Dile kolay tam yetmiş sekiz yıl yaşadı, 2003 yılında vefat etti. Vefatına kadar olan hayat serüvenine baktığımızda; O henüz çok küçük yaşta ticaretle uğraşan babasını kaybetti. Babasından sonra en büyük teselli kaynağı tabiî ki biricik annesidir. İlk eğitim anne şefkati ve onun dizi dibinde dini öğretileriyle başlar. Bu yüzden annesine çok şey borçludur. 1943 yılında liseyi, 1956’da Hukuk fakültesini bitirdi, ama O hiçbir zaman avukatlıkla uğraşmaz, bir inşaat firmasında hukukçu olarak görev yaptı hep.
Dile kolay tam yetmiş sekiz yıl yaşadı, 2003 yılında vefat etti. Vefatına kadar olan hayat serüvenine baktığımızda; O henüz çok küçük yaşta ticaretle uğraşan babasını kaybetti. Babasından sonra en büyük teselli kaynağı tabiî ki biricik annesidir. İlk eğitim anne şefkati ve onun dizi dibinde dini öğretileriyle başlar. Bu yüzden annesine çok şey borçludur. 1943 yılında liseyi, 1956’da Hukuk fakültesini bitirdi, ama O hiçbir zaman avukatlıkla uğraşmaz, bir inşaat firmasında hukukçu olarak görev yaptı hep.
Gençliği buram buram idealist aktivitelerle geçti. Genç yaşta Mladi Müslimani (Genç Müslümanlar) teşkilatına üye oldu. Üç evladının (Leyla, Sabina, Bakir) baş harfleri olan LSB kod adıyla yazılar yazdı. Derken, kominizmin 1946 yılında iktidara gelmesiyle gençliğindeki faaliyetleri bahane edilerek kendisi ve onunla birlikte 2000’ini aşkın dava arkadaşları tutuklanıp Bosna–Sırbistan ormanlarında çalıştırıldılar. Tutukluğunun ardından yine boş durmaz. Nitekim “Doğu ve Batı Arasında İslam” kitabını yayınlamak üzere sponsor bulmasıyla tekrar tutuklanıverdi. Fakat bu sefer ki tutukluluk diğerlerinden farklıydı. Yani dünya gündemine oturacak cinsten bir tutuklama.
Hani şu meşhur 1983 yılı davası var ya ondan söz ediyoruz. Malum Aliya İzzet Begoviç’le birlikte yirmi aydın kişi o davada birçok gazetede manşetine konu olup tarihe geçmiştiler. Bu davada öne çıkan ana husus; güya onlar Müslüman olmayanları temizleme eyleminde bulunacakları iddiasıdır. İşte bu iddia doğrultusunda öylece yargılanıp, on iki seneliğine mahkûm edildiler.
Neyse ki Bilge Kral Aliye İzzet Begoviç komünizmin bütün dünyada etkisini yitirmeye başlamasıyla birlikte Foça cezaevinde altı yıl yatıp, erken tahliye olma şansını yakalamış oldu. Fakat yinede her şey tozpembe değildi. Zira İkinci Dünya savaşının son kalıntısı Tito’nun varlığı dinin yaşanmasına engel teşkil ediyordu. Öyle ki Tito’nun gizli hafiyeleri Mladi Müslüman teşkilatının genç üyelerini mercek altına almışlardı, her an, her yerde faaliyetleri an be an izleniyordu. Hatta izlenmek bir yana Boşnak’ların Kâbe’yi ziyaret etmelerine bile izin verilmiyordu.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Bilge Kral yılmadan, bıkmadan sürekli yazılar yazmaya devam edip; “Her Şey Allah’ın takdirinde” derdi. Bu inanç doğrultusunda mahpus arkadaşlarını toplayıp Demokratik Eylem Partisini (SDA) kurduktan sonra başkanlığa getirildi. Belli ki mahpushane ona bir Yusufiye medresesi olmuş ki Parlamentoda ilk konuşmasına “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek başlamıştır. Malum besmele ister dünyevi olsun isterse uhrevi olsun her işte Allahın adıyla başlamanın sembolüdür. Böylece Besmeleyle başlayan konuşmalar Müslümanların gönlünde yankı bulurken, düşman çevrelerce de şaşkınlık oluşturuyordu. Öyle ki; Sırp Lideri Miloseviç bu gelişmelerden rahatsızlık duyup onlara savaş açmak tehdidinde bulunur bile. Oysa Bilge Kral uzlaşmadan yanadır. Nitekim Yugoslavya Cumhuriyetinin liderler toplantısında en barışçıl tavır sergilemesiyle dikkat çeker de. Buna rağmen Miloseviç rahat durmaz. O rahatsız ola dursun bu toplantıdan bir süre sonra Slovenya ve Hirvatistan Yugoslavya’dan ayrılıp bağımsızlıklarını ilan ederler, tabii darısı Bosna Hersek’e…
Tarih 1990 yılını gösterdiğinde Bilge Kral için dönüm noktası olur. Çünkü bu yılda yapılan seçimden başarılı çıkıp, böylece Bosna Hersek Cumhuriyetinin Başkanı seçilir. Tabii o seçilmekle kendini rehavete sürüklemez, biliyordu ki hiçbir zaman zinde güçler kendisine ve halkına aman vermeyeceklerdir. İşte bu gerçekler ışığında başkanlık görevinin yanı sıra bir yandan da halkının savunmasız olduğunu düşünerekten gizlice askeri gruplar oluşturdu. İyi ki de öyle yapmış, çünkü her geçen gün baskılar daha da artıyordu. Ki; baskıların hissettirdiği atmosfer SDA’nın 1991 kongresine de yansır. Bu kongrede Aliya İzzet Begoviç’in satır aralarında geçen; “Yemin ederim ki köle olmayacağız” sözleri Bosna Halkının duygularını dile getirmesine yetiyor artıyordu da. Onun bu çıkışı aynı zamanda tehditlere karşı boyun eğmeyeceğinin hem bir göstergesi, hem de bir iman abidesi örneğidir. Öyle ki sergilediği tavır; cesurca ve yürekçe olup akabinde Bosna’nın bağımsızlığını ilanı gerçekleşir. Derken Bosna’nın bağımsızlığını halkın oyuna sunup yüzde 64 çoğunlukla kabulünü sağlar. Elbette bağımsızlığı halkına onaylatmasına onaylatır, ama Sırplar karara karşı tüm dünyanın gözü önünde Bosna halkın üzerine çoluk çocuk, genç yaşlı demeden bomba yağdırarak tepkisini koydu. Malum Sırp Kuşatmasında kaçamayanlar ise esir kamplarına götürüldüler.
Neyse ki savaş sürecinde Aliya İzzet Begoviç metanetini korumasını bilip, bir yandan da barış girişimlerini başlatabilmiştir. Kolay değil tabii, tam dört yıl boyunca Bosna halkı bomba yağmuru eşliğinde yıkıp harabeler içerisinde aç, susuz ve elektriksiz perişan vaziyette direnip hayatta kalabilmişlerdir. Üstelik tüm dünya ülkelerinin bu zulme bir süre sessiz kalarak izlemelerine rağmen, onlar tek yar ve yardımcı bildikleri Allah’a sığınarak adeta destan yazmışlardır. Nihayet dört yılın ardından bu sessizlik tılsımı bozulup diplomatik girişimler hız kazanır. Nitekim bu görüşmelerin en kayda değeri Dayton’da yapılır. Dayton toplantısı her ne kadar olumsuz yönleri olsa da sonuçları itibariyle Bosna Halkının acılarını dindirebilecek bir anlaşmaydı. Dolayısıyla bu noktada politik başarı diyebiliriz. Gerçektende tarafların karşılıklı anlaşması sonucu Bosna Hersek’in sınırları korunmuş olup, bu sayede Bosna halkı rahat nefes alabilmiştir.
İşte kazanılan bu mutlu zaferin sevinci seçime de etki yapıp Bilge Hakan Aliya İzzet Begoviç’in 7 Eylül 1993 yılında tekrar Başkanlığı kazanmasıyla birlikte Bosna halkı çifte bayram etmiştir. Bosna halkı bayram eder de O etmez mi? Elbette eder, O da Seçimin ardından o çok özlediği Hac vazifesi için kutsal toprakları ziyaret ederek bayram eyler.
Anlaşılan O hayatı hep mücadele ile geçen bir Bilge Kral’dır. Artık vakit tamam olsa gerek ki; O halkının başında değil, bu sefer hasta yatağında Allah’a ulaşmak sevdasındadır. Onu sevenler ise Kosevo Hastanesinde gelecek haberi beklemekte, hatta bir yandan da nereye defnedileceği hususunu tartışıyorlardı. Halk, Begova Camii’nin haremini düşünürken, içerden gelen; “Beni şehitlerin yanına defnedin” vasiyeti kabul görür. Derken O artık çok sevdiği ve özlediği şehit düşen dava arkadaşlarının gömüldüğü Kovaçi Mezarlığında meftundur.
Her şeyden öte Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç Başbakan olduğunda ilk ziyareti Türkiye’ye yapmış, Hastahane’ye kabul ettiği son devlet adamının (Recep Tayyib Erdoğan) ise yine Türkiye’den olması manidardır. Madem öyle kabrine Türkiye’den Fatih Sultan Mehmed’in kabrinden alınan toprağın serpilmesi gerekirdi, serpilir de. Böylece serpilen o toprakla birlikte Evlad-ı Fatihan Bilge Kral, bir başka güzellikte kabrinde nur içinde yatıp çağımıza ışık saçmaya devam ediyor... Ruhu şad olsun.
Ağustos 2012