“Kadınların büyücülükle ve cadılıkla suçlanması, cadı avı, Roma’da başlar ve ortaçağ boyunca devam eder. Büyü, şeytanla işbirliği sayılır. Menopoza giren kadınlar, aylık kanamalarını içlerinde saklıyor; bekâr, boşanmış ve yalnız yaşayan kadınlar erkeksiz yaşıyor diye kınanır. Anneyi kurtarmak için çocuğu feda eden ebe, doğurganlığı engellediği için cadı diye meydanlarda yakılır (15. yüzyılda Almanya’da anneyi kurtarmak için, çocuğu feda eden ebeler de diri diri ateşe atılıyordu). Cadı olmayanın keyfi bir ihbarı, giyotine ve odun ateşine atılmasına yeterli olabilir.

1430 yılında 30 yaşında, erkekler gibi vatanı için savaşan Jeanne d’arc, sırf bekâr olduğu için Orleans meydanında yakıldı. Her şey gözleri şeytani bir planla parıldayan kilise mensupları tarafından yürütülüyordu. Engizisyon cezası ve büyücü ihbarı ile on binlerce kadın yakıldı. 1258’de Papa’nın aldığı bir kararla büyücü avı başladı. Papa’nın fetvasına göre, büyücü kadınlar, erkeklerin cinsel gücüne, kadınların doğurganlıklarına saldırmaktaydılar ve yakılmalıydılar.”(1)

“Lizbon’un dörtte üçünü yerle bir eden depremden sonra, ülkenin bilgeleri, harabeye dönmüş bir şehri kendine getirmek için yapılacak tek şeyin görkemli bir engizisyon düzenlenmesi ve ateş yakılması olacağına karar verdiler. Coimbra Üniversitesi büyük bir tören eşliğinde kısık ateşte birkaç insanın kızartılmasıyla gerçekleştirilecek bir gösterinin depremlerin önlenmesinde etkili bir yöntem olduğunda karar kıldı.
Sonuç olarak vaftiz annesini evlenmeye ikna eden bir Biskayalı ve domuz yağından ayıklanmış tavuğu yemekte olan iki Portekizli yakalandı. Yemekten sonra Dr.Pangloss ve öğrencisi Candide’yi, birini konuştuğu, diğerini de konuşanı dinleyip onayladığı gerekçesiyle yaklamaya geldiler. İkisi birbirinden ayrılarak güneşin asla rahatsız etmediği serin odalara yerleştirildiler. Sekiz gün sonra ikisine de sanbenitolar (İspanya’da engizisyon döneminde yakılarak öldürülecek olanların infaza götürülürken giydirilen ve üzerinde cehennem tasvirleri bulunan giysi) giydirildi ve başları kâğıttan piskoposluk külahlarıyla süslendi. Candide’nin sanbenitosu ve külahı üzerindeki alevler tersten resmedilmişti (bu bağışlandı anlamına geliyor) ve şeytanların ne kuyruğu ne de pençesi vardı Ancak Pangloss’unkinde tam tersine şeytanlar kuyruklu ve pençeli olmasının yanı sıra alevler de doğru resmedilmişti. Üzerlerinde bun kıyafetlerle tören alayının içinden yürüdüler ve çok dokunaklı bir vaaz dineldiler. Vaazdan sonra faux-bourdan makamında (gregoryan ilahisinin doğaçlama uyarlaması) güzel bir müzik dinletisi sunuldu.

Candide, ilahi okunurken ahenkli biçimde dövüldü. Biskayalı ve domuz yağı yemek istemeyen iki adam yakıldı ve adetten olmamasına karşın Pangloss asıldı.

Aynı gün yer korkunç bir gümbürtüyle yeniden sarsıldı.”(2) 

İşin engizisyon boyutu bizde yok ama depremin “ilahi bir ikaz” olduğu hep dile getiriliyor dinciler ve özellikle nurcular tarafından. İşte o iddialar:

Deprem gibi büyük musibetler insanların işledikleri hataların sonucu gelen ilâhî ikazlardır. Buna işaret eden ayet ve hadisler pek çoktur.

Kur’an’da: “İnsanların ellerinin kazandığı (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesad çıktı ki (Allah), yaptıklarının bir kısmını(n cezâsını), kendilerine (dünyada) tattırsın; tâ ki (kötülüklerden) dönsünler.” (Rum Suresi, 41. ayet) buyrularak insanların elleriyle işledikleri günahlar sebebiyle dünyada kendilerine karadan ve denizden bazı azablar tattırılacağına işaret edilmiştir.

Aşağıdaki hadisler de deprem ve benzeri umumi musibetlerin işlenen bazı günahların ceza ve kefareti olduğuna işaret etmektedir.


“Şu ümmetim rahmete mazhar olmuş bir ümmettir. Ahirette azaba maruz kalmayacaktır. Onun azabı dünyadadır: Fitneler, depremler ve öldürme (ile bu dünyada azab olunurlar)." (Ebu Davud, Fiten, 4277)

“Zina yayılınca depremler çoğalır.” (Deylemî)

Deprem Tesadüfen Olabilir mi?

Allahu Teâlâ hikmetinin bir gereği olarak, dünyada görünen fennî kanunları ve sebebleri kendi icraatlarını gizleyen birer perde yapmıştır. Zelzeleyi dilediği vakit, bazen de mağma tabakasındaki bir madeni veya bir fay hattını harekete geçirir.

Depremler yer kabuğundaki böyle inkılab ve hareketlerle olsa da, yine Allah’ın emri ve hikmetiyle olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vursa. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş almasına bakılsa, ne kadar ahmaklık ve divanelik olur. Aynen bunun gibi, Allah’ın emriyle uzayda gezen bir gemisi olan yeryüzünün içine adeta önceden yerleştirdiği bir bombayı, gaflete düşen veya yoldan çıkan insanları uyandırmak için patlatmak yine Allah’ın emriyle olabilir. Tüfeği görüp, tetiği çeken eli görmemek nasıl bir akılsızlıksa, fay hattını veya yer kabuğunun hareketlerini görüp onları harekete geçiren kudret elini görmemek de öyle büyük bir akılsızlıktır.

Nurculara yakın duran ve bu ülkede yıllarca Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Mehmet Görmez de benzeri iddiaları seslendirmekten geri durmamıştır:

“Deprem konusu sismologların, jeologların, jeofizikçilerin, deprem uzmanlarının, bilim insanlarının teorilerine, fay hatlarının hareketlerine indirgenemez; bunu yapmak bir zihin tembelliğidir, eşyanın hakikatına yönelik düşünce eksikliğidir, yaratıcılık eksikliğidir, fiziğin üzerine metafizik düşünce geliştirmek eksikliğidir, bu depremler bir tesadüf sonucu meydana gelmiş olamaz.” 

Yani “ilahi ikaz“, yani Tanrı uyarısıdır bu depremler. Kimleri uyarıyor Tanrı? En başta zina edenleri. “Zina depremi çoğaltırmış”. Yani bu demek oluyor ki, dünyanın en çok zina eden milleti Japonlardır. Seks fuarlarının açıldığı Danimarka’da ise hiç deprem olmuyor. Ve bir neden de “halkın ekseriyetinin hatası” imiş. Yahu 1999 depreminde Kocaeli, Yalova, Sakarya ve Düzceliler’in hatası ne idi acaba? Üstelik şu Düzce Türkiye’nin en dinci yerlerinden biridir de ha!

1) Fikret Dağlı Tüzemen-A’dan Z’ye Kirletilmiş Kadın
2) Voltaire-Candide ve Micromegas