1997'de Çankaya Köşk'ünde yapılacak "Türk Dünyası'na Hizmet Ödülleri" töreninden önce ödül sahiplerinin isimlerini Demirel'e sunmuştum. Listede Türk Dünyası’ndan sorumlu Devlet Bakanı Abdullah Gül'ün, Türkiye'den ve Türkiye dışında başka bakanların da isimleri vardı. Demirel “İsabetli olmuş” diyerek, gerekli hazırlıklar için beni Genel Sekreter Necdet Seçkinöz'e yönlendirdi.
Necdet Seçkinöz listeyi gözden geçirdikten sonra "Abdullah Gül bize uymaz, O'nu çıkarın” dedi. Ben sessiz kaldım. Cumhurbaşkanı itiraz etmedikten sonra, Genel Sekreter'in tavrını dikkate almayacağımı içimden kararlaştırmıştım, öyle de yaptık.
Abdullah Gül'ün başbakanlığı sırasında, Ahmet Yesevi Üniversitesi ile birlikte ''Türkiye'nin Türk Dünyası Gündemi“ konulu bir panel düzenlemiştik. Başbakan Gül açılışa katılmıştı. Açılış konuşmalarını Ahmet Yesevi Üniversitesi adına Mütevelli Heyeti Başkanı Namık Kemal Zeybek, TÜRKSAV adına ben yapacaktım. Sonra da Başbakan Gül konuşacaktı.
O sıralarda Amerikan askerlerinin Irak işgalini Türkiye üzerinden yapıp yapmayacağı tartışmaları gündemin ön sıralarındaydı. Konuşmamda Başbakan Gül'e hitaben, “Eğer Amerika askeri illa da Türkiye topraklarını kullanacaksa, bunun bir önemli karşılığı olmalıdır. Mesela ABD, KKTC'yi tanımalıdır." dedim.
Bekledik ki Başbakan Gül konuşmasında bu konuya değinsin ama, olmadı.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra TÜRKSAV Yönetim Kurulu olarak ziyarette bulunduk. Gül'ün dayısı şair ve yazar Abdullah Satoğlu da vakfın yayın kurulu başkanı sıfatıyla heyetimizde yer alıyordu. Bize ayrılan görüşme süresi yirmi dakikaydı ama, görüşme sıcak geçti, kırk dakikayı buldu.
Vaktiyle Ahmet Necdet Sezer'e götürdüğümüz teklifimizi Cumhurbaşkanı Gül'e de ilettik. Şair Abdullah Satoğlu da destekleyici sözler söyledi. Cumhurbaşkanı Gül, Türk Dünyası konusunun önemi üzerine güzel sözler söylüyordu. Yine heyetimizde bulunan Umay Türkeş Günay'a dönerek, “Bizler bunları rahmetli babanızdan öğrendik. Rusya Devlet Başkanı Putin Türkmenistan'a altı kere gidiyorsa ben daha fazla gitmeliyim..."
Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasının bir yerinde de şunları söylüyordu: “Öğrencilik yıllarımızda "Bozkurtlar"ı sıranın altında tutarak okuyorduk... "Dayısı Satoğlu'nu işaret ederek, "Abdullah Bey benim velimdi ve onun tavsiyeleri de bizi yönlendiriyordu..."
Abdullah Satoğlu'nu kırk yıla yakın bir zamandır tanıyor ve biliyordum. Gerçekten dindarlığı kadar da inanmış bir Türk milliyetçisiydi.
Bu samimi görüşmemiz esnasında Cumhurbaşkanı Gül'e bir proje sundum ve açıklamalarda bulundum. Türk Dünyası’nın geleceği konulu bir eser yarışması açacaktık. Yarışma Türk Dünyasından isteyen herkese açık olacaktı. Değerlendirmeler sonunda öne çıkan eserler diğer Türk lehçelerine de aktarılacak, Türkiye'de ve o ülkelerde yayınlanacaktı. Rusça ve İngilizce çevirileri de proje kapsamindaydı. Kısacası bu projeyle bir gelecek vizyonu, bir yol haritası oluşturmayı amaçlıyorduk.
Cumhurbaşkanı Gül bunu çok sıcak karşıladı. Kendi himayesinde yapılmasını kabul etti. Gerekli kaynağı da sağlayacağını söyledi.
Uzun bir süre geçti, ses çıkmadı. Telefonla özel kalemi arayıp sordum. Projeyi bulamadıklarını, tekrar göndermemi söylediler, gönderdik. Yine epeyce bir zaman geçti, ses yok. Günün birinde Çankaya Köşkü'ndeki bir resepsiyonda Cumhurbaşkanı Gül'e yaklaşıp, durumu aktardım. “Nasıl kaybolur ben onun için gerekli sevki yaptım. Merak etmeyin.“
Dönüp bir iki adım atmıştım ki Genel Sekreter Mustafa İsen'i karşımda buldum. “Yahya Bey, projeye sponsoru siz bulacaksiniz..." Ben, "Ama Sayın Cumhurbaşkanımız söz vermişti, siz de yanimizdaydınız..." dedimse de Genel Sekreter israr ediyordu. “Peki" dedim, "Projeyi Cumhurbaşkanı'nın himayesine aldığını belirten bir yazı yazarsanız, sponsor bulmada bize dayanak olabilir..."
“Tamam yazacağız" cevabını aldıktan sonra ayrıldım. Yine uzunca bir zaman geçtikten sonra şu yazıyı aldık. "Projeniz Cumhurbaşkanlığınca desteklenmektedir. Genel Sekreter Mustafa İsen“ imza yerinde ise sadece M harfi vardı, yani sadece paraf...
Böyle bir yazı ile projeye sponsor bulunamazdı. Yazının fotokopisini ekleyerek, Cumhurbaşkanına hitaben "Zata Mahsus" ibareli bir mektup yazdım. Kendisinin “Ben buna kaynak sağlarım" sözünü de hatırlattım.
Bir cevap alamadık. Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra, bizim projemizin dönüştürülmüş bir şeklinin Türkiye ile sınırlı olmak üzere bir başka sivil toplum kuruluşuna verildiğini öğreniyoruz. Valilikler kanalıyla yürütülüyor, ilde verdikleri konferans karşılığında o kuruluşa özel idare bütçesinden onbeşbin TL ve üzerinde ödemeler yapılıyordu. Bizim projemizin dönüştürülmüş ve daraltılmış halinin bazı illerdeki sunumunu da Genel Sekreter Mustafa İsen yapıyordu.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e yine “Zata Mahsus” ibareli mektup yazıyor, durumu anlatıyor, olayın etik boyutunu da dile getiriyor, T.C. Cumhurbaşkanı'nın sözünün bir bürokrat tarafından boşa çıkarılmış olmasının anlaşılır bir durum olmadığını ifade ediyorum. Ayrıca bizim projemizin daraltılmış bir versiyonu olan o projeye, valiliklerin bütçesinden sağlanan bedelin, bizim proje bedelimizin beş katını bulabileceğini anlatıyorum.
Mektuplarımızdan Cumhurbaşkanının haberi olduğunu düşünmek zor. Bu sefer Genel Sekreter Yardımcısı imzalı bir cevap alıyoruz. Bizim projemizin dönüştürülmüş hali olan o projenin farklı olduğu ifade ediliyor, belirtilen diğer hususlarda da inceleme başlatıldığı söyleniyordu.
Bilmiyoruz , belirttiğimiz hususlarda başlatıldığı söylenen inceleme yapıldı mı, yapıldıysa sonuç ne oldu?
Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...