Menkıbe budur:
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın iki oğlu, Şâkir ve Zâkir.
Şâkir seccadeden kalkmaz, Zâkir meyhaneden çıkmaz.
Şâkir din yolunda çok ilerlediğini sanmaktadır ki, bir gece babasına "Baba beni kırklara kat" der. İbrahim Hakkı "Gel" der, alır oğlunu Hasankale'nin en yüksek burcuna çıkarır. Biraz sonra kırk güvercin gelir, geçmeye başlarlar önlerinden. "Hadi oğul atla da karış onlara" der İbrahim Hakkı, gelgelelim Şâkir de o cesaret yoktur "Düşer parça parça olurum" diye titrer.
Meğer Zâkir meyhaneden çıkmıştır, onları merakla takip etmiştir. Arkadan gelir birdenbire ve:
"Baba ben atlayayım mı?" der.
"Atla oğul" olurunu alır almaz atar kendini burçtan aşağı ve o da bir güvercin olup kırklara karışır.
İşte Hasan Kalesi ve menkıbeye göre Zâkir'in kırklara karıştığı yer
İşte İbrahim Hakkı o zaman bu şiiri söyler:
Bade-i lebinden nûş eden âşık
Ne gezer mescitte meyhaneler var
Onun çün kimseyle etmez ilişik
Nasibini almış divaneler var
Âşık olan aşk oduna alışır
Sadık olan erenlere karışır
Meyhaneden çıkar gelir ulaşır
Hakka vâsıl olan mestaneler var
Hakkı gel sırrını eyleme zahir
Öyle bir yol tut ki olasın mahir
Harâbat ehline hor bakma Şâkir
Defineye mâlik viraneler var
Evet aslında Zâkir kaleden atlayıp kırklara karışmamıştır. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Zâkir adlı oğlu da yoktur zaten. Halk yakıştırmıştır, imgeleminde üretmiştir. Hoştur bu üretimler, hoşgörü aşılamışlardır. Bugünse o üretim durmuştur, çünkü ülke hoşgörüsüz bir Dinbazlar yurdu olmuştur.
Hazrette kafa yok ki neyi çeksin?
“Mecliste kadeh çok, dileyen şişeyi çeksin
Biz mey çekelim, softalar endişeyi çeksin
Zâhid kafa çekmez diye beyhude kınanmış
Hazrette kafa yok ki neyi çeksin?”
Mehmet Turan Yarar’ın bu dörtlüğü yukarıdaki görsele en çarpıcı yanıttır, cuk diye oturur... Oturur da bir iki laf daha etmek gerek: bu Osmanlıcı dinbaz, Osmanlı padişahlarının neredeyse hepsinin kafayı çektiğini bilmiyor, Osmanlı devletinde meyhaneler de kerhaneler de açıktı...