Etnosantrizm bir yandan sosyal değişmeye uyum sağlayamamak olarak ortaya çıkarken, diğer taraftan da kendine rakip olabilecek sağ ve sol ulusal akımların milliyetçilik damarlarını kabartıp güç tazeleyebiliyor. Hatta etnosantrizm bunla da kalmayıp fırsatını bulduğunda siyasi arenada yerini alabiliyor. Elbette ki parti kurup siyasi arenada yer almalarından gocunmayız, ama kurdukları parti her halükarda ülkenin bütününe şamil bir parti olarak sahne almış olmuyor, belirli etnik kimliği temsil hüviyetine bürünmüş bir parti olarak sahne almakta. Zaten isteseler de ülkenin bütününü temsil etmeleri pek mümkün gözükmüyor. Nasıl bütünü temsil etsinler ki, bir kere eşyanın tabiatına aykırı yapılanma ve örgütlenmeleri söz konusu. Zira bu örgüt modelinde etnik kültürün biricik temel öğe; milleti oluşturan fertler değil, milletten kopuk etnik örgüttür. Öyle ki etnik örgüt adına yapacakları her türlü fiili eylemin doğuracağı neticelerin sorumluluğu da mükâfatı da etnik gruba ait bir değer olup onlar için asla ve kat'a yetki paylaşımına yer yoktur. Hakeza etnosantrizm oluşumda hukuka da yer yoktur, onlar için kuralsızlık esastır. Kuralsızlık öyle grubun iliklerine kadar işlemiş maraz bir illet ki, grubu oluşturan her bir ferdin kalp dünyalarında bir katre damla olsun merhametten eser bulamazsınız. Öyle kalpleri katılaşmış ki, her giriştikleri şiddet hareketlerinde sorumluluğu tek başına üstlenmezler, grup olarak üstlenirler hep. İşte bu yüzdendir ki Peygamberimiz (s.a.v)'in Veda hutbesinde; “Herkes kendi işlediği fiilinden sorumludur” hadis-i şerifi etnosantrizmle taban tabana zıt bir ilahi buyruktur.
Entrsantrizmi dünden bugüne toplumların ruh dünyasını karartan veba olarak da tanımlayabiliriz. Bu öyle hastalıklı bir veba yapı ki, bizim olan topraklara bulaşmış durumda bile. Nece zamandır bünyemize sirayet ettiğinden bu güne bir türlü kendimize gelemedik dersek yeridir. Bilhassa hedef edindiğimiz modern çağın en üst seviyelerine sıçrama hamlesinden bizi alıkoyan illette etnosantrizmdir. Baksanıza ilerlememize engel bu illet yapı sanayileşmeyi bir yozlaşma, bir sapma olarak görmekte. Ve onlar için tek gerçek kendi iç dünyalarında oluşturdukları grup narsisizmidir. Oysa hizipçilikten (grup narsisizmden) kim ne bulmuş ki onlarda bulsun. Aklı olan marjinal kalmak yerine bir büyük birime dahil olup dar alana haps olmaktan kurtulmaya bakar. Ki, birlikten büyük bir güç doğar da. Ama gel gör ki, çağı okumaktan aciz bu ufku dar gruplara ne anlatsanız fayda vermez.
Evet, ufuksuzluk sığ bir bakıştır, ne kendilerine ne de başkalarına faydası vardır. İlginçtir etnosantrizm illetine kendilerini kaptıranların bunca ufuksuzluklarına rağmen bir bakmışsın küreselleşen dünyamızda kendine yer bulup yollarına devam edebiliyorlar. Hadi varlıklarını sürdürmelerine bir nebze olsun görmezlikten gelsek de, asıl bizi düşündüren ana etken saik, bulaşıcı bir virüs ya da bulaşıcı veba halde herhangi bir ülkeye girdiklerinde anti şehir tutumlarıyla o ülkenin temel dinamiklerini bir anda sarsma özellikleridir. Ne diyelim, etnosantrizm böyle başa bela bir veba, dahası kendine özgü cehaletin tâ kendisi oluşum, kör sapkın bir akım. Hele bir insan zırcahil böyle bir akımın ağına düşmeye dursun ne anasına, ne babasına, ne kardeşlerine, ne çevresine faydası olur, ne de ülke idarecilerine itaat eder. İtaate ne söz, girdikleri ülkeleri barut fıçısına dönüştürebiliyorlar. Her şeyden öte grup olarak girdikleri her yerde grup narsisizmi uğruna her an pimi çekilmeye hazır canlı bomba adayı olabiliyorlar. Bunlar için iflah olmaz asi ve narsist gruplar dersek yeridir. Öyle ki bu oluşumları ıslah etmek adına düz tutsan olmuyor, eğri tutsan olmuyor, yatay tutsan olmuyor, dikey tutsan olmuyor, belki oyalayarak tutmak en doğru yöntem olsa gerektir. Bakın devlet erkânı dizginleri tutmak adına bunca zamandır bilgi çağından uzak bu toplulukları daha büyük üst birim hale dönüştürmek için elinden gelen tüm imkânları seferber etmiş durumda. Ama gel gör ki; tüm bu çabalar çoğu kez etnosantrizmin canlı intihar bomba eylemleriyle karşılık bulup boşa çıkartılabiliyor. Bir kere yakayı etnosantrizme kaptıran narsist gruplar başıboşluğa alışmışlar, isteseler de geçmişte Moğol serdarlarını hiçte aratmayacak şekilde her tarafı yıkıp dökmekten, hendek kazmaktan vazgeçmeyecekler gibi. Maalesef sivil inisiyatif bir tutum, bir refleks sergilemek yerine Moğolluğa, barbarlığa ve başıboşluğa özenip etnik fanatik grup olarak hayatlarını idame etmeyi yeğlemekteler. Her hal ve şart içerisinde şöyle silkinip düşünüp de bir büyük birim olmaya yanaşmazlar. Besbelli ki onları bütünleşmekten alıkoyan en temel saik, ait olduğu gruba taparcasına tutunmak ya da etnik grubun adamı olma hevesidir. Anlaşılan etnik fanatizm üst dorukta bir değer ama bu değer içerisinde asla idareci ve idare edilen ikilisine yer yoktur, onların yönetim anlayışında sadece narsisizmce ve grupça hareket etmek ağırlıklı bir değerdir. Bundan dolayı grubun dışına atılmak, bir grup üyesi için intihar demektir. İşte insanlıktan bihaber bu iflah olmaz gruplar her ne kadar topluma ve devlete kazandırmaya yönelik bir takım projeler devreye girse de intibakları hiçte kolay bir iş değil. Dedik ya bir kere bu tür narsist gruplar devlet kuruluşlarını bir örgüt karargâhı, devlet yöneticilerini de bir aşiret ağası gibi görmekte, dolayısıyla yontulmaları zor gözüküyor. Nitekim tarihte Hz. Ali (k.v), Haricilerin başkaldırılarına karşı yürüttüğü o uzun soluklu mücadelesi bu durumu teyit ediyor. Olsun, yine de Hz. Ali (k.v)’in o uzun soluklu mücadelesine benzer bir mücadele içerisinde kendimizi bulsakta etnosantrizm vebasına karşı mücadeleden yılıp pes etmemek gerekir. Her şeye rağmen bu tür Harici oluşumları ıslah etmeye yönelik ortaya konulacak her türlü proje çalışmalarına destek vermek lazım gelir. Dahası inadına inat sivil toplum, sivil katılım, sivil inisiyatif formatında kurallı topluluklar olma yolunda üzerine üzerine gitmekte fayda var. Olur ya, bir bakmışsın hep birlikte kardeş olmuşuz, neden olmasın ki?
Ah aklını grubun aklına tutsak kılan zavallılar! Bir kez olsun biz nerde yanlış yaptık diye kendi kendinize muhasebe yapsanız fenamı olur. Baksanıza öyle zihninizde ürettiğiniz etnosantrizm illeti taassub derecede bir tutku olmuş ki, akıl mantık hak getire, bir kez olsun düşünmeye bile gelmez haldesiniz. Öyle gırtlağına kadar taassup bataklığına batmış durumdasınız ki, bu bataklıktan çık çıkabilirseniz. Yinede bunca iflah olmaz halinize rağmen birileri mutlaka ortaya çıkıp sizlere toplumdaki sosyal değişmenin tam tersi bir istikamette yol izlemekle çok büyük hata içerisinde bulunduklarını hatırlatmalı. İcabında bu da yetmez, sizlere tarihi süreç içerisinde toplumların geçirdiği sosyolojik evrelerden örnekler sunmalı. Nasıl mı? İşte, bizim tarihi süreç içerisinde kendi sosyal değişim evrelerimize şöyle bir göz attığımızda, ilk küçük çapta sosyal değişim evresi geçirdiğimiz ve organize olduğumuz ilk birimimiz ‘klan’ olarak tarif edilir. Klan oluşumunda her bir çadır aileyi oluştururken, aileden oluşan çadırlar da obayı oluşturur, çadırlar topluluğu ise ‘Hayy’ı oluşturmakta. Dahası Hayy aile biriminin de üstünde bir üyeler topluluğu ya da akraba toplulukların hepsini kapsayan kavim (sop, klan) olarak nitelenir. Derken buradan ‘kabile’ yapıları vuku bulur. Özetle çadır aileyi, çadırlar topluluğu Hayy’ı, Hayy’larda kabileyi oluşturmakta. Nasıl ki derelerin birleşmesiyle nehirler, nehirlerin birleşmesiyle denizler, denizlerin birleşmesiyle okyanuslar oluşuyorsa, küçük alt birimlerin birleşmesiyle de büyük birlikteliklerin doğması kaçınılmazdır. Ancak küçük bir birimden büyük birime yol alırken soy sop faslı gütmeden bir arada kardeşçe nasıl yaşanır onun alt yapısını oluşturmak daha çok mühim bir hadisedir. Aksi takdirde küçük birimden büyük bir birime geçmişiz neye yarar ki, en fazla yüz seneyi geçmeyecek Moğol Barbarlığı hükümranlığına benzer bir ömür törpüsü bir evre yaşarız. Şayet buna da hükümranlık denirse. O halde gerçek anlamda hükümran olmak gerekir. Dahası büyük düşünüp kendi öz potansiyel gücümüzün farkına vararaktan asırlara hükmedecek bir büyük birim olarak kendimize hedef edindiğimiz 2023 Yeni Türkiye’sine giden yolda kardeşliği sabote edecek her türlü fitne, fücur ve ayak oyunlarına geçit vermemek gerekir. Bakın geçmişte kökümüzden kopmadan mahallilikten milliliğe, millilikten evrenselliğe emin adımlarla geçememenin doğurduğu birtakım sancılar Türkiye’yi modern çağın en üst seviyesine ulaştırma arzusunu sekteye uğratması bir yana bugün de gelinen noktada etnosantrizm bir başka açıdan ülkemizin kanayan yarası ya da güneydoğu meselesi olarak karşımıza çıkabiliyor.
Peki, bu durumda ne yapmalı? Hiç kuşkusuz yapılması gereken ilk hamle hiçbir etnik unsurun kökeni ve kimliğini sorgulamaksızın yaşadığımız coğrafyada her etnik unsuru bir üst birimle buluşturmak olmalıdır. Gerçekten de büyük bir samimiyet içerisinde böylesine atılacak ilk adımla birlikte ülkemiz üzerine çöken tüm sis perdelerinin çekileceği muhakkak. Nitekim bunun gereği olarak ta ikinci adım da 'İri olmak' 'Diri olmak', 'Bir olmak' ve 'Hep Birlikte Türkiye olmak' mecburiyetimiz vardır. Hatta Büyük Türkiye yolunda acelemiz var. Nasıl acele etmeyelim ki, baksanıza grup narsisizmi hiç boş durmuyor ki, kanayan yarayı daha da kangrenleştirmekteler. Ki, asıl asabiyet ve ırkçılık budur. Ancak bu arada asabiyet derken sapla samanı karıştırmamak gerekir. Bir kere kavim ve millet kavramlar ikisi aynı şeyler değildir. Her ne kadar elma armut her ikisi meyve olarak bilinsede sonuçta biri elma diğeri armuttur. Dolayısıyla kavmiyetçilik ve milliyetçilik birbirinin aynısı kavramlar değildir. Ne var ki kavramlar arasındaki nüans farklılığını ayırt edemeyen bir takım sözde aydınlar dini kaynaklarda sıkça zikredilen kavimle ilgili hükümlerden hareketle milliyetçilik kavramına farklı anlamlar yükleyebiliyorlar. Oysa soy sop, klan ve kavim kavramları akrabalar için kullanılır, kabile kavramı ise taraftar manasınadır, bunun bilinmesi gerekirdi. Maalesef sapla samanı karıştırmayı adet edinen sözde aydınlar sosyolojik alt birimlerle millet ve milliyetçilik kavramlarını aynı kefeye koyup tartabiliyorlar. Her neyse onlar aynı kefede tarta dursunlar şu bir gerçek etnik kimlikler bir üst birime evirilmediği sürece grup narsisizmi Türkiye'nin yumuşak karnı olmaya devam edecek demektir. Umulur ki bu karın ağrısı sancı daha uzun sürmez, Allah korusun bu sancıyı atlatamazsak tıpkı Osmanlının son dönemlerinde hasta yatağında çektiği o amansız sancıların aynısını bizde yaşayıp kurda kuşa yem olabiliriz.
Anlaşılır gibi değil, tarih boyunca bunca yaşanan acı tecrübelerden sonra gereken dersler alınmamış olsa gerek ki halen aramızda kurtuluşu etnosantrizmde arayan insanlar var. Oysa ırkçılıktan kim huzur bulmuş ki, bu fanatik oluşumlarda bulsun. Sanki aklını peynir ekmekle yemişler. Yazık, hem de ne yazık, üstüne üstük şu an böylesi fanatik gruplara Allah akıl fikir versin demekten başka elimizden bir şey gelmez de.
Evet, tıpkı ahtapotun kollarına ahmakça teslim olan mikro canlılar gibi küçük alt birimlerde kendilerini ahmakça narsisizmin kollarına atmakla genç yaşta hayatlarını karartıp etrafa tedhiş salmaktalar. Ne diyelim tek kurtuluş yolun grup narsisizme bağlı kalmakta gören bu zihniyetten başka ne beklenir ki.
Bilgi çağında küçük bir köy haline gelen yaşadığımız şu dünyada narsist grupların anti dönüşüm tutum bir yol izlemeleri hem kendilerine zarar vermekte hem de ülkemize. Öyle ki ülkemizle süper devletlerarasındaki gelişmişlik açığını kapatmada bize en büyük engel saikımız olmaktalar. Maalesef bağımsız düşünememek, özgürce ortaya irade koyamamak bu kör sapkın grupların en belirgin hasletidir. Şayet 2023 Yeni Türkiye hedefine sağ salim ulaşmak istiyorsak bir an evvel Güneydoğu meselesini çözüme kavuşturmamız şart. Aksi halde bizi etnosantrizm silahıyla ilerleyişimizi durdurup arkamızdan hançerlemekten geri durmayacaklar. Baksanıza bir takım zinde güçler 2023 Yeni Türkiye yoluna giden yolda her türlü kozu kullanıp kimi zaman hendek kazarak, kimi zaman canlı bomba ve canlı kalkan olarak karşımıza çıkmaktalar. Kelimenin tam anlamıyla Gezi olaylarından tutunda, 17 Aralık Paralel İhanet Çetesi Darbe Girişimi, Ankara Garı Patlama gibi bir dizi hadiselere kadar hemen her olayın arka planında etnosantrizm silahıyla Türkiye’mizin çağlar üzerinden sıçrayış ve ilerleyişini durdurmak güdüsü vardır.
Evet, hayali bir şeyden bahsetmiyoruz, bilakis ihmale gelmez narsist bir bariyerden söz ediyoruz. İşte Güneydoğuda neredeyse yarım asırdır süren terör hadisesi hayalden söz etmediğimizin en tipik bariz delili. Bu güne dek kardeşkanı dökülmesin, anaların gözleri yaşarmasın, Fırat’a ağıtlar yakılmasın diye denemediğimiz usul, yöntem kalmadı gibi. Bakın geldiğimiz noktada halen etnosantrizm kol gezmekte. Gezdikçe de etrafa dehşet saçmakta, çözüm süreci rafa kalkabiliyor. Bir anda umutlarımız sel olup Fırat sularına karışabiliyor. Oysa Fırat boğulmak için değil, hayat bulmak için vardır. Yinede her şeye rağmen Fırat kıvrım kıvrım yatağında aktıkça umudumuzu yitirmemeli, umut var olmalı. Fırat GAP’a kavuştukça, GAP Fırat’la çağladıkça umutlar yeşerecek elbet. Malum, umutların tükendiği noktada ne Fırat ne de GAP’tan söz edebiliriz. Madem öyle hiçbir umutsuzluğa düşmeden 'İri olmak', 'Diri olmak', ‘Bir Olmak’ ve ‘Hep Birlikte Türkiye Olmak’ için tüm enerjimizi Fırat’ça ortaya koymak gerekir. Nasıl mı? Mesela; devlet ve millet olarak el ele gönül gönüle vererek büyük bir dayanışma içerisinde ekonomik ve sosyal tedbirlerle tüm aşiret yapılanmaları büyük birime terfi ettirebiliriz pekâlâ. Yetmedi külfette ve nimette beraberliği sağlayacak tüm projeleri hayata geçirebiliriz pekâlâ. Hatta daha da yetmedi bu arada narsist grupların çözüm sürecini sekteye uğratmak için ülke genelinde işledikleri katliamlar nedeniyle şimdilik buzdolabında dondurmaya aldığımız çözüm paketini tekrar çıkarıp sil baştan yeniden ele almak ta gerekir. Peki, bunun sonunda ne var denildiğinde, elbette ki tüm projelerin devreye girmesiyle birlikte etnosantrizmin etrafa saldığı tedhiş ve şiddet hareketleri sona erecektir.
Şu bir gerçek; geçim sıkıntısı, gelecekten endişe duyma ve zor hayat şartları bölge insanını dağa çekebiliyor. Dolayısıyla bütçeden ayrılacak aslan payın büyük dilimini Doğu ve Güneydoğu'ya ayırmakta fayda var. Çünkü Doğu ve Güneydoğu kalkındıkça etnosantrizm içte ve dışta taban bulamayacaktır. Doğu ve Güneydoğu kalkındıkça buralardaki yerleşim alanların her biri ilerisinde metropol şehirlere dönüşüp göçebe dinamizmi etkisini yitirecektir. Malum, şehirleşememek yerleşik olmamak demektir. Nitekim PKK şer örgütünün sanayiden uzak Doğu ve Güneydoğu’nun sarp dağlarında ki mağaraların inlerinde ve mezralarında kendini konumlandırması bu gerçeği teyit ediyor. Belli ki dağlar, mezralar göçebe dinamizme en uygun alanlardır. İşte bunun içindir devlet tarafından yapılan her ne yatırım varsa tüm yatırımları sabote edip, yakıp yıkıyorlar, buna mecburlar da. Biliyorlar ki, Doğu ve Güneydoğu mamur oldukça bölge halkını dağa çekmek ve şehir hayatının nimetlerinden koparmak mümkün olmayacak. Madem öyle, değişmemekte ısrar eden bu narsist gruplara karşı izlenecek en etkin stratejik yol ülkemizin dört bir yanında huzuru sağlayacak projeleri hayata geçirmek olmalıdır. Aksi durumda etnosantrizmin varacağı en son nokta kendi dışındaki insanları acımasızca kıymak olacaktır.
Hele bir genç narsisizmin kollarına kendini kaptırıvermesin bir anda o genç canlı kalkan ve canlı bomba olarak karşımıza çıkabiliyor. Artık o genç için kanı akıtmak meslek olur da. Bu mesleği edinmek içinde ‘Etnosantrizm kanla yazılır’ eğitiminden geçmek gerekir. Dikkat edin eğitim diriyoruz, tabii bizim arzuladığımız ‘Bir elde Kur’an, diğer elde Bilgisayar olan eğitim’ değil elbet, tedhiş ve şiddete yönelik gerilla eğitimidir. Öyle ki gerilla eğitimi günümüzde göçebe bir dinamizmle ekonomik ve sosyo-kültürel değişmeye karşı direnç gösterip ortalığı kan gölüne çevirebilmekte. Çevirince de sert tavır sergilemeler son bulmuyor, bu yüzden tüm sosyal değişimlere karşı gulyabani kalmaktalar. Nasıl gulyabani kala kalmasınlar ki, aldıkları gerilla eğitimiyle ellerine tutuşturulmuş reçeteleri tekrarlamaktan başka kafaları bir şeye basmaz da. Dahası özgürlük, barış gibi değer ifade eden kavramların içini boşaltmakta pekte mahirler. Aslında kavramlar onlar için kan dökmekte işe yararsa bir anlam ve değer kazanmakta, bunun dışında hiç bir kavramın onların bakış açısından kıymeti harbiyesi yoktur.
Anlaşılan onların değer yargısıyla bizim değer yargımız farklı. Bizim değer yargımızda Yunusça sevgi, Ensarca kardeş olmak vardır, etnosantrizmin değer yargısında ise Ebu Cehilce kin ve nefret kusmak, Hasan Sabbahca efsunlanıp haşhaşça kan dökmek vardır. Peki, madem böyle bir yol ayırımındayız, o halde bu ülkede sevgi iklimini yeşertecek ve kardeşliği tesis edecek projelere hız kazandırmak gerekir. Neydip edip etnosantrizmin fırsata çevireceği alanları daraltmak gerekir. Alan daraltmak içinde tüm iletişim kanallarını kamuoyuna açık tutup bilinçlendirmekle mümkün. Bundan daha da mühim olan eğitime el atmak gerekir. Ama nasıl bir eğitim? Hiç kuşkusuz genç kuşakları militarizmin kucağına düşmekten kurtaracak “Bir elde Kur’an diğer elde bilgi teknolojisi olan” donanımlı nesil yetiştirecek eğitimdir. Buna mecburuz da.
İşte görüyorsunuz, dün nasıl ki göçebelikten yerleşikliğe, yerleşiklikten de şehirleşemeye geçerken yaşanan bir takım geçiş sancıları kanlı olaylara sahne olmuşsa, bugün de aynen bilgi çağı ve bilgi ötesine geçişte yaşanan etnosantrizmin kustuğu direniş sancısına bağlı gelişen kanlı eylemlerle karşı karşıyayız. Evet, her geçiş evresi bir sancıya gebe, şimdiki geçiş sancımız etnosantrizm meselesi ise enine boyuna çok boyutlu masaya yatırılması gereken bir konudur. İşte toplumumuzu içten içe kemiren bu etnik ayrımcılığa fırsat vermeksizin adı, kimliği her ne olursa olsun tüm militan narsist grupların propaganda malzemelerini elinden almak gerekir. Kalkınmaksa kalkınma, kültürel haklarsa kültürel haklar, kardeş olmaksa kardeş olmak, her ne varsa tüm projeler hayata geçirilmelidir. Bilhassa Güneydoğunun kalkınmasında ve ayağa kalkmasında hayati öneme haiz GAP’ın tüm üniteleriyle tam tekmil devreye girmesiyle birlikte modernleşme ve gelişmeye karşı PKK’nın göçebe varı tepkisini boşa çıkartacak bir proje olduğuna inancımız tam da. Böylece kabilevi tepki bu tam gelişmişlik karşısında kendiliğinden dinmiş olacaktır. Unutmayalım ki veren el, alan elden üstündür. Güneydoğuya ne kadar yatırım yapsak azdır, Fırat’mız daha fazlasına layıktır. Biz Fıratsız, Fırat bizsiz olamaz. Bu karşılıklı bir lütuftur, üstelik Fırat aktıkça kardeşliğimiz daha da bir anlam kazanıp pekişecektir.
Vesselam.