Şair ne güzel demiş bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli. Gerçektende şehadetleri çok önceden ötelerde belirlenmiş bile. Peki, ötelerden gelip ötelere uzanan ezan sadece bir duyurumudur? Elbette ki Rasulüllah’ın (s.a.v); “Ya Bilal! Ezan ve namazla bizi ferahlandır” beyan buyurması Ezân-ı Muhammedî’nin sadece bir duyurudan ibaret olmadığı, esenlik kaynağı olduğunu gösterir.
Kelime anlamı bakımdan Ezan bildirmek, çağrı, davet demek, İsra ise miraç manasınadır. İşte Ezan ve İsra bir araya geldiğinde hem dinin temelleri atılmış olurken, hem de dinin direği ve çatısı kurulmuş oldu. Diyebiliriz ki İslamiyet’in ilk yıllarında Sahabe-i Kiram bu temelden yoksun sayılırdı, sadece bir cümlelik; ‘Essalatü camiatün’ (namaz bir araya getirir) davetiyle namaza icabet ederlerdi. Neyse ki ilerleyen zamanlarda namaz vaktinin nasıl duyurulması gerektiği hususu istişareye açıldı da Ezan-ı Muhammedî çağrısıyla buluşuldu. Malum bu buluşma öncesinde; kimi çan çalalım, kimi boru sesi olsun, kimi ateş yakalım, kimi bayrak dikelim vs. demişti. Tabii bunların hiç biri kabul görmedi. Belli ki dinin temelleri bir şeylere dayandırılması gerekiyordu, dayandırılır da. Zira kaynaklarda ezanın birinci doğuş sebebinin; Miraçta Cebrail’in ezan okuyup imam olması olarak zikredilir. İkinci ise Abdullah b. Zeyd’in bu konuyla alakalı gördüğü rüya sebep teşkil etmiştir Nitekim rüyada gördüğü bir meleğin kendisine öğrettiği ezanı Rasulüllah’a bildirmesi üzerine Allah Resulü; “Kalk bu gördüğün rüyadaki sözleri Bilal’e öğret, onun sesi daha gürdür” demesiyle birlikte ilk ilan gerçekleşmiş olur. Yani ezan tıpkı Kur’an gibi kaynağına uygun olarak cümle âleme Arapça ilan edilmiş olur. Böylece ezanı Arapça dışında okumanın sahih olmadığı anlaşılır. Tabii bu ezana has bir kaidedir ama İsra (Esra- Miraç yolculuğu) için öyle değildir. Özellikle Esra dedik, niye? Çünkü 5 vakit namaz Esra hadisesi müminlere farz oldu da onun için elbet. Madem Esra deyince namazı hatırlıyoruz, o halde namaz miraçtır dersek yeridir, zaten öyle de. Neyse konuya yeniden döndüğümüzde ezanı başka dilde okumak sahih olmadığı apaçıkken, aynı kaideyi namaz için pek kolay söyleyemiyoruz. Kelimenin tam anlamıyla Farsça ezan sahih değildir, isterse ezan olduğu bilinsin. Zira Hanefi fıkhı üzerine yazılmış İbn-i Abidin adlı esere baktığımızda Farsça sözle namaza başlamanın bundan istisna olduğunu görürüz. Bu demektir ki Farsça namaza başlamanın sahih olduğudur. Yani bu eserden hareketle; ezanın orijinali haricinde diğer türlü okunduğunda (mesela Farsça) insanlar okunan çağrının ezan olduğunu bilseler bile caiz olmadığı anlaşılır. Belli ki bu temel kaideler bize Ezân-ı Muhammedî’nin tüm Müslümanları tek kalp, tek yürek ve tek dilde birleştiren orijinal duyuru olduğunu göstermeye yetiyor. Bu yüzden başka bir dilde okunmasına geçit verilmez. Kaldı ki Müslümanlar dünyanın neresine giderlerse gitsin minarelerin şerefesinden yankılanan tevhidi çağrının sadece orijinaline aşinadır. Hatta bu aşinalık birlik ve dirliğimizi oluşturan ilan olur da. Bu da yetmez minarelerde yankılan bu duyuruya icabet eden her Müslüman omuz omuza birlikte saf olur da. İşte bu yüzden rüya âleminden bu ümmete lütfedilen Ezan-ı Muhammedî Bilal-i Habeşi’nin başlattığı o gür ilan orijinal haliyle minarelerimizden kıyamete kadar yankılanacağının ümidini verir. Buna inancımız tamdır. İyi ki de bu duyuru her ırktan, her milletten insanın ortak anlayacağı dilde yankılanıyor, bakın Allah-ü Teâlâ; “Allah’a davet edip iyi amel işleyenlerden daha güzel sözlü kim olabilir” (Fussilet 33) buyurmakta.
Rabbül Âleminin; “Allah ve Resulü tarafından insanlara ilan et” (Tevbe, 3) ayetiyle buyurduğu ‘ilan’ ile ‘İnsanlara Haccı bildir’ (Hacc 27) ayetinde zikredilen ‘bildir’ aynı mana ihtiva etmekle birlikte ‘ilan’ daha çok Ezan-ı Muhammedî çağrıştıran davet manasına bir paroladır. O halde davete icab etmek düşer bize.
Ayrıca Ehlisünnet âlimlerinin dinin şahidi temeli ezanla ilgili adab ve usuller için söylediklerine baktığımızda ortaya özetle şu kaideler çıkıyor:
- Beş vakitte kılınan namazlar için ezan ve kameti terk etmek mekruhtur. Ancak ezan ve kamet terk edildiğinde bu namazlar iade edilmez, sadece vakit girmeden okunan ezan tekrarlanır. Keza aynı temel kaide kamet içinde geçerlidir.
- Kuruntulu veya kasıntılı insanın kulağına ezan okunursa kuruntuyu giderir. Tabii ki burada temel amaç kuruntuyu gidermek değildir, asıl bizim için kuruntunun giderilmesinden ziyade Sünnet-i seniyye'nin yerine getirilmiş olması çok daha önem arz eder. Öyle ki bu sünnet sayesinde yeni doğmuş bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunup çocuğun ilk ilmi eğitimine start verilmiş olur da.
- Bir müezzinin erkek, akıllı, takva sahibi, sünnete vakıf ve namaz vaktini bilmesi gerekir ki onun hakkında yeterli şartlara haiz bir müezzin denilebilsin. Dolayısıyla delinin, mümeyyiz olmayan çocuğun, sarhoşun, kadının, fasık kişinin, kâfirin, bayılan kimsenin ezan okuması mekruhtur. Ancak buluğa yaklaşmış çocuğun, kölenin, âmâ’nın okuyacağı ezan kerahetsiz caizdir. Sahih olan köle ve çocuklar cemaat olamayacağı gibi ezan okumamasıdır. İlla da köle ezan okuyacaksa da sahibinin iznine bağlı olarak gerçekleşir.
- Teganni şarkı söylemek gibidir. Kaldı ki sesi güzel olanın teganni yapması lazım gelmez. Aslolan Ezan okurken kelimelerin arasını ayırarak okumaktır. Kamette ise birleştirerek okumak esastır. Nitekim Resulü Ekrem (s.a.v); “Ezan cezm’dir” buyurmakta. Yani sesi güzel olanın teganniye ihtiyacı olamaz. Bu yüzden Resulü Ekrem (s.a.v); “Ezan okunduğu zaman kelimelerin arasını ayırarak oku, kamet getirdiğin zaman da kelimeleri birleştirerek oku” beyanıyla kametin seri okunacağına işaret etmiştir.
- Ezan okunurken konuşulmaz. Şayet konuşulursa ezanın yeniden okunması icab eder. Hatta ezan okunurken selamda alınmaz.
- Ezanda parmaklar kulaklara koyularak okunur, kamette ise parmaklar kulaklara konulmaz. Kamette neden konulmadığı malum, zira cami içerisinde işitememe gibi bir problem yok ki. Kaldı ki kamet dışarıya yönelik bir çağrı değildir, içeride cemaate yönelik duyuru olduğundan kametin seri bir şekilde okunmasını gerektirir. Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v) Bilal-i Habeş'e; “Parmaklarını kulaklarına koy. Çünkü bu sesini daha yükseltir” diye buyurmuştur. Zaten yukarıda da belirttiğimiz üzere kamet getiren bir kişi iki parmağını kulaklarına koymaz demiştik. Niye derseniz, gayet açık, alçak sesle yapıldığı içindir elbet.
- Kamette müezzin ‘Hayya alel felah’ derken cemaatin ayağa kalkması adaptandır. Şayet İmam mihraba yakın değilse her saf arasında imam geçtiğinde kalkması daha uygun olur.
- ‘Kad-kâmetis-salâtü’, 'Kad-kametis-salâh’ denildiğinde anlamı ‘Namaz başladı’ demek olduğundan imamın namaza başlaması adaptandır. Çünkü imam böyle yapmakla müezzinin sözünü doğrulamış olur. Bununla birlikte kamet getirdikten sonra namaza başlansa sakınca yoktur. Nitekim İmamı Azam'ın talebesi İmam Yusuf böyle uygun görmüştür. Ayrıca kamet alınırken camiye giren ayakta beklemeden oturmalı, doğru olan cemaat ayağa kalktıktan sonra kalkmasıdır.
- Ezanı dinleyen kimsenin müezzinin okuduklarını tekrarlaması menduptur. Vacip olan şu ki; ezanı işittiğimizde yürüyerek icabet etmek gerektiğidir, yani camiye gidip cemaatle namaz kılmaya koyulmalıdır.
- Kaza namazlarının birincisinde ezan ve kametin her ikisinin birlikte yerine getirilmesi sünnettir. Akabinde devam eden diğer kaza namazlar için ezan okuyup okumamakta kişi muhayyerdir (serbesttir), yani dilerse okur dilerse okumaz. Hakeza yolcunun kameti terk etmesi mekruhtur, ama ezanı terk etmesi mekruh değildir.
- Kadın kamet getirir, ama ezan okumaz.
- Evde ezan okuyan ancak kendi işiteceği seste okur, fakat birazcık seslenmesi daha uygun olur.
- Arafat’ta (cem-i takdimde) bir ezan, iki kamet getirilir, Müzdelife’de (Cem-i tehir) ise bir ezan ve bir kamet getirilir.
- Fasık bir kişinin imamlığı, takva sahibi cahilin imamlığından daha evladır.
- Abdestsiz ezan okumak mekruh değildir, ama cünüp kimsenin ezan okuması mekruhtur, dolayısıyla cünüplüyken okunan ezan iade edilir. Ancak cünüp kimse bir başkasının okuduğu ezana dil ile icabet etmesinde beis yoktur. Zira bu icabet ezana değil, müezzinedir.
- Kur’an ve ezan okuyana selam vermek meşru değildir.
- Bir kimse mescitte müezzin kamet getirirken camiye girerse imam mihraba geçinceye kadar oturması daha uygun düşer.
- Bir kişinin iki mescitte müezzin olması mekruhtur. Çünkü ikinci mescitte okuyacağı ezan nafile sayılır. Kendisinin yardımcı olmadığı farz olan bir namaza halkı davet etmesi uygun düşmez.
- “Ezan işitince ayağa kalkın! Çünkü o Allah’tan gelen bir emirdir” hadisinden maksat namaza gidin, ya da kamet manasınadır.
- Ezan farzlar için sünnettir. Vitirde yatsının ezanı ile yetinilir sadece.
- Ezan vaktinden önce okunursa tekrarlanır.
- Ezana dört tekbirle başlanır. İlk şahadeti alçak sesle, sonra dönerek yükse sesle okumak mekruhtur. Ezan aheste aheste okunur, Hayya ales salah- Hayya alel felah derken sağa sola dönülür,
- Sabah ezanına ‘Es-salatü Hayrun mine’n-nevm’ (Namaz uykudan hayırlıdır) ilave edilir.
- Minare genişse ezanı dönerek okunur. Rasulüllah döneminde minarenin olmamasından hareketle dönmeye itiraz edilmemeli. Minare mani değil, üstelik sürekli uygulanan bir adap olduğundan teamül haline gelmiştir.
Tabii bu sıralanan hususlar Ezanın zahiri yönünü ortaya koyan temel kaidelerdir. Unutmamak gerekir ki, temel kaidelerin yanı sıra ezanın birde batini yönü vardır. Nitekim Ezan-ı Muhammedî bir yönüyle ins ve cin, yani görünen görünmeyen cümle âleme namaz vakitlerini hatırlatırken diğer yönüyle de tevhidi zikri duyurmaktadır. Kelimenin tam anlamıyla Ezan-ı Muhammedî İlây-i Kelimetullah’ın gönüllerde yankı bulmasını sağlayan tevhidi zikirdir.
Anlaşılan o ki, Ezan deyip geçmemek gerekir, hakkını vermek icap eder. Şöyle ki;
Bir demirci ezan okumakta olan müezzini dinlemeye koyulur. Ezan-ı Muhammedî bittiğinde demirci; şu adam ezan okuyor ama samimi değil, hakikati haykırmıyor deyince derler ki:
—İşte müezzin ezan okuyor ya, hiç bunun yalanı mı olur?
Demirci:
—Evet, evet! Müezzin gerçeği ilan etmiyor, şayet o ihlâslı okusaydı çıktığı yerin çöküvermesi gerekirdi der ve akabinde;
—Birde ben okuyayım bakın nasıl okunuyormuş diye söylenip demir yığınının üzerine çıkar ve başlar ezan okumaya. Okudukça ayağını altındaki demirler eriyip akmaya başlar.
Ezan’ı bitirince kendisini gözlemleyenlere şu itirafta bulunur:
—Bende gerçeği duyuramadım, baksanıza eğer samimi şekilde okusaydım benim de erimem gerekirdi. İşte tevazu, işte Allah’a tam teslimiyet ifadesi budur.
Tabii demirci örneği tam bir takva örneğidir. Herkesin bu takva halini yakalaması elbette ki zordur. Her ne kadar biz ezanın takva yönünden çok uzak olsak ta hiç olmazsa ezanın zahiri yönüne vakıf olmaya çalışalım. Bizim için bu bile büyük kâr. O halde ne duruyoruz ehlisünnet imamların ortaya koyduğu zahiri bilgileri hayatımıza yansıtalım. Zira Ezan-ı Muhammedî yüreklerimizi ferahlatan bir çağrıdır.
Evet, ne mutlu o insanlara ki, yanık gönülleri sayesinde İlay-i Kelimetullah duygusuyla huzura eriyorlar. Allah adı ve Habib’inin adı her okunan ezanla her saniye cümle âlemde yankılanır da. Şair diyor ya, bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, aynen öyle de dünyanın her yerinde okunan Ezân-ı Muhammedî’nin yaktığı İ’lây-ı Kelimetullah meşalesi ebediyen sönmez de. Bakın İnşirah Suresinin dördüncü ayetinde mealen Allah (c.c.) Habib’i için; “Senin ismini (şarkta, garbda yer kürenin her yerinde) yükseltirim” buyuruyor.
Gerçekten de garba (batıya) doğru bir tül derecesi (111,1 km) gidilince namaz vakitleri dört dakika gecikiyor. Bu demektir ki her 28 kilometre gidişte aynı vaktin ezanı birer dakika aralıklarla tekrar okunmaktadır. Derken yeryüzünde Ezân-ı Muhammedî’nin okunmadığı bir an yoksun kalmaz. Böylece 24 saat içerisinde tüm kâinat Ezan sesleriyle yankılanıp cümle âlem nasiplenmiş olur.
Vesselam.