23 Nisan 2019 Salı günü Yeniçağ’da yazmışım ilkin onu:

“Bir e-posta geldi önce, 15 Temmuz'un örgüt dışı mağdurlarından birisi olarak (e-postayı silmişim anımsadığım kadarıyla askeri öğrenci), cezaevinde yatmakta olduğunu yazıyordu. Yazılarımı zevkle okuyormuş. Öyküleri varmış, bu öykülerin kitap olarak yayımlanmasını çok istiyormuş, böylece maddi bir kazanç da elde edebilirmiş… Benden yardım rica ediyordu. Eşinin telefonunu da yazmıştı, iletişim için.

Düşündüm biraz, sonra aradım eşi Hanımefendi'yi. Yayınevlerinin tanınmamış bir yazarın öyküleri ile çok fazla ilgilenmeyeceğini, zaten edebi yapıtları da çok fazla basmadıklarını, benim bu bağlamda yardımcı olamayacağımı ama öyküleri bana gönderdiği takdirde okuyup fikrimi söyleyeceğimi ifade ettim.

Öyküler geldi geçen hafta. Bir mektup ekinde, elle yazılmış… Diyor ki Mehmet Ali Bulazar

‘Değerli Cazim Bey, size bahsettiğim dosyayı yolluyorum. Hepsi, demir ranzada yazıldı. Battaniyemi katlayıp masa olarak kullanmak durumundayım. O nedenle yazımın kötülüğü dolayısıyla affınıza sığınıyorum.

Bir amaçla çıktım öykü yoluna. Başarılı olurum ya da olamam, bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var, çocuğuma övünçle anlatacağım bir öyküm oldu: Sizin gibi değerli bir yazarın beni dikkate alması, eşimi araması ve yazdıklarımı okuması… Bu övünç bana yeter.

Öykülerimle ilgili görüşleriniz benim için oğluma bırakacağım en değerli miras.’

Sevgili Bulazar'a övücü sözleri için teşekkür ederim. Öykülerini bir solukta okudum. İyi bir yazar keşfetmenin sevinci içindeyim. Dosyada ‘Kuyu’ ve ‘Kalp’ adlı iki uzun öykü ile 16 adet manzum öykü var.

Zerre kadar abartmıyorum. ‘Kuyu’ adlı öyküden Cengiz Aytmatov tadı aldım, Beyaz Gemi'de anlatılan geyikleri çağrıştırdı bana. Biçem oldukça akıcı, anlatım sürükleyici, kurgu harika. ‘Kalp’ adlı öyküdeki tiplemeler oldukça etkileyici ve iz bırakıcı, öykülenen olay yaşamın içinden ama çağrışımlarla ustaca bezetilmiş. Manzum öykülerse, mensur şiiri andırıyor, Bulazar, şiirsel anlatımda da usta olduğunu kanıtlıyor.

Yazarımızda bilinçli bir insan ve doğa sevgisi var, insanı ve doğayı iyi izleyip gözlemleyen bir kişi. Bu sevgisi öykülerine nakşedilmiş.

Bu köşeyi okuyanlar iyi bilirler, biz boşuna kimseyi övmeyiz, hak eden, hak ettiği kadarını alır. Mehmet Ali Bulazar, önemsenecek, elinden tutulacak, Türk okuruna sunulacak bir yazar. Onu keşfetmiş olmak bana haz ve mutluluk veriyor.

Ona yardımcı olmayı değerli bir görev biliyorum ve tüm yayınevlerinin dikkatini çekiyorum, işte Bulazar'ın adresi: ‘AkhisarT Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu C-5 Koğuşu’, kendisine ulaşın, bu dosyasını okuyun, dilerseniz (o da uygun görürse) bana yazın, ben fotokopi yapıp göndereyim.

Türk edebiyatına yeni bir öykücü kazandırmanın mutluluğu bana yetecektir.

Evet, birkaç satır da sunalım o öykülerden yerimizin yettiğince olur mu? ‘Zorlu patikaları aştılar birlikte. Uçurumlarda ölüme teslim olmadılar. Epey kolaylamışalardı yolu. Şimdi tatlı inişler vardı önlerinde…  Yağmur… Yağmur bu… Kısır değildi gökyüzünü kaplayan bulutlar. Doğurgan bir kadın gibi emziriyorlardı yeryüzünü…

Yağmur altında ıslanarak yürüdü ikili. Güneş(1)'in vuslat ezgileri, kuraklığı da yenmişti sanki…

Bugün de nehir kıyısındaydı. Bugün de doğmuştu 'Güneş' umuda… Bugün de inanıyordu…’

Bayburt Postası’nda da yazmışım Bulazar’ı. İşte 30 Aralık 2019 tarihli yazım:

“Yazarımız Mehmet Ali Bulazar, ülkenin sıradan insanlarının yaşam koşullarını, o koşulların nedenlerini, sonuçlarını çok derinden algılamış, çözümlemiş, gözlemlemiş ve bu birikim ve açılımla öykülemiş. Erkeği de iyi biliyor kadını da, her iki tarafın da duygularına, özlemlerine, arayışlarına egemen. ‘Mavi Gül’ adlı öyküye adını veren o mavi gülü unutmak mümkün değil. ‘Kadının müşfik doğası’ndan söz ediyor o öyküde. O müşfik doğanın yeryüzündeki en güçlü terapi olduğunu ve insanı sağalttığını söylüyor. Ve kumarın borca batırıp intihara sürüklediği ve son anda dönebilen umutsuz gencin geldiği son aşamayı şöylece aktarıyor son satırlarda: ‘Babası haklıydı; ölümden başka her şeye çözüm bulunurdu… Hele ki, Kadın’ın olduğu bir dünyada…’ Saplantı adlı öyküde, bir kadınla para karşılığı birlikte olmayı pür-şehvet bir durum ve eylem olduğunu sananlara yaman bir ders veriyor yazarımız. İç hesaplaşmaya sokuyor erkeği, ruhsal ve duygusal durumunu çözümlüyor ve dış yansımalarını betimliyor. Sonra mı? Sonrasını kitap olursa orada okuyacaksınız. Ve Merve adı pavyon kadını… Dosyasının ‘Tanrıça’ adlı ilk öyküsünde… O Merve’nin etkileyemeyeceği bir insan düşünülemez bence. Bu öyküdeki tiplemeler ve olaylar ‘unutulmaz’dırlar. Bulazar’ın dili aydınlık, üslubu akıcı, kurgulaması yetkin, Türk Edebiyatına verecekleri olan bir yazar bana göre... Yazma azmi ve istenci onu çook yukarılara taşıyacaktır. Hadi uğur olsun Bulazar!”

Evet Bulazar’ın öykü dosyasını yayınevleri, “satılmaz, zarar ederiz” kaygusuyla kitap olarak yayımlamaktan kaçındılar. Ama Bulazar, eşi Hanımefendi’yi seferber etti ve sonunda kendi olanaklarıyla bu öyküleri “Cennet Dağı” adıyla kitap olarak yayımlattılar (Sınırsız Yayınları.” Kitabın arka kapağında benim yazdıklarım var ve kitabın ilk sayfasında da beni onurlandırıp, gönendiren şu satırlar:


Evet okuyunuz bu kitabı, seveceksiniz, düşüneceksiniz, etkisi altında kalacaksınız…

1- Güneş, öykü kahramanının eşinin adıdır.”