“Muhtelif konuşmalarında ve son defa BMM’deki müzakereler sırasında açıkça ve kesin olarak ifade ettiği gibi, Cumhuriyet Halk Partisi, 27 Mayıs hareketinin ne başındadır ne de içindedir. Cumhuriyet Halk Partisi büyük vatandaş çoğunluğu ile beraber, 27 Mayıs’tan önce memleketin içinde bulunduğu şartları müşahade, tespit ve teşhis hususunda inkılabı planlayarak tatbike koymuş bulunan idealistlerle aynı görüş ve düşüncelere ve aynı inanca sahiptir.”

Yeterince açık; İkinci Adam, İkinci Cumhurbaşkanı, Garp Cephesi Komutanı, İkinci Dünya Savaşı ve Lozan’ın usta diplomatı, Türkiye’ye çok partili yaşamı getiren ve 1950’de seçim sonuçlarını içine sindirerek iktidarı devreden değerli devlet adamı İsmet İnönü; 27 Mayıs İhtilali sonrasında CHP örgütüne yayımladığı genelgenin bir yerinde işte böyle diyor.

Yani mertçe diyor ki, bu işin biz ne başındayız, ne içinde, biz yapmadık… Peki “27 Mayıs’tan önce memleketin içinde bulunduğu şartlar”dan neyi kastetmekte İsmet Paşa. Şunları: Uşak’ta kafasına bardak atıldı İsmet Paşa’nın. Topkapı’da önü kesildi. Balıkesir’de konuşacağı kürsünün altına arı kovanları yerleştirildi, Yaşar Kemal görüp haber vermese, o arılar kısa zamanda son verirdi hayatına. Memleket ikiye bölünmüştü, camiler ayrı, kahveler ayrı. Muhalefet liderlerinden büyük hatip Osman Bölükbaşı, milletvekili seçilmesin diye memleketi Kırşehir ilçe yapıldı. Kırşehir’e seçim konuşmasına gitmesin diye köprü yıkıldı. Bölükbaşı hapse atıldı. O günün geçerli medyası radyo, Demokrat Parti iktidarının borazanı. Her gece Bayar, Menderes, CHP ve muhalefete saldırı, sonra da DP’nin kurdurduğu Vatan Cephesi’ne geçenlerin listesini okuma. Yazılı basına büyük baskı var, gazeteciler hapse sokuluyorlar.

Yani ülke kaynıyor. Menderes’ten erken seçime gitmesi ve seçim tarihini ilan etmesi bekleniyor, yapmıyor bunu…

Şartlar bu… “Şartlar tamam olursa ihtilal meşru olur” diyen de İsmet İnönü ve şartlar tamam oluyor, ihtilal oluyor.

Yukarıya aldığımız genelgenin bir bölümünü daha okuyalım:

“Cumhuriyet Halk Partisi bu memlekette hukuka bağlı demokratik bir nizamın kurulması ve yerleşmesi davasından başka bir davası bulunmayan inkılap hareketini, sonsuz takdir ve şükran duyguları ile tasvip etmektedir. Cumhuriyet Halk Partililer 26 Mayıs gününde memlekette mevcut şartların ağırlığını asla unutmaksızın, inkılap idaresinin karar ve icraatını tam bir güvenle takip etmeli, siyasi faaliyetin başlamasını ve genel seçimlerin yapılmasına müsait durumun hasıl olmasını huzur ve sükûnet içinde beklemeli ve inkılap idaresine yardımcı olmalıdırlar.”

CHP bu doğrultuda hareket etmiş, tarihimizin en demokratik anayasası olan 1961 anayasasının yapılamasına katkı sunmuştur. Anayasa Mahkemesi, yargı bağımsızlığı, yargıç teminatı, örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları, sosyal haklar ve çift meclisli parlamento bu anayasa ile gelmiştir. Ve 1961 yılı Ekim ayında da Türkiye yeniden seçim yaparak demokratik yaşama geçmiştir.

Burada yanlış olan şudur bence. O üç insan; Menderes, Polatkan ve Zorlu asılmamalıydı. 27 Mayıs İhtilali’nin yaptığı tüm iyi işlere bu idamlar leke düşürmüştür (İsmet Paşa o idamlara karşı idi, olmaması için elinden geleni de yapmıştır).

Neden yazdık bu yazıyı? AKP, CHP’yi darbecilikle suçladı ciddi bir kanıt ve beyan gösteremeden. CHP’nin ilk ihtilaldeki tutum ve yaklaşımını yukarıya aldım. Şimdi az daha devam edeyim. O İnönü, 1961 seçimleri sonrası Başbakan oldu koalisyon hükümeti kurarak. Ve kendisine karşı Talat Aydemir ve arkadaşları tarafından iki kez ihtilal girişimi oldu 1962 yılı 22 Şubat’ında ve ertesi yıl 21 Mayıs’ta. İsmet Paşa ilkinde, duruma hâkim olduktan sonra, ihtilalcilere dedi ki, gelin teslim olun, askerlikten atılacaksınız ama Meclisten af çıkaracağım, serbest olacaksınız. Öyle de oldu. Gelgelelim ertesi yıl bir kez daha girişim olunca, affetmedi, Talat Aydemir ve Fethi Gürcan idam edildiler. İhtilale sürüklenen Harp Okulu öğrencilerini ise “Bunlardan artık asker olmaz” diyerek okuldan attı ama hepsine üniversitelere sınavsız giriş hakkı verdi. Onlar okudular, hepsi büyük mevkilere geldiler sonraki yıllarda.

Yani demem o ki, her olayı kendi dönemsel koşulları içinde değerlendirmek gerek. 2020’den bakarak yorumlamak doğru olmuyor her zaman.