Kastamonu’da 3 Mayıs Türkçüler günü dolayısıyla konferans veriyorum. Konuşmamda rahmetli Ebulfez Elçibey’in kardeşim Macit Gürbüz’e Bakû’da verdiği bir röportajda (Milliyet Gazetesinde 1.sayfada yayımlanmıştı) söylediği “Türk Kardeşlerimden rica ediyorum, Hazreti Muhammed’e de, Hazreti Atatürk’e de kötü sözler demesinler.”
Konuşmam bitiyor, genç bir kız el kaldırıp, soru sormak istediğini belirtiyor.
Sorusu şu: “Efendim ben Kastamonu Üniversitesinde öğrenciyim, Sakaryalı'yım, öz be öz Türk’üm… Siz konuşmanızda ‘Hazreti Atatürk’ dediniz, bunu nasıl dersiniz?”
Aklıma hemen bu röportaj için Yeniçağ’da yazdığım bir yazıdan sonra, gelen o e-posta geliyor, o e-postayı atan tarikatçı muhterem de böyle diyordu aşağı yukarı… Anlatmak istemiştim ona “Hazret sözcüğü, yüceltme amacıyla kullanılır. Saygı duyduğunuz, saygıdeğer bulduğunuz herkes için kullanılabilir” diyorum ve Cumhuriyetin ilk yıllarında başta Atatürk olmak üzere cumhuriyetin tüm ileri gelenleri için bu sıfatın yakıştırıldığını söylüyorum ve örnekler veriyorum o günün basınından: “Gazi Paşa Hazretleri dün Malatya’daydı…”, “Mareşal Fevzi Çakmak Hazretleri Trakya manevralarında…”
Ne dese beğenirsiniz? Efendim, 'Hazretleri' diye isimlerin ardına ekleme yapılırmış da, ismin başına 'Hazreti' sıfatı yalnızca sahabe ve evliyalara mahsusmuş…
“Hadi oradan!” diyorum bu dangalağa…
Uhud Savaşı'nda Hazreti Hamza’yı katledip ciğerini sökerek Ebu Sufyan’ın karısına götüren, Vahşi’ye, “Sonradan Müslüman olmuştur, Peygamberi görmüştür, sahabedir” diyerek “Hazreti Vahşi” diyeceksin, Atatürk gibi insanlık timsali bir büyük asker, devlet ve fikir adamına demeyeceksin…
Yezid’in babası, İslam tarihinin yüzkarası Muaviye’ye “Hazreti Muaviye” demekte sakınca görmeyeceksin, sıra Atatürk’e gelince, dilin ve kalbin dönmeyecek…
Bunlar böyledirler işte…
O kızcağıza bu kadar ayrıntılı anlatmadım ama gerekeni söyledim ve Ebulfez Elçibey gibi benim de Atatürk’e “hazreti” sıfatını takmaya devam edeceğimi söyledim.
Konuşmam bitiyor, genç bir kız el kaldırıp, soru sormak istediğini belirtiyor.
Sorusu şu: “Efendim ben Kastamonu Üniversitesinde öğrenciyim, Sakaryalı'yım, öz be öz Türk’üm… Siz konuşmanızda ‘Hazreti Atatürk’ dediniz, bunu nasıl dersiniz?”
Aklıma hemen bu röportaj için Yeniçağ’da yazdığım bir yazıdan sonra, gelen o e-posta geliyor, o e-postayı atan tarikatçı muhterem de böyle diyordu aşağı yukarı… Anlatmak istemiştim ona “Hazret sözcüğü, yüceltme amacıyla kullanılır. Saygı duyduğunuz, saygıdeğer bulduğunuz herkes için kullanılabilir” diyorum ve Cumhuriyetin ilk yıllarında başta Atatürk olmak üzere cumhuriyetin tüm ileri gelenleri için bu sıfatın yakıştırıldığını söylüyorum ve örnekler veriyorum o günün basınından: “Gazi Paşa Hazretleri dün Malatya’daydı…”, “Mareşal Fevzi Çakmak Hazretleri Trakya manevralarında…”
Ne dese beğenirsiniz? Efendim, 'Hazretleri' diye isimlerin ardına ekleme yapılırmış da, ismin başına 'Hazreti' sıfatı yalnızca sahabe ve evliyalara mahsusmuş…
“Hadi oradan!” diyorum bu dangalağa…
Uhud Savaşı'nda Hazreti Hamza’yı katledip ciğerini sökerek Ebu Sufyan’ın karısına götüren, Vahşi’ye, “Sonradan Müslüman olmuştur, Peygamberi görmüştür, sahabedir” diyerek “Hazreti Vahşi” diyeceksin, Atatürk gibi insanlık timsali bir büyük asker, devlet ve fikir adamına demeyeceksin…
Yezid’in babası, İslam tarihinin yüzkarası Muaviye’ye “Hazreti Muaviye” demekte sakınca görmeyeceksin, sıra Atatürk’e gelince, dilin ve kalbin dönmeyecek…
Bunlar böyledirler işte…
O kızcağıza bu kadar ayrıntılı anlatmadım ama gerekeni söyledim ve Ebulfez Elçibey gibi benim de Atatürk’e “hazreti” sıfatını takmaya devam edeceğimi söyledim.