için uyarılırlardı, ama çok yaşlı hayvanları toplamamaları için de kendilerine talimat verilirdi. Bu yoldan devlet mülkiyetine katılan hayvanlar için ülkenin çeşitli yerlerinde büyük otlaklar kurulmuş, hayvanların buralarda bakımları sağlanmıştı. Devlet yapısı babaerkil koşullara bağlı olmaktan çıkıp despot bir rejime dönüşmeye, ticaret ve alış-veriş ilişkisi iyice gelişip para ekonomisi yaygınlaşmaya başlayınca, vergiler de para birimi üzerinden ödenmeye başlanmış, yalnızca öşür ve toprak vergisi doğal ürünlerle karşılanmaya devam edilmişti.

At, Keçi, Kümes Hayvanları, Meyve, Arazi Ve Kira İstisnaları


Arapların büyük önem verdikleri, özel bir özen ve dikkatle terbiye edip yetiştirdikleri ve soyunu ıslah ettikleri atlar da vergiden bağışıktılar. Tıpkı atlar gibi keçiler ve kümes hayvanları da vergi dışıydılar. Toprak ürünlerinden öşür (onda bir) alınırdı. (...) Ama bu ürünlerin çoğu öşür vergisinden bağışıktı. Sadece kabuklu meyveler (ceviz, fıstık, vb. ), tahıl, sebze, hurma ve zeytinden vergi alınırdı. Arazi vergisi, pratik olduğu kadar, mükellefin haklarını adilce gözetecek biçimde düzenlenmişti. Bu vergi, arazinin büyüklüğüne, verimliliğine ve işleniş durumuna göre hesaplanırdı. Örneğin, şeker kamışı ekilmiş 1169 metrekarelik bir topraktan (garib toprağı) 6 dirhem, buğday ekilmiş aynı büyüklükteki topraktan 4 dirhem, ekin arpa olursa 2 dirhem vergi alınırdı. Ekin, toprak sahibinin kabahati olmaksızın zarara uğrarsa, ondan vergi alınmazdı.

Kişinin özel hizmetinde kullanılan köleler için de durum böyle idi (vergi yoktu). Buna karşılık, köleler kiralanınca ya da efendilerince belli bir miktar ödemede bulunup kendi başlarına özgürce çalışabilme olanağı kazanınca, ödedikleri bu para ya da kiralama işleminden elde edilen gelire de vergi uygulanırdı. Ev kiraları için de vergi söz konusuydu. 20 dinara kadar olan kira gelirleri vergiden bağışıktı.

Altın Ziynet Eşyası Ve Define Vergileri Cizye ve Vergi Makbuzu Yerine Boyuna asılan Kurşun Sikke

Altın ziynet eşyası, madencilik de vergiye tâbi idi. Toprakta bulunan definelerin beşte biri devlete aitti. Herhangi bir istiladan önce ya da teslim olduktan sonra boyun eğmiş olanlar cizye ve arazi vergisi ödemek zorundaydılar. Cizye vergisi üç sınıfa ayrılmıştı: birinci sınıf vergi, zenginler için yılda 4 dinar, ikincisi orta tabaka için 2 dinar ve üçüncüsü imkânları kıt olanlar için yılda 1 dinardı. Vergi makbuzu yerine, vergi ödeyene, bir bağcıkla boynuna asmak zorunda olduğu kurşun sikkelere verilirdi."               

Bütün bu anlatımlar ve diğer bilgiler ışığında, İslam'ın vergi olgusuna bakışını; 6 başlık halinde toplayabiliriz.

1-Adalete özenle uymak. "Kuşkusuz Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder." (Nisa Suresi)
2-Hazret Peygamber; kendisi, ailesi ve mensubu bulunduğu kabilesinin zekât almasını haram olarak niteleyerek yasaklamıştır.
3-Haram yolla kazanıldığı belirlenen servet, müsadere edilir. Servetin belli ellerde birikmesine izin verilmez. Verginin sosyal adalet ve kalkınma amacıyla araç olarak kullanılmasına İslam cevaz verir. Yüce Allah, Ar'af Suresi'nde "Fazlasını al", Bakara Suresi'nin 219'uncu ayetinde ise "Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar, de ki fazlasını"  diye buyrulmaktadır. Fazlasının tayin ve tesbiti ise; döneme, şartlara ve ülkelere göre olacaktır.
4-Vergilemede emeğin rolü gözönünde bulundurulur. Üretimde emeğin katkısı arttıkça, vergi azalır. Yalnızca yağmur suyu ile sulanan araziden onda bir vergi alınırken, çiftçinin kendi çaba ve emeği ile suladığı tarlada bu oran yirmide bire inmektedir.
5-Zekâtı vergi saymak mümkün değildir; çünkü İslam'ın beş şartından biridir ve yoksula bir lutuf değildir, onun hakkıdır.
6-Medine pazarlarında gümrük vergisi uygulayan Hazreti Peygamber, bu verginin konusu, matrahı ve oranını belirlerken "Mütekabiliyet  (Karşılıklılık)" ilkesini esas almıştır.

Beytü'l Mal Nedir?

İslâm devletinin hazinesi, devletin malîye işleriyle ilgilenen kurum. Beyt, Arapça "ev" anlamında olup, "beytü'l-mâl" mal evi, hazine demektir. İslâm'da devlet hazinesi ve mâliye dairesine beytü'l-mâl adı verilmiştir. Beytü'l-mâl tabiri ile hem devletin maliye işlerinin idare edildiği bina, hem de devlet hazinesi kast edilir. Beytü'l-mal İslâm devletinin hazinesidir. Bu tabir ilk zamanlarda sadece soyut bir kavram iken, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında daha belirgin bir duruma Hz. Muhammed (s.a.s.) beytü'l-mâl üzerinde hassasiyetle durur, mal geldikçe hiç bir şey kalmayıncaya kadar dağıtımında bizzat hazır bulunurdu. Hz. Peygamber vefat ettikten sonra bu işe yerine geçen halifeler bakmıştır. Hz. Ömer zamanında fetihler nedeniyle devletin gelirleri artmış ve bunların hepsini hemen dağıtmak ihtiyacı kalmayınca, gelirin bir deftere kaydedilmesi ve yapılan ödeme ve harcamalardan arta kalanın korunması usulü getirilmiştir. Böylece onun zamanına kadar soyut bir kavram olan beytü'l-mâl, onun zamanında somut bir durum almıştır. Nitekim dört büyük halife devrinin sonlarına doğru beytü'l-mâl'e bakan bir veznedar görevli görülmektedir.

Rüşveti Hediye Diye Alana, Peygamberce Tavır

Aynî olarak topladığı vergileri develere yükletmiş Medine'ye dönüyordu tahsildar. O tahsildar, Medine’ye döndüğünde, deve kervanını Beyt-ul Mal'e yönlendirirken; kendisine verilen hediyelerin yüklendiği deveyi de kendi evine gönderdi. Bu durum dedikodulara yol açtı. Tahsildar ‘Onlar bana verilen özel hediyelerdir..’ dedi.. Hazreti Peygamber, çağırtıp sordu bu tahsildara: "Tahsildar olmasa idin, bu hediyeler sana gene verilecek miydi?". Tahsildar "hayır" demek zorunda kaldı. Hediye yüklü devenin yükü de Beyt-ulMal'e aktarıldı.

Hazreti Muhammed’in Vergi Kitabı


“Abdullah b.Ömer’e dayanan şöyle bir hadis var: Hazreti Muhammed vergi memurlarına göndermek üzere bir kitap yazmıştı. Ancak göndermeden vefat etti. Bu kitabı kılıcının yanına bırakmıştı. Ebubekir halife olunca bu kitaptan hep yararlandı, içeriğini uyguladı. Sonra Ömer halife olunca onun eline geçti, o da yararlandı. Kitapta develere, koyun ve keçilere zekât nasıl düşer, hangisi verilmeli şeklinde uzun listeler vardı diye anlatıyor.” (Bilinmeyen Yönleriyle Kur’an-Arif Tekin)