Cami kürsüsünden ne deseler alır kabul eder cemaat, halk içinde itibar edilir sözlerine. “Neyin kitapta yeri olduğunu” onlar bilirler. Halkımız asırlarca cahil bırakıldığı için en temel ilmihal bilgilerini dahi “Hele Hoca’ya bir soralım” der. Bu durum, bugün de devam etmektedir. Hocalar, bırakın dini konuları, her konuda ahkâm kesmektedirler. Bilmedikleri yoktur adeta. Hele tarikat ve cemaatlerde, mürşidin her dediği doğru olarak kabul edilir, bir keramet aranır dediklerinde, cemaat hangi işe girişecek olsa, sorar Hocasına ya da Şeyhine. Evlenecek sorar, iş yeri açacak sorar, mekân değiştirecek sorar, sorar oğlu sorar. Kendi aklı yoktur sanki, Baş’ı ne derse öyle eder.

Haydar Baş da böyle başlardan biri işte. Bir Kadiri Şeyhi ve de İlahiyat Profesörü (Profesörlüğü Azerbaycan’dan aldı, nasıl aldığına dair de iddialar var). Bir partisi var, birkaç televizyonu, bir gazetesi, birkaç da fabrikası var. İki de karısı olduğu söyleniyor.

Cemaati abarttıkça abartıyor Hoca’yı… “Kainat seni bekliyor” diye afişlerini bile gördüm…

İşte bu Haydar Baş, ekonomi ilmine de el attı. Bir de kitap yazdı “Milli Ekonomi Modeli” adında. Yandaşları öyle abarttı, propaganda ettiler ki/etmekteler ki, güya dünya parmak ısırmış bu kitapta yazılanlara, “Yahu biz bu yazılanları neden düşünemedik, bu kitapta yazılan önerileri hayat geçireceğiz hemen” demişler. Bir tek Türkiye bilememiş Haydar’ın kıymetini. Haydar Baş’ın yazdıklarının en can alıcı, en temel yerlerini sunayım, sonra da eleştirimi (olumlu-olumsuz) yapayım:

“Emisyon, Merkez Bankasının dolanıma çıkardığı paradır ve piyasanın talebine bağlı olarak üretilir. E¬misyon ile devletlerin elde ettiği gelire ise senyoraj geliri denir. Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kaydi para ve yabancı para, emisyonun yerine ikame edildiği için devletlerin senyoraj geliri elde etmesi mümkün olmamaktadır.

Kapitalist anlayış azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarını devletten bağımsız hale getirerek, devletlerin merkez bankaları üzerinden senyoraj geliri elde etmesine yasak getirmiştir.

Gelişmekte olan ülkelerde senyoraj geliri yerine gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının bastığı "hard currency"ler faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir transferidir.


Devletlerin senyoraj gelirinin önündeki bir diğer engel de özel bankaların ürettiği kaydi paradır. Özel bankalar topladıkları mevduat sayesinde kaydi para üreterek piyasanın ihtiyaç duyduğu para talebinin bir kısmını karşılamaktadır.


Bu sebeple merkez bankaları emisyon miktarını istenilen oranlarda arttıramamakta, sonuçta devletler de senyoraj gelirinden mahrum kalmaktadır.

Emisyonun yerini yabancı veya kaydi paranın almasının ekonomilere birçok zararı vardır.

Bankaların ürettiği kaydi paranın piyasaya faiz kanalıyla arz edilmesi, devletlerin senyoraj haklarını kısıtlamaktadır. Bankaların kaydi para üretimi devletlerin sağlam bir para politikası uygulamasını imkânsız hale getirmektedir. Böylece piyasayı istediği gibi yönlendirecek güce sahip olması gereken devlet bu gücünü kaybetmektedir.


Öte yandan piyasanın ihtiyaç duyduğu emisyonun Merkez Bankası üzerinden değil de, özel bankalar üzerinden sağlanması, bu bankalara adeta senyoraj geliri elde etme hakkı tanımaktadır. Bankalar ürettikleri bu kaydi parayı vatandaşın üretiminin karşılığında yaptıkları için, faiz geliri elde etmenin yanında toplum ve devletin gelirini de kendilerine transfer etmektedir.

Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, piyasaların ihtiyaç duyduğu parayı kendi emisyonlarıyla karşılamak yerine, gelişmiş ülkelerden faizle aldıkları yabancı para ile sağladıkları için, küresel güçlere faiz ödemek zorunda kalmaktadır. Aynı zamanda senyoraj gelirlerini devretmişlerdir. Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin toplam borç tutarının trilyonlarca Doları bulmasının temel sebebi budur.

Büyüme gayreti içinde olan ülkeler ihtiyaç duydukları sermayeyi kendi emisyonları ile karşılamak yerine maliyetli yabancı para ile karşılama yoluna gittikleri için zaman içerisinde kendilerini büyük bir borç batağının içinde bulmuşlardır. İnanılmaz rakamlara ulaşan borçların ödenebilmesi, ülkelerin borç batağından kurtarılması için her şeyden önce, maliyetli yabancı para yerine emisyonun hakim kılınması gerekmektedir.

Kalkınmakta olan ülkelerin 1970 yılında global sermaye sahiplerine hemen hemen hiç borçları gözükmez iken; bu rakam 1990 yılında 1.459 trilyon Dolara, 2000 yılında ise 2.527 trilyon Dolara ulaşmıştır. Bu rakamların sadece dış borçlar toplamı olduğu ve iç borç rakamlarının dış borç rakamları toplamından daha fazla olduğu dikkate alındığında, meselenin boyutları daha net anlaşılacaktır.

Yani kalkınmaya karar vermiş ülkeler, 1970 yılından günümüze kalkınmalarını maliyetli para ile yapmaya kalktıkları için adeta batma noktasına gelmişlerdir.

’Para basma enflasyon olur’ sözünü kendilerine bir tabu yapanlar, bankacılık sisteminin gereğini anlatırken bu sistemin ekonomiye kaynak sağladığını, kaydi para ürettiğini söylerler. Bu mantığa göre Merkez Bankası emisyonu arttırınca enflasyon, aynı işi bankalar yapınca kaynak aktarımı olmaktadır.


Uluslararası kredi kuruluşları, emisyonumuzu artırarak üretim yapmak yerine, faizle alınan yabancı para ile aynı üretimi yapmamızı tavsiye ediyorlar. Yani yerli para ile yapılan üretim enflasyon oluşturur ama maliyetli yabancı para ile yapılan üretim ülkemizi kalkındırır gibi mantık dışı açıklamalara muhatap olmaktayız.

Maalesef Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomi politikaları adı altında uygulanan modeller esaret zincirinden başka bir şey değildir. O yüzden ekonomi modelimizde her şeyden önce maliyetsiz ve yerli para özgürlüğüne kavuşturulacak, önündeki tüm engeller kaldırılarak ekonomi küresel güçlere bağımlı olmaktan kurtarılacaktır.

Günümüzde uluslararası kredi kuruluşlarının etkisinde ve yönetiminde olan ülkeler, hazinenin üzerine oturmuş dilenciler gibi yabancılar gelsin yatırım yapsın, bizi işe alsın diye bekletilmektedir. Aslında sadece ülkemizdeki kaynaklar, bütün insanlığa yetecek durumdadır.

Öte yandan yabancı paranın bir ülke topraklarında dolaşımda bulunması, yerli halkın emeği ve üretimi ile kendine karşılık bulması, o ülkenin sahip olduğu zenginliklerin, milletin alın terinin o yabancı ülkeye aktarılması anlamına gelmektedir. Maalesef Türk ekonomisi de liberal ve kapitalist sistemlerin tuzağına düşmüş, alternatif proje üretemeyen yönetimler sebebiyle bu kaderi yaşamaktadır.

Liberal anlayış paranın serbest dolaşımından bahsederken, global tefecilerin ellerindeki para-larla; ülkeleri sömürmek için piyasalarla istediği gibi oynamasını kasteder.

Oysa modelimizde paranın serbest dolaşımını kastederken, paraya herkesin ulaşabildiği bir ekonomi sisteminden bahsediyoruz. Paranın belli ellerde tekelleşmesi, piyasanın birkaç insanın kontrolü altında olması ve faizle birlikte gelirlerin sayıları çok az olan bu gruba transfer edilmesi manasına gelir.


Diğer taraftan paranın spekülatif amaçla istediği gibi hareket etmesi ise sanal alemde ürettiği etkilerle birçok ülke ekonomisini batırmaktadır.

Paranın üretimin ve tüketimin dışında spekülatif amaçla değerlendirilmesi ekonomilerde tedavisi çok zor hastalıklara sebep olmaktadır.

Paranın emeğin ve üretimin karşılığı olduğu hatırlanıldığında p miktarındaki para eğer dp kadar üretimin dışında bir sanal değer üretmişse bu miktarda piyasada bulunan üretimin para sahibine transfer olması anlamına gelir.

Ortada dp kadar bir para varken karşılığı olan reel bir değer oluşturulmamışsa, paranın kendisine karşılık bulması ancak eskiden var olan piyasadaki değer ile olacaktır ki bu gelir dağılımında dengesizliği ve diğer taraftan da ekonominin kendi içine doğru daralmasını beraberinde getirecektir.

Başka bir ifade ile toplam üretim miktarı artmaz iken sürekli olarak belli bir kesimin sahip olduğu parasal miktarın arttığını düşündüğümüzde; bu kesimin toplam üretimden daha fazla pay almaya başladığı, diğer taraftan toplumun geri kalan kısmının ise oransal olarak daha az pay aldığı gerçeği ile karşılaşırız.

Para bir tahrik unsuru ve emek ile üretimin karşılığı olarak görüldüğünde, buna uygun ekonomi politikaları geliştirildiğinde hayat artık bizler için çok daha rahat olacaktır. Aksi takdirde yine bugünkü problemlerle boğuşmaya devam edeceğimiz bir gerçektir.”


Haydar Baş’ın, bankaların ürettiği kaydî para konusunda dedikleri doğrudur. Ancak diğer dedikleri tam olarak doğru değildir, kazın ayağı tam da öyle değildir.

Para basarsınız, dilediğiniz kadar basarsınız, senyoraj geliri de elde edersiniz, bu basılan parayı üretim ve yatırıma aktarabilirsiniz de, bu, borçlanmadan daha akılcı ve verimli bir yoldur, tamam ama, bu bir yere kadardır. Nitekim ABD, 2013 yılında sınıra dayandığı için ABD Merkez Bankası parayı kısma sinyalleri vermeye başlamıştır. O da o parayla, dünyayı parmağında oynatan parayla. Sizin paranız Çetin Altan’ın deyimiyle uluslararası alanda “çaycı markası” durumunda ise yani çay ocağı dışında bir geçerliliği yoksa, dışarı ile olan ilişkilerinizde büyük sıkıntı yaşarsınız ve bitersiniz, bitirirler sizi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bu dediklerimin tipik örneğidir. SSCB her şeyi ürettiğini sanıyordu, rubleyi dolara eşit görüyor, öyle de ilan ediyordu. Gelgelelim kazın ayağı hiç de öyle değildi, Moskova’da dolar mağazaları vardı. Gelen turistler buralarda yalnızca dolarla alışveriş ediyorlardı ve devlet bu kıymetli parayı alarak Batı ekonomilerinden bazı özel ihtiyaçlarını karşılıyordu. Neden? Çünkü Ruble SSCB dışında “tırışka” bir para idi. Yani Haydar Hocam, doların saltanatını emisyon ve senyorajla sarsamazsınız. Kaldı ki bu keyfi emisyon ABD’yi bile zaman zaman sıkıntıya sokmuştur. Ne zamanki sizin ekonominiz dünyaya yön ve nizam veren bir ekonomi olur, işte o zaman emisyonla oynayabilirsiniz, o da bir yere kadar. Yen ve Yuan bile hatırı sayılır paralar olmalarına karşın, uluslararası alanda tercih edilen paralar değillerdir. Yani sizin o kitabınızda dedikleriniz gazoz ağacıdır Hocam, bitmez buralarda… Çok çarpıcı ve yakıcı bir örnekle işi somutlayıp bitireyim: Bu ülkenin katlanmak zorunda olduğu, vazgeçilmez bir petrol ve doğalgaz maliyeti var (sanayimizin kullandığı hammadde ve ara malları saymıyorum, onların bir kısmını da dışarıdan almak zorundasınız). Rusya’dan, İran’dan ve Azerbaycan’dan alacağınız doğalgazı, her zaman takas yoluyla alamazsınız, zaten şu anda alamıyorsunuz, halk deyimiyle “tiko para” istiyorlar. Bu ödemeleri milli paranızla yapamıyorsunuz (Rusya ile bir anlaşma yaptık ama ne derece yürüyor, bilmiyoruz), dolarınız ve avronuz olacak… Sistem böyle kurulmuş…

Haa bir şey daha: Siz sık sık yurtdışına gitmektesiniz Haydar Hoca, bu gidişlerinizde yanınıza avro ya da dolar mı alıyorsunuz yoksa Türk lirası mı?

Bu sorunun cevabı, sizin kitabınızın foyasıdır senyorajlı Haydar Hocam? 

Bu iş o kadar kolay değil, olsaydı sizden önce çok yapan, deneyen ve başaran olurdu.

Sizden başka uyanık yok mu sanıyorsunuz Hocam?