Tarihte medeniyetlere beşiklik etmiş, şiirlere konu olmuş, Türklerin kızıl elması olan şehirdir İstanbul. Onu en güzel şairler tasvir etmiştir. "Bu şehr-i stanbul ki, bi-müsli bahadır, Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır" dizeleri, şüphesiz İstanbul’u anlatan en güzel şiirdir.

Tarihte medeniyetlere beşiklik etmiş, şiirlere konu olmuş, Türklerin kızıl elması olan şehirdir İstanbul. Onu en güzel şairler tasvir etmiştir. "Bu şehr-i stanbul ki, bi-müsli bahadır, Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır" dizeleri, şüphesiz İstanbul’u anlatan en güzel şiirdir.

Türk-İslam mefkûresinde büyük bir önem kazanan İstanbul, kara ve denizlerin bitiştiği, harikulâde tabiat ve iklim şartlarının birleştiği, müstesna bir coğrafi beldedir. Bu emsalsiz güzelliğe sahip olabilmek, bütün milletlerin en önemli arzusu olmuştur.

Bu arzuyu gerçekleştirmek için Emeviler zamanında dört defa kuşatma yapılmış, ardından diğer kuşatmalar birbirini takip etmiştir.  

İstanbul bir idealdi ve Türkler için bir kızıl elma vasfı taşıyordu. Ayasofya’nın önünde dikili bir sütun üzerinde, at üstünde bulunan Justinianus heykelinin bir elinde bulunan kızıl bir küre, Türk kızıl elması ve Türk cihan hâkimiyetinin hedefi idi. Bizans tarafından tılsımlı olduğuna inanılan bu küre ile imparatorun dünyayı elinde tuttuğuna inanılırdı.

İşte Sultan Fatih, bu kızıl elmaya ulaşarak o tılsımı boşa çıkarıp, Bizans’ı yıkmış ve bir çağı kapatarak yeni bir çağı aralamıştır.

Fatih’e kadar Osmanlı Devleti, adeta gövdesi ve ayakları Anadolu ve Rumeli’de, başı ise İstanbul’da Bizans’ın elinde olan bir vücut görüntüsü sergiliyordu. Bu yüzden Osmanlı padişahlarının yegâne gayesi, bu başı gövdeye oturtmaktı.

Osmanlı döneminde İstanbul, sistemli olarak ilk defa Yıldırım Bayezid zamanında kuşatılmıştır. Fatih’ten önce son kuşatma ise babası II. Murat zamanında 1422 yılında yapılmış, ancak şehzade Mustafa’nın saltanat iddiası nedeniyle muhasara kaldırılmıştır.

Nitekim bu kutlu beldenin fethi, II. Murat’ın oğlu genç padişah II. Mehmet’e yani Fatih’e kısmet olmuştur. Hocası Ak- Şemseddin“Begüm bu kal‘anın fâtihi sen olasın deyü âlem-i şehzâdelikte sana tebşir ettük” diyerek daha şehzadeliği döneminde fethi gerçekleştireceğini işaret etmiştir. Tabi ki Ak-Şemseddin bu işareti, Fatih’teki kabiliyeti ve onun yetişme tarzını görerek vermiştir. Bu kudretli ve yetenekli şehzadeye, tecrübeli devlet adamlarından ve büyük âlimlerden oluşan yüksek bir heyet; maddi manevi bakımdan devrin en üstün ordusu ve nihayet bütün düşmanlarını ve Haçlı ordularını mağlup eden sağlam bir devlet miras bırakılmıştır.

Fatih’i bu denli başarılı kılan asıl etken onun kişiliğidir. Kişiliğini oluşturan zemin çok önemlidir. Fatih’in bu karakteristik özelliği, bir devlet adamında olması gerekenlerdir.

Evvela Fatih, kararlı ve inançlı bir yapıya sahipti. O, babası gibi güçlü bir hükümdarın bile başaramadığı İstanbul’un fethini mutlaka gerçekleştireceğine inanan ve bu konuda kararını kesin olarak veren bir padişahtır. Tarihçi Dukas’ın ifadesi ile

Fatih uyku nedir bilmezdi, elinde kalem kâğıt daima İstanbul’un haritasıyla uğraşırdı.

Bir gece aynı düşünce ile uykusunu kaybeden genç hükümdar, veziri azam Çandarlı Halil Paşa’yı gece yarısından sonra konağına çağırmıştı. Böyle zamansız çağırıştan korkan yaşlı vezir, elinde altın dolu bir tepsi ile huzura çıkmayı münasip görmüştü. Bununla beraber yine de ayaklarına kapanıyor ve getirdiği hediyeler dolayısıyla, tereddütlü olarak özür diliyordu. Fakat Padişah hediyelere memnun olmamış ve “bana bunlar değil İstanbul lazımdır” demiştir.

Fatih’in kararlılığı daha on iki, on üç yaşında ilk hükümdar olduğu zaman babasına yazdığı mektupta da ortaya çıkmıştır.

“Eğer bu diyarın şehriyarisen gel vilayetünü himaye et, eğer reaya olmağa rağbet etdünse anın hükmünü reâyet eyle” diyerek klasik söylemiyle hükümdar isen ordunun başına gel, yok değilsen sana emr ediyorum gereğini yap demiş olması, ondaki o azim ve kararlılığın göstergesinden başka bir şey değildir.

Yine kuşatmanın kaldırılması teklifini getiren Bizans elçisine, kendi sadrazamı dahi İstanbul’u alamayız uygun bir antlaşma yaparak ayrılalım demesine rağmen Fatih, “ya ben İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni “ diyerek efsanevi cevabını vermiştir.

Fatih’in bir başka özelliği serbest bir düşünce yapısına sahip olmasıdır.  Farsça ve Rumcadan Arapçaya tercüme edilmiş felsefi eserleri okur, ilim adamları ile müdavele-i efkâr yani fikir alış-verişi yapardı.

İlmi meselelerde herhangi bir din ve mezhebe mensup olursa olsun âlimleri himaye ederdi. Trabzon Rum imparatoru David’in maiyetinde olan Yorgi Ameruk’u kendisine musahib yani sohbet arkadaşı seçmiştir.

Batlamyus haritasını Filozof İvrokios’a yeniden tercüme ettirip haritadaki isimleri Arap harfleriyle yazdırtmıştır. Meşhur ressam Bellini’yi İstanbul’a davet ederek resmini yaptırtmış ve onu himaye etmiştir.

Fatih’in kendisi bir ilim adamı olduğu gibi devrin âlimlerini de fevkalade desteklemiştir. Matematik ve kelam alanında çok büyük birikim sahibi olan Fatih, Yorgios Amirutzes’ten Yunanca, Giovanni Mario’dan Latince ve İtalyancayı öğrenmiştir. Kritovulos’un anlatımı ile o, balistik sahasındaki keşifleri sayesinde orta çağın surlarını yıkmıştır. 1453 senesinde Aragon kralına Fatih hakkında verilen bilgi arasında padişahın maiyetinde biri Latince diğeri Yunanca bilen iki âlim daima yer almakta ve bunlar Fatih’e eski çağlar tarihi okumaktadırlar.

İlim adamlarını desteklemiştir. Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından elçi olarak İstanbul’a gönderilen, Ali Kuşçuya çok büyük ilgi ve alaka göstermiştir. Ona İstanbul’da kalmasını teklif etmiş, Ali Kuşçu elçilik görevimi yerine getirdikten sonra gelirim diyerek ayrılmıştır. Daha sonra, verdiği sözü tutarak İstanbul’a hareket etmiştir. Bunu duyan Fatih, Ali Kuşçu İran’dan hareket ettiğini duyar duymaz, bütün âlimleri Üsküdar’da onu karşılamaya göndermiş, günlük 200 akçe yevmiye ile Ayasofya medresesine müderris olarak atamıştır. Şamdanizade, Ali Kuşçu’yu “zekâ ve bilgi sahibi, fazıl ve hünerli biriydi. Kanunların hazırlanması ve diğer birçok hususta Ali Kuşçu’dan yararlanılmıştır.” Demektedir. Devrin bilginleri sadece Ali Kuşçu ve Akşemseddin’den ibaret değildi. O dönemde  Molla Kirmasti, Hasan Çelebi, Hızır Bey, Hayali Çelebi ve Molla Hüsrev diğer alimlerden sadece birkaçıydı. Bir gün bir düğün esnasında Sultan Fatih, Molla Gürani’yi sağ tarafına  Molla Hüsrev’i sol tarafına alınca Molla Hüsrev buna gücenip Bursa’ya gitmiştir. Buna duyan Fatih, çok büyük izzet ve ikramla Molla Hüsrev’in gönlünü almış ve tekrar İstanbul’a getirtmiş ve onu şeyhulislam olarak tayin etmiştir.

Fatih’in bir başka özelliği çok iyi bir ordu komutanı olmasıdır. Otuz senelik saltanatı boyunca yirmi beş sefer gerçekleştirmiştir. Bu sayede mevcut Osmanlı topraklarına on sekiz memleket daha katmıştır. Devlet idaresinde sert bir tutum sergiler, ciddiyeti asla bırakmaz, hissiyatını gizlemeyi çok iyi bilirdi. Yapacağı seferleri uygulama sahasına koyuncaya kadar gizli tutardı. “sakalımın bir teli dahi bilse onu bile koparırdım” sözü onun bu özelliğini ortaya koyar. Nitekim Şamdanizâde Fındıklılı Süleyman Efendi eserinde, “sultan olanlara böyle tedbir gerektir” diyerek, Fatih’in bu özelliğini methetmiştir.

Fatih, hoş görülü bir devlet adamıydı. İstanbul’u fethi sonrası Ayasofya’ya girdiğinde korkularından yerlere uzanarak ağlayanların susmasını işaret ederek Patriğe hitaben söylediği “Ayağa kalk, ben Sultan Mehmet, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız.”  Sözü, onun engin hoşgörüsünü olduğu kadar diplomatik zekâsını da ortaya koyar. Diplomatik zekâ diyorum çünkü Fatih böyle yaparak Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenmiş, ileri de Ermeni patrikliğini de kurarak, Hıristiyan mezheplerinin kontrolünü üzerine almıştır.

Fatih, Ortadoks kilisesini muhafaza etmek suretiyle mutaassıp Rum halkını memnun etmiş ve onları Katolik olmaktan kurtarmıştır.

Fatih, aynı zamanda iyi bir stratejistti. Yeni bir şehir fethettiğinde, orayı mamur hale getirmek ve şenlendirmek için, esnafı teşvik etmiş onları pek çok vergiden muaf tutarak bu şehirlere yerleşmesini sağlamıştır. Bu bağlamda İstanbul’u bir kültür şehri yapmış, Fatih camiinin yanına zamanın hukuk ve ilahiyat fakültesi özelliğini taşıyan meşhur sahn-ı seman medreselerini inşa ettirmiştir. Müderrislerin her türlü ihtiyacını karşılamış, öğrencilerin ücretsiz olarak barınmasını sağlamıştır.

Osmanlı devleti, Fatih ile beraber kurumsallaşmış, hazırlanılan Kanunnamelerle, devlet ile halk arasındaki ilişkilerin çerçevesi yasal zemine oturtulmuştur. Fatih kanunnamesiyle, bürokratik düzen belirlenmiş, protokol ve teşrifat bir kurala bağlanmıştır.

Fatih sayesinde Osmanlı Devleti’nin Türk-İslam dünyasında önemi bir kat daha artmış, bütün dünyada yeni bir çağın başlangıcı gerçekleşmiştir.

Bir Bizans tarihçisi olan Kritovulos onu, “padişahların en büyüğü, şahlar şahının en ulusu, hükümdarların en talihlisi, üstün, yenilmez, kara ve denizin ezeli irade ile hakanı” olarak tanımlamıştır. Yine Kritovulos, Fatih için, sen şair Omiros’un dediği gibi, memleketleri idarede ziyadesiyle tedbirli, savaş meydanında cesur bir aslansın, demektedir.

İşte bu cesur aslan sayesinde ayakları ve gövdesi Anadolu ve Rumeli’de, başı İstanbul’da olan Osmanlı Devleti, fetihle beraber başını gövdesine oturtmuş ve o güzide şehri bir daha elinden çıkmamak üzere Türk toprağı yapmıştır. O şehir ki şairlerin şiirlerini taçlandırmış, destanlara ve efsanelere konu olmuştur. Yine bu şehri en güzel şairler tasvir etmiştir. Sözlerimi bu güzel şiirlerden biriyle tamamlamak istiyorum…

Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan
İstanbul, İstanbul…

Mayıs / 2010

(*) Bozok Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Kaynakça:
Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth
Kritovulos, İstanbul’un Fethi
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi