Büyük şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca diyor ki: ,

"İkidir büyük adamları yetiştiren ortam:
1-Büyük uygarlık sıkıntıları.
2-Büyük özgürlük sıkıntıları.

Ama asıl büyük adamlar, büyük bir uygarlık sıkıntısını, büyük bir özgürlük sıkıntısıyla birlikte yaşayanlardır.

İkidir büyük adamların alanı:

1-Düşünürken büyük olanlar.
2-Uygularken büyük olanlar.

Ama asıl büyük olanlar, büyük düşünürken büyük uygulayanlardır.” (1)

Dağlarca Usta’nın dediği bu nitelik ve özellikler Atatürk’te vardı ve bu var olmanın sonucunda doğdu Cumhuriyet. 

TÜRKLER CUMHURİYETE GİDİYOR VE YAZ “ZAFERDEN SONRA…”

“Atatürk, Cumhuriyetçidir. Osmanlı paşası olarak, Harbiye Nezareti'ndeki sicilinde Atatürk için, ‘Cumhuriyetçidir’ diye not düşülmüştür. Sonraki yıllarda bir soru üzerine, ‘Ben Cumhuriyeti vicdanımda milli bir sır gibi sakladım’ demesi, daha başından itibaren yola, ulusal egemenliğe dayanan, laik ve çağdaş bir cumhuriyet kurmak için çıktığının kanıtıdır. Nitekim İstanbul'daki İngiliz istihbaratı, Londra'ya geçtiği bilgi notunda, Kurtuluş Savaşı sırasında toplanan kongreleri kastederek, şöyle demiştir: ‘Türkler, Cumhuriyet'e gidiyor.’”(2) 

Yaz!... Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacak!

“Erzurum Kongresinin bittiği gece (7-8 Ağustos 1919)
Paşa coşmuştu:
-Erzurum’da ve kongrede gördüğüm samimiyet, mertlik ve fedakârlık, azim ve iman, beni doğrusu cesaretlendirdi. Memleketi kurtarma yolundaki azmimi artırdı.

Erzurum’a ilk geldiğim günkü vaziyetimi biliyorsunuz. Ben burada rütbemi, Yaveri Hazreti Şehriyarîliği, resmi mevkiimi, üniformamı attım ve bütün kâinata sine-i millette bir fert olduğumu ilan ettim. Arkadaşlar da böyle. Üniformalı olanlar üniformalarını, memur olanlar memuriyetlerini terk ettiler. Hepsine minnettarım ve hepsinin takdirkârıyım. Şu halde ihtirassız, yalnız vatan ve memleket selametini gaye edinen insanlar olarak çalışıyoruz. Allah koruyucumuzdur. Mutlaka muvaffak olacağız.

Paşa, emir eri Ali’ye seslendi:
-Ali kahve yap bize…
-Mazhar, not defterin yanında mı? diye sordu.
-Hayır Paşam, dedim.
-Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel, dedi.

Neredeyse sabah olacaktı. Fakat onun yanındayken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir alemden ibaretti. Bundan dolayı, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim.
O, hatıra defterime ve günü gününe her olayı not edişime hem memnun olur hem de bazen latife etmekten kendini alamazdı.
-Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak, derdi.
Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
-Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu… dedi.
Süreyya da ben de:
-Buna emin olabilirsiniz Paşam, dedik.
Paşa bundan sonra:
-Öyle ise önce tarih koy! Dedi.
Koydum: 7-8 Ağustos 1919, sabaha karşı.
Tarihi sayfanın üstüne yazdığım görünce:
-Pekâlâ yaz! Diyerek devam etti.
-Zaferden sonra hükûmet şekli, cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim.(3) 
Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.(4) 
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medenî milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda ister istemez kalem elimden düştü. Yüzüne baktım gayri ihtiyarî, o da benim yüzüme baktı. 
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
-Neden durakladın, deyince:
-Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var… dedim.
Gülerek:
-Bunu zaman tayin eder, sen yaz.
Yazmaya devam ettim:
-Beş: Latin hurufu (harfleri) kabul edilecek.
-Paşam kâfi… kâfi… dedim ve biraz da hayalle uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile:
-Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım üst tarafı yeter! Diyerek defteri kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım.

İnanmayan bir adam tavrı ile:
-Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın… diyerek yanından ayrıldım.
Gerçekten gün ağarmıştı. Süreyya da benimle birlikte odadan çıktı. Fakat burada ve bu anda olayların beni nasıl tekzip ve Mustafa Kemal’i teyit ettiğini, daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile hapt (cevap veremez duruma koyduğunu) ve mahcup ettiğini itiraf etmeliyim.

Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa:
-Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum’da tesettür kalkacak, şapka giyilecek, Latin hurufu kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğumu söylemişti. 

Demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders verdi.

Şapka inkılabını ilan etmiş olarak Kastamonu’dan dönüyordu (1 Eylül 1925). Ankara’ya döndüğü anda otomobille eski meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Başkanının (Rıfat Börekçi) başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobilini durdurttu, beni yanına çağırttı ve birden:

-Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun? Deyiverdi.

Bu bir latifeydi fakat mahcup eden bir latife.

Ve gerçekten bu büyük adam, geceleri gündüzlere katarak düşünmeyi ve millî bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını hesaplamış ve zamanı iradesine boyun eğdirmişti.

Benim o gün hayal ve masal diye karşılayarak not ettiğim her madde, zamanla birer gerçeklik anıtı olarak karşımda bütün endamı ile boy gösteriyordu.”(5) 

Boğma rakı bile milli sırrı açığa vurdurmadı

“23 Aralık 1919 Perşembe! 
Hacıbektaş!
İki otomobille İlicek yoluyla Hacı Bektaş’a gidiyorlar.
Hacıbektaş Veli tekkesi şeyhi Niyazi Baba onları çiftlikte karşıladı.
Alevi Şeyhi Cemalettin Efendi’yle, Bektaş Şeyhi Salih Niyazi Baba arasında gizli bir rekabet var.

Kemal Paşa; ‘Vatan tehlikelerle karşı karşıya olduğu böyle bir zamanda kardeşler arasındaki kırgınlıkların son bulması gerektiği’ konusunda Bektaşi Şeyhi Niyazi Baba’yı ikna ederek Alevi Şeyhi Cemalettin Efendi’yi birlikte ziyarete gidiyorlar.

Cemalettin Efendi onları konağının kapısında karşılıyor. Şeyh Cemalettin ve Niyazi Baba barışarak kucaklaşıyorlar.

Meğer daha önce buraya Enver Paşa’yla Talat Paşa da gelmiş. Şeyh Cemalettin onlar selamlığa girinceye kadar yerinden bile kıpırdamamış.

Ayrıca Ankara Valisi Muhiddin de Damat Ferit Hükümeti adına Cemalettin Efendi’yi ziyaret etmiş, onu elde etmek için para dahi teklif etmiş; fakat başaramamış. Temsil Heyetine yapılan bu karşılama onlara gösterilen güvenin işaretiymiş.

Hazırlanan sofrada boğma rakı var.

Kemal Paşa içmek istemiyor. Cemalettin Efendi ısrarlı; ‘Mekânımızda ikram edilen doluyu çevirmek bizi tahkirdir paşa hazretleri!’
Ve dolu içiliyor.
Yemekten sonra sohbet.
Vatanın ve milletin durumu.
Mustafa Kemal Paşa’nın destek talebi.
Cemalettin Efendi’nin bu talebe şevkle verdiği karşılık. Öyle bir karşılık ki zaferden sonra Cumhuriyet ilanı teklifi.
Zamansız bir teklif.
Şeyhin teklifini anlamazlıktan gelerek lafı değiştiriyor.”(6) 

Çünkü O, zaman ayarını en iyi yapan liderdi, zamanı gelmeden hiçbir şeyi söylemedi ve yapmadı. Bu ilke ve yönetimi Nutuk’ta şöyle anlatır: “Ben, milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme yeteneğini, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak zorunluluğunda idim.”

-------------------------------------

1) Fazıl Hüsnü Dağlarca -Karşı Düşünce
2) Barış Doster-Milli Mücadele Işığında Türkiye
3) Atatürk bunu ne zaman, nasıl söylemiş, Mazhar Müfit Bey, bunu da anlatıyor anılarında:
Hatıra defterimin o mevzua ait olarak kaydettiği satırlar şunlardır: 
20 Temmuz 1 335 
"Bugün Mustafa Kemal Paşa ile öğle yemeğinden sonra bazı meseleler hakkında müzakerede bulunduk. Kongrenin tem muzun yirmi üçüncü günü açılmasını muhakkak sayıyoruz. 
Müzakerelerin sona ermesinden sonra, yine o kafamdaki her vakitki fikri sabit harekete geçmiş olmalı ki Paşa'ya yine bir fırsatını getirerek: 
- Paşam, muvaffak olacağımıza inanıyorum. Bu kanaatim kat'idir. Bunun için de emriniz altında bulunuyorum. Refakatinizde sonuna kadar çalışmaya ve gereğinde ölmeğe azim ve yemin etmiş bulunuyorum. Arkadaşlarımız da bu inan ve bu imanı muhafaza ediyorlar. 
Aramızda her şeyi görüştük. Görüşmeye de devam ediyoruz. Fakat, muvaffakıyet takdirinde, ki bundan şüphem yok, hükümet şekli ne olacak? 
Diye bir kere daha sordum ve ilave ettim: 
- Muhakkak ki, mevcut şekli hükümet bu memleketin refah, saadet ve terakkisine kâfi gelmeyecektir. Başka bir hükümet şekli arayıp bulmamız lazım geldiği kanaatindeyim. 
Paşa, devamlı şekilde benim bu nokta üzerinde dolaşmamdan usanmış olacak ki gülerek ve fakat kat'i ifadesini vererek: 
- Açıkça söyliyeyim : Şekli hükümet zamanı gelince, Cumhuriyet olacaktır. 
Dedi. Çok sevinçliyim. Nihayet, bütün kat'yeti ve ciddiyeti ile Paşa'ya bunu söyletmiş bulunuyorum. Bu satırlarımı yazarken gözlerimden adeta sevinç yaşları boşanıyor. 
Mustafa Kemal'e inanıyorum, muvaffak olacağına inanıyorum, dediğini yapacağına inanıyorum ve ben şimdiden Cumhuriyet rejiminin başladığını kabul ediyorum. Üst tarafı resmi ve fiili tatbikat nihayet bir zaman meselesi. Tek dileğim: Allah o günü bana göstersin."
4) II.Abdülhamit’in boğdurduğu, ilerici Mithat Paşa yıllar önce “Hanedan-ı Osmaniye’den artık hayır gelmeyecek, cumhuriyete tahvil etmekten başka çare kalmadı” diye yazacaktır gizlice. Atatürk bu sözü ile Mithat Paşa’nın ruhunu da şad etmektedir.
5) Mazhar Müfit Kansu-Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber
6) Nurten Arslan-Küçük Anılarda Büyük Sırlar Cilt 5 Kızılca Gün.