Vağında, yeni ismi Çayırköprü. Aydıntepe ile Konursu arasına kurulu. Çoruh’un bir kolu, bu köyün kenarından kıvrılarak devam ediyor. Bayburtluların Çoruh ile olan hoş ilişkisinin bir benzeri Vağında’da yaşanıyor. 

Vağında’ya son 10 yılda gidiş gelişlerim sıklaştı. BAYDER Kültür Sohbetleri’ne katkı sunan ekibin küçük bir kısmı bu köylü. Dolayısıyla Fatih Dündar’la kış aylarında haftada bir kez olsun köye gitmek durumunda kalabiliyoruz.

En son geçtiğimiz ay içerisinde bir düğün için gitmiştik. Bu düğün Sancar ailesine ait bir düğündü ve eski düğünleri anımsatan bir şekilde gerçekleşti. Gelini, cirit ekibi karşıladı. Köy meydanında ziyafetler çekildi, barlar oynandı. 

1989 ait bir görüntü ve Atatürk’e bar oynayan Vağındalılar

Köyün gençleri oyunlarını sergilerken, bugün oynanmayan birkaç barı da gösterdiler; ‘Ters Ayak’ bunlardan biriydi.

İnternet mecrası yaygınlaşıp, hayatın vazgeçilmez bir parçası olmaya başladığı yıllarda bir video izlemiştim. 1989 yılında çekilmiş. Vağındalılar bir tarlada Bayburt barlarını çalan davul zurna eşliğinde sergiliyorlar.  O estetik oynayış, o kıvrak hareketler bugün görülesi zor görüntüler.

Günümüzde bar konusunda sadece herkesin aynı anda, aynı hareketi yapabilmesi, adeta robotlaşması yönünde bir gelişme sağlandı! Hele o çökmeler! Neymiş efendim, süre yetmiyormuş! Sanki topuklarında iğne varmış gibi çökemeyen, çöker gibi yaparak, yarıdan gerisin geri ayağa kalkan estetik yoksunu ekipler topluluğu.. Bana göre, barcı kendine has o duruşu, o kıvraklığı veremiyorsa zevk de vermiyor. Bunun için o 1989 tarihli videoyu çekerek, muhafaza eden ve paylaşıma sunanlara teşekkür etmek lazım…

Zaman içerisinde köye gidiş dönüşlerde  bahsettiğim görüntüye dair birçok bilgi edindim. O ekipte yer alan Enver Yılmaztürk, İsmail Çağlar (Korkor İsmail), Yusuf Zengin gibi isimler bugün halen efsane barcılar olarak anılmaktalar. Ekibin o gün 35 yaşındaki en genç üyesi olan İmdat Sancar ise, bir kültür taşıyıcısı barlar ve türküler konusunda. 67 yaşındaki İmdat Sancar, bugün barın en çok yakıştığı isimler arasında gösteriliyor. İmdat Sancar’la barları ve türküleri konuştuğumuz dosya haberi 2016 yılında yayınlamıştım. (Kadim bir kültürle yoğrulan koca bir ömür...)

Vağında ve halk oyunlarına dair çok şey anlatılır da biri çok önemlidir. Derler ki, Atatürk 1930’lu yıllarda Samsun’a geldiğinde karşılama için bölgeden giden barcılar arasında Vağındalı Nazir Bayram ve Hüseyin Bayram da vardır ve bu ikili Mehmet Genç ve Karabey Aksakal'ın davul zurna icrasıyla Atatürk’ün karşısında bir gösteri sunarlar. Bugün sadece Vağında özelinde bilinen ‘Ömer Ağa’ barını oynarlar ve Atatürk’ün takdirleri ile köye dönerler. Bu ikilinin bar hususundaki ustalıklarını anlatmak için köyde halen 'çay bardağı omuzlarında oynarlardı’ ifadeleri kullanılıyor.

Köy meydanında gençler ‘Ters Ayak’ oyununu sergilerken bunları düşünüyorum ve ‘iyi ki Vağında var’ diyorum. Kültürün yok olup gitmesinin önünde kale gibi duruyor. Boşuna değildi Binali Selman’ın Vağında’daki kültüre övgüsü ve Yaşar Aker’in ‘Vağındalıların olduğu yerde bardan konuşmak yürek ister’ sözü. 

Bayburt’un gelmiş geçmiş en ünlü ciritçisi: Vağındalı Ruşen Efendi

Daha sonra düğünün anısına köy meydanında oynanan cirit alanına geçiyoruz. Hiçbir kurala tâbi tutulmadan oynanan bu Kara Cirit, bana yine bu köylü bir sembol ismi hatırlatıyor. Hani şu attığı ciritler bir sakatlığa sebep olmasın diye kolu bağlanan ve cirit muhabbetlerinde ‘kolunu bağlayın’ deyiminin ortaya çıkmasına vesile olan Ruşen Yılmaztürk. Bayburt’un gelmiş geçmiş en ünlü ciritçisi diye anılıyor. 

1940’lı yıllarda köyde kendi konaklarının arkasında oynanan bir cirit müsabakasında Ruşen Efendi’nin attığı cirit, Konursulu Ali Bey’in gözüne rast gelince gözü kör olmuş ve o günden sonra Ali Bey, ‘Kor Ali Bey’ olarak anıladurmuş. Ruşen Efendi’nin o gün yarı yaşında olan bu genç, sonraki yıllarda kızına gönül koymuş ve Ruşen Efendi’nin damadı olmuş. Derler ki Ruşen Efendi, o üzüntüyü damadına karşı ömrü boyunca yaşamış. 

Bektaşiliği andıran yaşanmışlıklar…

Vağında’yı özel kılan bir diğer yanı köydeki yaşanmışlıklar ve bunların ustaca anlatımları. Bu anlatımlar Bektaşi fıkralarına taş çıkaracak türden. Bunlara dair de çok dinlemişliğim var. Onlardan ikisini paylaşayım. 

Zeki Yılmaztürk köyün tahsilli isimlerinden. Yukarıda bahsettiğimiz namlı ciritçi Ruşen Yılmaztürk’ün oğlu. Dedem Osman Okutmuş’un Haydar Paşa Lisesi’nden sınıf arkadaşı. Sonraki yıllarda köy okulunda öğretmenlik de yapmış. 

Köy camisinin henüz minaresi olmadığı dönemlerde Zeki Bey, bir gün cami çevresinde bir kalabalık görünce oraya doğru yaklaşır ve köyün gençlerinden birine seslenir:

- Nedir bu kalabalık?
Genç cevap verir. 
- Zeki Bey amca, camiye hoperlör tahmaya gelmişler. 
Zeki Bey:
- Eyi, eyi sevapdur tahsınlar, diyerek uzaklaşırken.
Genç bir daha seslenmiş:
- Zeki Bey amca, 500 lira istirler, onu tedarik edebilürsek tahacahlar.
Zeki Bey biraz da sinirli cevabı yapıştırmış:
- Get ulan oyani, paraynan olduktan sonra ben oriya zurna tahdururam. 

Vağındalılar’ın davul zurnaya olan sevgisi ve ilgisini, Alageyik Efsanesi’ndeki geyiğin sesini duyup deliye dönen Halil’in haline benzetirim. Bu anlatım onu çokça desteleyen bir anlatım.    

Bir diğer anlatım İmdat Sancar’a dair. Her ne kadar onu sevenlerin, ‘bu Mamlılar’ın uydurmasıdır’ diye yalanlamasına rağmen İmdat Sancar’a bu olayı sorduğumda sadece tebessüm etmekle yetinmişti. 

Bir gün babasını iyice kızdıran İmdat Sancar, onu yakalamak isteyen koca adamı epey koşturduktan sonra, son çare camiden içeri girmiş. Babası Miktat Sancar, cami kapısını araladıktan sonra oğluna seslenmiş:

- Çıh ola dışari İmdat. Beni kırk senedür ayah basmaduğum yere sohma..

***
Evet, böyle işte. Vağında ile bu kadar sıkı bağ kurmamı sağlayan İmdat Sancar’a, o kültür taşıyıcısı değerli insana sevgilerimi, saygılarımı sunarım. 

Vasiyeti de var bana. Sağlıklı, uzun ömürler dileyeyim. 

Kim öle, kim kala…