Tarık Buğra'nın Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu Başkanı olduğu yıllarda, Tiyatro oyunlarımla ilgili başvurularıma Tarık Buğra imzasıyla red cevapları geliyordu. Birkaç kere telefonda aradım. Kurulda, tek oy hakkının dışında yetkisinin olmadığını söylüyordu. Reddedilen oyunlardan "Eski Çarıklar" Devlet Tiyatrosunun açmış olduğu yarışmada ödül kazanan eserlerdendi. Günün birinde Genel Müdür Bozkurt Kuruç'a da bir haksızlıkla karşı karşıya olduğumu söyledim. Bozkurt Kuruç, "Bunları senin Tarık ağabeyine söyle... Sana karşı olumlu bir tavrı yok. Kendisinin eserlerinin repertuvara girmesi dışında da bir kaygısı yoktur" diyordu.
Bozkurt Kuruç'un bu açık sözleri, haliyle beni etkilemiş hatta tahrik etmişti. Tuttum, Tarık Buğra'ya bu sözleri de aynen yansıtan bir mektup yazdım. Tarık Buğra'nın sık sık kullandığı bir sözü vardı. "Var mı sağ kesimin başka Tarık Buğra'sı?" Ben de aynı mektupta kendisine bunu hatırlatarak, "Müsaade ederseniz belki olur... Tek çiçekle yaz gelmez diye de bir halk sözü olduğunu bilirsiniz..." dedim.
Öfkeli bir cevap almıştım. Cevap mektubunun sonunda, "Eğer benden özür dilemezsen, bu mektubu ağabeylikten özür dilekçesi olarak kabul edebilirsin" diyordu. Ben de kendisine yazığım ikinci mektupta görüş ve kanaatlerimde ısrar ettim. Özür dilemedim ama "Ben Küçük Ağa yazarıın her zaman ellerinden öperim..." Cümlesiyle mektubumu bitirdim.
Aaradan epey bir zaman geçmişti. Ankara'da Kızılay'da yürürken karşıdan Tarık Buğra'nın gelmekte olduğunu gördüm. O'nun da beni gördüğünü fark ettim. Beni görmezlikten gelerek yürüyüp geçme pozisyonuna girdiğini de anladım. Fakat ben doğrudan karşısına çıkıp, "Hoşgeldiniz Tarık Ağabey" diyeerek elimi uzattım.
İlk sözü "Yanlış yapıyorsun, doğruyu söylemeyenlere kulak veriyorsun" oldu. "Ağabey, bir çay içerek konuşmaya ne dersiniz?" dedim. "Best Otel'e gidiyorum. Bozkurt beni bekliyor" cevabını alınca, "İyi ya, Genel Müdürle de beni yüzleştirmiş olursunuz" dedimse de yanaşmadı.
Bu konuşmadan sonra yıllarca ilişkimiz kopmuş oluyordu.
İLESAM adına yapmayı kararlaştırdığımız "Yeni Türk Edebiyatı Sempozyumu" konuşmacılarını belirlerken, Tarık Buğra'nın da davet edilmesinde yönetim kurulu ısrarlıydı. Ben de aramızdaki durumu aktararak, bir başka arkadaşın davette bulunmasını istedim. "Olmaz" dediler "sen arayıp barışmazsan zaten gelmez."
Bir akşam kendisini aradım. Hal hatır sorduktan sonra davetimi ilettim. "Benim yaşım bu işlerden geçti" deyince hemen üsteledim. "Başka bir mazaret öne sürseydiniz, itirazım olmazdı, fakat ben yaşlılık kavramı ile Tarık Buğra ismini bir arada düşünemem..." dedim. Ses rengi ve tonu değişmişti. "İşte bu sözün beni bağladı. Pekâlâ geleceğim." cevabını almıştım. Ankara'da güzel bir "Yeni Türk Edebiyatı Sempozyumu"nu Tarık Buğra'nın da onurlandırmasıyla gerçekleştirdik. Sempozyumun açılışını da Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan yapmıştı.
Araya yine yıllar girdi. Bir gün Tarık Buğra'nın hastaneye kaldırıldığını öğrendim. Arayıp ulaşmadım. Eve dönüşünden sonra yine aradım, görüştük, geçmiş olsun dileklerimi ilettim, bir emri olup olmadığını sordum. Memnuniyetini dile getirdi.
Bir süre sonra Türkiye Gazetesi'nde son yazısını yayınladı. Bana ve diğer ilgilenenlere isim isim teşekkürlerini ifade ediyordu. Kısa bir zaman sonra da Allah'ın rahmetine kavuşmuştu.
Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...