1939 Büyük Erzincan Depremi, elli haneli o köyden, tam kırk canı toprak altına almıştı. Aralık ayının son günlerine denk gelen ve 52 saniyede 400 kilometrelik bir alanı kırıp geçiren depremin ardından köy çadırlara mahkûm olmuştu!
Çetin kış şartları geride kalıp, toprağın yeni bir doğum için hazır olduğu günlerde, köy yerine kurulmuş çadırların birinde bir kadın da doğum sancıları çekmekteydi. Ebe kadının verdiği müjdeli haber, henüz yaralarını saramamış köy halkı için birçok anlam ifade ediyordu. İnsanoğlu toprak gibiydi; toprak nasıl kışın ölür baharda yeniden canlanırsa, insanoğlu da ölenlerin yerine yeni doğumlarla dünyadaki serüveninin devamını sağlıyordu. Soyun devamı insanoğluna müthiş bir bahtiyarlık sunuyordu…
Yıl 1940. Gümüşhane’nin Şiran ilçesinin Güzelyayla, eski ismiyle Törnük köyü.
Mayıs ayının başlarında, baharı müjdeleyen bu çocuğa Tevhik ismini verdiler. Kalabalık bir sülale oldukları için halk arasında ‘celep gibiler’ denildiğinden, zamanla bir lakaba dönüşen bu isim, kanun çıkınca ailenin soy ismi olmuştu.
Tevhik Celep, ‘topraktan öğrenip, kitapsız bilen’ anne-babanın dört çocuğundan biri.
Bir gün evde odanın kapısı tamir için söküldüğünde, duvara yaslı kapının üzerine çıkmaya çalıştı. Bu sırada kapı üzerine düştü ve kapının menteşesi alnına battı! Hiç unutmuyor, 'dünyayı kıpkırmızı görmüştüm' diyor. Şimdilerde gözlerinin göremiyor oluşunu bağlayabildiği tek sebep bu.
Tevhik Celep, tam 34 senedir hiç görmüyor…
Okula giden abisinin, defterine, kitabına, sonrasında ödevlerine ilgisi artınca erken okuma yazmayı öğrendi. Daha okula gitmeden birçok hikâye kitabını okur oldu.
İlkokul 3. sınıfta iken yazılar karışmaya başladı, iyi göremiyordu! O günden sonra resime daha çok yöneldi. Yeteneği de vardı. İlkokulda sınıfın hatta okulun en iyi resim çizen öğrencisiydi.
İlkokulu bitirince köy işlerine yöneldi, çobanlık yaptı.
“İlk işim çobanlıktı. Çobanlık yaptığım günlerin birinde uyuyakalmışım ve bir yılan bacağımdan soktu. Geleneksel usullerle yara iyileştirildi. Aynı gaflete bir daha düştüm, uyudum, bu sefer yılan belimden soktu. Onu da atlattım. Halen izleri durur.”
Günler böylesine geçerken, vatan görevi geldi çattı. Askerde Bölük Komutanının bembeyaz kağıtta işaret ettiği yerin çok ötesine imzayı atınca, muayene için askeri hastaneye gönderildi. Muayenede yüzde 75 göremediğini söylediklerinde ağlamaya başladı. Neden ağladığı sorulunca da, 'şu giyindiğim elbisenin, ayakkabının hakkını ödeyemeyeceğim diye ağlıyorum' cevabını verdi. Bunun üzerine engeli yüzde 60'a düşürüp 6 ay da olsa askerlik yapmasını sağladılar.
Askerden köye dönüp, kaldığı yerden hayatına devam etti. Babası Hakkı Celep’i askerden döndüğü yıllarda kaybetti. Hayatta tek varlığı artık annesi Rafiye Celep'ti. Zaten çocuk yaşlardan itibaren çok düşkün olduğu annesine, babasının ölümünün ardından daha da sıkı sarılmıştı. Aynı evi paylaştığı annesini 1986 yılında kaybedince adeta bir travma yaşadı. O gün başladığı ağlaması 1988 yılında durduğunda artık hiç görmüyordu. Bir insan hiç iki sene ağlar mı?
"Ben evlenmedim, tek geldim, tek gidiyorum. Annem benim elim, ayağım, canım, her şeyimdi. Onu kaybedince çok üzüldüm, dünya benim için bitti dedim, vücudum bambaşka tepkiler vermeye başladı. Ağlama hastalığına yakalandım. Öyle zaman oluyordu ki, 10 saat hiç durmadan ağlıyordum. Uykuda yine ağlıyordum, vücut ağlıyordu aslında, ben istemesem de vücut sürekli ağlıyordu. İki sene sürdü, bu durum sona erdiğinde benim için dünya tamamen kararmıştı; hiçbir şey görmüyordum.”
Daha önce bakıldığı tüm doktorlar 'beyinden gelen bir damarda kuruma var' dediler. Bu kez gözlerini tam kaybedince İstanbul'a gidip, bir Ermeni doktora bakıldı, o da öncekilerin bir benzerini söyleyip, çare olmadığını belirtti.
Tevhik Celep annesini kaybettiğindeki travmanın bir benzerini 1992 Erzincan depreminde yaşadı. Erzincan'da yaşayan abisinin oğlu göçük altında kalınca, haberi aldığında şoka girdi.
"Aniden depresyon geçirdim! Kış günü başımdan aşağı soğuk sular döküyorlar kovalarla, başımdan dumanlar çıkıyor! İçimdeki yangını anlatamam. O suları dökmeseler hakiki yanıyordum! Ondan sonra vücudumda bezeler çıktı. 6 aya ancak kendime geldim."
Beyinden gelen damarlarda kuruma var denildiği gün yüzlerce insan ceviz önerisinde bulundu. O günden sonra yanından cevizi hiç ayırmadı. Sonunda köyü ceviz ağaçları ile donatmaya karar verdi. Kendi düştüğü duruma kimse düşmesin istiyordu.
Çocukluktan beri zaten ağaçlara düşkündü. 82 yıllık ömründe henüz bir dal kopardığını bilmezdi. Hatta çocukluğunda ağaç kesenlerle de hayli tartışırdı.
Törnük köyüne 1000 adet ceviz fidanı dikti. Çoğu bakılmadığından ziyan oldu. Gözleri görmediği halde bunu başarmıştı da, bu insanlar neden bu kadar duyarsızdı?
“Baharda benim ellerim toprağa girer, kar düşene kadar topraktan hiç çıkmaz. Benim gözlerim görmüyor ama ellerim her bir şeyi görür. Onlarla dünya üzerinde yapamayacağım iş yoktur. Köye 1000 adet ceviz ağacı diktim. Birçoğu ziyan oldu, bakamadık, insanlar ilgilenmedi!”
Köyde kaldığı dönemlerde arı baktı bal üretti, sığır baktı süt üretti. Taa ki geçen seneye kadar.
2021 yılında tek başına kaldığı köydeki evini bırakmak zorunda kalarak, Bayburt Memnune Evsen Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi'ne yerleşti.
Son yıllarda bir dalgınlık hastalığına tutulmuştu. Bunu yenebilmek için, sıkı sıkıya gönül bağı kurduğu huzurevi müdürü Murat Köse'nin tavsiyesi ile ağaçları yontarak hayvan figürleri ortaya çıkarmaya başladı. 34 sene öncesinden tahayyülünde ne kalmışsa, onları ağaçlara işledi.
'Dalgınlık hastalığım ortaya çıkınca, buranın müdürü çok sevdiğim, evladım yerine koyduğum Murat Köse’den rica ettim. Aletleri ve ağaçları bana tedarik etti. Hayvanlarla aram çocukluğumdan beri çok iyidir. Çocukken gördüğüm cameş dövüşlerini ağaca işledim. Sığırlar, köpekler, ayılar yaptım. Yani burada bir uğraşım daha oldu. Şimdi yaptıklarım huzurevinin salonunda sergileniyor.”
Huzurevinde bunların sergilendiği alanın yanında küçük poşetlere dikilmiş tohumlar da var. Onlar da Tevhik Celep'in ceviz tohumları.
'Aha geldik, geçtik' dese de Tevhik Celep, yeni heyecanlar duyuyor. Baharın gelmesini sabırsızlıkla bekliyor. Neden mi? Kurum Müdürü Murat Köse ile köyüne gidecek, oradan kendi fidanlarından alıp, Bayburt'a getirecek. Kuruma ait 16 dönüm arazide ceviz yetiştirerek, insanlığa yeni bir faydasının daha dokunmasını sağlayacak.
Hem köyde işleri de var, ağaçlar budanacak, ev kontrol edilecek, dostlarını görecek, 'sadık yari toprak'la da buluşacak.
Hasta olmasına rağmen, ‘Siz buraya kadar zahmet etmişsiniz, sizlerle sohbet etmemek olur mu” diyerek bizi kırmayan yüce gönüllü bir insan Tevhik amca.. Huzurevi'ndeki odasında bir başına bırakıp çıkıyoruz. Gözleri görmediğinden başucuna bir radyo bırakılmış. Radyoda asırlık Ruhsati deyişi çalıyor:
"Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor/Gel de bu dünyayı yor deli gönül/...Ruhsati dünyadan geçemiyorsun/Topraklar başına vay deli gönül."