Doğu Anadolu’da bir Ermenistan teşkili maksadıyla oluşturulmuş olan Ermeni Fesat Cemiyetinin, fedai yazımında takip ettiği iki önemli metot ya da yöntemi vardı. Bunlardan biri iş ve maaş vaadi, diğeri şiddet ve zor kullanımıydı.
Doğu Anadolu’da bir Ermenistan teşkili maksadıyla oluşturulmuş olan Ermeni Fesat Cemiyetinin, fedai yazımında takip ettiği iki önemli metot ya da yöntemi vardı. Bunlardan biri iş ve maaş vaadi, diğeri şiddet ve zor kullanımıydı.
Bayburt fesat cemiyetine fedai kazandıran Ermeni ileri gelenlerinden biri, Aruzgalı Arvet idi. Arvet, fedai yazımında önce ikna yoluna başvurmuş ve bunun için de aylık maaş vaadini kullanmıştır. Fedailerden Simon, Arvet’in “kendisini asker yazdıktan sonra ona, üç kilise mevkiinde Katolikosun yanına gideceklerini ve talim yapacaklarını ve gerekirse askerlik bile yapabileceklerini ve Katolikosun yanında kendilerine aylık verileceğini söylediğini” ifade etmektedir. Yine Simon, Arvet’in kaydettiği fedailerin isimlerini ihtiva eden defterin bir nüshasını, Amerika’daki Ermeni büyüklerine gönderdiğini de dile getirmektedir.
İstanbul’un Beşiktaş semtinde karargâh kuran cemiyet üyeleri, akşamları kahvehanelerde oturmakta ve örgütlenme faaliyetlerini burada yürütmekteydi. Onbaşı Arvet, pek çok kişiyi fedai yazmıştır. Bunlar arasında Everekli Artin, Serkes, Pitos, Manuk, Zakar, diğer Manuk, Dikran, diğer Dikran, Kopuzlu Sirop, Simon, Yukarı Kırzılı Anderyas, Balahor’dan Zadik, İstepan, Lüsunklu Mesrup ve Leyon adlı Ermeniler ve Van vilayetinden de üç kişi bulunmaktaydı.
Fesat cemiyetinin İstanbul’da fedai yazmakla görevlendirdiği diğer bir kişi de Mihran adlı fedaidir. Varzahan köyünden İspirlioğlu Bağdasar, ifadesinde kendisini onbaşı Mihran’ın fedai yazdığını dile getirirken, Mihran’ın ona teklifini şu şekilde izah etmektedir: “memleketlerin Ermenistan olması için fedailer yazılıyor, gel seni de fedai yazdıralım gurbette gidip az miktar para kazanmaktansa, Bayburd’da yüz lira kadar aylık alır harç eyleriz” demiştir. Fedainin en anlama geldiğini öğrenmek isteyen Bağdasar, “senin üzerine ne lazım gel yazıl” diye sert bir karşılık almıştır. Bağdasar, cemiyete girmek istemediğini birkaç defa dile getirmişse de, bu sefer Mihran’ın “yazılmazsan seni ururuz” tehdidiyle karşılaşmış ve ondan sonra fedai olarak kaydolmak zorunda kalmıştır.
Cemiyetin vaatlerinin hiç birini yerine getirmediği ve bu yüzden de bazı fedailerin, fırsatını bulur bulmaz kaçtıkları görülmektedir. Nitekim Bağdasar da bu doğrultuda hareket etmiştir.
Fesat cemiyetinin Bayburt’taki reisleri, şehrin önde gelen tüccarlarından Ağababayan Haçator, kardeşi Ohannes ve Sarrafyan Arakil’dir. Yapılan sorgulama esnasında fedai’nin ne olduğu mahkeme reisi tarafından sorulduğunda, sanıklardan Manuşaryan Karabet, kelimenin fesatçı anlamına geldiğini ve bunun Ermeni dilindeki karşılığının millet birliği ve ya arkadaşlığı olduğunu söylemiştir.
Bir askeri teşkilat gibi organize olan fedailer arasında birlikteliği sağlayan en önemli unsurlardan biri, üzerlerine giydikleri fedai elbiseleri dir. Sanıklardan Bağdasar Ohannes ve Kısa Kirkor, köylerden toplanan paralarla Bayburt’ta Abacı Hamarsom’un evinde açık ve siyah renkli fedai elbiselerinin dikildiğini ileri sürmüşlerdir. Zanlılardan Zakar’ın tekrar yapılan sorgulamasından anlaşıldığına göre; fedai elbiseleri kırmızı şapaktan birer laz zıbkavası birer göğüslük, kapaklı çuha ve bir de çeşitli renklerdeki çuhadan başlıkbağı kabalaktan ibaretti. Zakar, bu elbiseleri herkesin kendi parasıyla Gümüşhane ve Trabzon’dan aldıklarını iddia etmektedir. Bayburt’ta toplanan paralarla da reisleri Haçator, emri altındaki fedailere elbise aldırtmıştır.
Fedai olabilmenin en önemli şartlarından biri, mukaddes kitap ( İncil) üzerine yemin etmekti. Nitekim İstanbul’da cemiyete eleman kazandıran Arvet, bu hususa çok dikkat etmekte ve yemin edilen mekânların gizliliğine önem vermekteydi. Sanıklardan Vartavanoğlu Sirop, Arvet’in İstanbul’un Galata semtindeki Ermeni büyüklerinin yanına gidip geldiğini belirttikten sonra, yazdığı fedailerin bir kısmını Beşiktaş’ta tenha bir mahale götürerek “ el birliği ile çalışalım, geri dönmeyelim ve bu Ermeni sırrını kimseye söylemeyelim” diye kitaba (incil) el basarak yemin ettirdiğini itiraf etmektedir.
Gizliliğe son derece önem verilen teşkilatta yemin esnasında fedailere, Ermeni askeri yazıldığınızı kimseye demeyesiniz, her Hıristiyan’a bile sır vermeyesiniz, önemli konularda bizim malumatımız yok, reisimiz Arvet bunu bilir diye çok sıkı tembihlerde bulunulmuştur. Arakiloğlu Manuk ise ifadesinde, Arvet’in kendilerine “bize beylik verilecek, Ermeni beyliği için asker yazılın” diyerek fedai kaydettiğini söylemektedir.
Bu şekilde hareket eden cemiyet reisleri, çok sayıda fedai kaydetmişlerdir. Ciğerşin Mahallesi sakinlerinden Kirkor’a göre, fesat cemiyetinin üye sayısı yaklaşık 250 kişi olup, bunun on bir takımı köylerden oluşturulmuştur.
Tutanaklardan tespit edilebilen fedailerin bazılarının isimleri şu şekildedir: Varterisoğlu Kiyor, Serkis, Arvet, Karabet, Mesrop, kilise kahvecisi Arakil, Hacı Arvetoğlu Sirok, İsteban Varcabet, topal Varcabet, Mığırdıç, meyhaneci Dikran, terzi Merkon, biraderi Pazonlu, kunduracı uzun Mukır, meyhaneci Epit, Arakiloğlu Aşut, Everekli Uzungilin Manuk, Kasbaroğlu Haçator, sarraf Karnik, Artin, terzi Kokur, Paşalıoğlu Kiyor, sobacı Ağop, dülger Dikran.
Merkezi İstanbul olan cemiyetin, Bayburt’taki faaliyetleri de buradaki Ermeni ileri gelenleri tarafından organize edilmekteydi.
Haçator Efendi ve faaliyetleri
Fesat cemiyetinin Bayburt’taki reisi, Ağababayanoğlu Haçator Efendi idi. Haçator Efendi, merkezden aldığı talimatlar doğrultusunda Bayburt’ta teşkilatlanmayı sürdürüyor ve fedailer oluşturuyordu. Cemiyetin bütün kötü niyetini, onun fedai kaydettiği kişilere verdiği “gece gündüz kötülükten durmayasınız, eşkıyalık edesiniz” emirleri ortaya koyuyordu. Kin ve neftretin hakim olduğu bir psikolojideki cemiyetin fedai yazma yöntemleri, İstanbul’daki ile aynı özellikleri göstermekteydi. Burada da fedai yazılanlara, İncil üzerine yemin ettiriliyordu. Nitekim sanıklardan Kunduracı Kısa Kirkor’un, Haçator Efendi’nin kendisini Bayburt’taki mağazasına çağırarak, kitap üzerine yemin ettirdiğini itirafı bunu doğrulamaktadır. Yine burada da gizliliğin son derece önemli olduğu, Haçator’un yemin sonrasında Kısa Kirkor’a “ olaydan kimseye bahsedilmemesini” sıkıca tembih etmesinden anlaşılmaktadır.
Fedailerden Hacı Siyak’ın ifadesinde Haçator Efendi’nin takip ettiği ilginç bir yönteme rastlanmaktadır. Hacı Siyak, bir mektup meselesi ile ilgili sorulan soruya “…mektub boş bir kâğıt idi bir zarf içinde bunu götürdüm Ağababayanlar’ın odasına onlar bir ilaç sürdüler o kağıda kağıdın yazıları meydana çıktı…” şeklinde cevap vermiş ve şahit olduğu bu hususu ortaya çıkarmıştır.
Haçator çeşitli yöntemlerle Bayburt’ta birçok fedai kaydetmiştir. Bunlar arasında, kunduracı Mihran (onbaşı), kunduracı kısa Kirkor, Lüsunklu Kasbar, Delikızınoğlu Manuk, Takfur, Nivli Toryan Bedros, Varzahan köyünde ikamet eden İspirlioğlu Bağdasar önde gelenlerdi.
Ağababayan Haçator’un Bayburt’taki en büyük yardımcıları, kardeşi Ohannes, Sarrafyan Arakil ve Galer murahhası idi. Cemiyetin reisleri olan bu kişiler, ferik, liva, yüzbaşı ve mülazım gibi rütbeler taşımaktaydı. Keleverekli Varcabet Mihail ise fesat cemiyetinin bir nevi ekonomi sorumlusu olup, cemiyete para toplama işlerini yürütmekteydi.
Yeteri kadar eleman temin eden cemiyet ileri gelenleri, bunlara eylemler yaptırabilmek için, silaha ihtiyaç duymuşlar ve bunları temin etme yolları aramışlardır. Durumları iyi olanlar kendi paralarıyla, diğerleri de reisleri aracılığıyla rovelvor ve ya martini türden tüfekler alarak eyleme hazır hale gelmişlerdir. Silahlarla birlikte fedailere özel fedai elbiseleri de dağıtılmıştır.
Fesat cemiyetinin lider kadrosu, eylem sayısını artırmak için, üyelerine psikolojik baskı uyguluyor ve onlara yapacakları eylemlerde herhangi bir sınır olmadığı izlenimini veriyorlardı. Nitekim onbaşı Mihran’ın, tüfek dağıtımı yaptıktan sonra “… alınız, eşkiyalık ediniz, rast geldiğinizi soyunuz vurunuz ve zengin İslam köylerini basın, soyun ve kötülükten geri durmayın…” şeklindeki tavsiye ve emirleri, fedailerin yapacakları eylemlerde sınırlarının olmadığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Yine aynı şekilde fedailerden Balahorlu İstepan, reisin “Nereleri basıp sonra ne edecek idiniz?” şeklindeki sorusuna, “Her neresi rast gelse basıp Ermeni beyliği olacak” diye cevap vermesi dikkate değerdir.
Farklı köylerden ve muhtelif mesleklerden oluşan cemiyet üyelerinin yukarıda temas edildiği gibi askeri birlik misali teşkilatlandıkları görülmektedir. Fedailerden Hacı Arvet Yüzbaşı, Haçator mirliva, oğlu Ağup çavuş, Arakil ve oğlu Karakin çavuş, Agop ağa’nın oğlu Sinekerim ve Koçunun oğlu nişan, Mutafyan nişan, Keşişoğlu Sihak, Bulaverdoğlu. Arvet, Mirdinoğlu İstepan, Mutafoğlu Artin, ihramcıoğlu Ohannes, Varterisoğlu nalband Kiyor, Kocuyan Manuk, Nivli Hacı Eybek, Simonoğlu Hacı Ohannes, Hacı Avadis, Hacı Arakil, bekçi Vartevan, İsrailyan Karabet, Hacı Eypekoğlu Dikran, Haparsom, lüsunk köyünden Hacı İstebanoğlu Pitos, Tatosoğlu Haparsom, Kopuz manastırından Kazarkin ise zabit rütbesini taşımaktalardı.
Fesat cemiyeti üyelerinden bazıları, ileri gelen büyükler olarak bilinmekteydi. Bunlar arasında, Lüsunklu Hacı İstepanoğlu Pitos, Manukoğlu diğer Pitos, Tatyasoğlu Hamarson, İstanbul’un Galata semtinde ikamet eden Mesrop Efendi, Erzincan’da Civan Efendi, Erzurum’da Sobacıyan Agop Efendi, Tarbzon’da Ağa, Gümüşhane’de Hacı Arakil yer alıyordu.
Cemiyetin silah temini
Fesat cemiyeti, biryandan teşkilatlanma faaliyetlerini yürütürken, diğer taraftan da yapacakları eylemlerde kullanacakları silahları temin etmeye çalışıyorlardı. Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, ihtiyaç duyulan silahlar farklı yerlerden satın alınıyor ve Trabzon yoluyla Bayburt’a ulaştırılıyordu. Silahların Bayburt’a naklinde, katırcılar önemli rol oynuyorlardı. Özellikle Trabzon’un Tosi köyünden katırcı Yıldız Ahmet, Sarı Ohannes ve Avadis adlı kişiler, silah naklinde en önde gelenlerdi. Bunlar tarafından Bayburt’a çok miktarda martini tüfek ve cephane getirilerek, Haçator ve Arakil Efendilere teslim edilmiştir. Fedailerden Kısa Kirkor, “…birer atlara cephâne ve tüfenk sandıklarını yükler ve kusuru kalan üçer atlara da bu silâh ve cephâne belli olmamak içün eşyâ-yı ticarîye yükler Bayburd’a böyle getürür silâh ve cephâneleri gece Haçator ve Arakil’in hânesine götürüp teslim eder idiler…” şeklindeki ifadesiyle, nakliye esnasında takip edilen sıtratejiyi de ortaya koyuyordu. Fedailerden bir kısmı silahların İngiltere’den satın alındığını söylerken, bazıları da Batum’daki silah tüccarından alındığını ifade etmişlerdir.
Bayburt’ta Haçator Efendi’ye teslim edilen silahlar, daha sonra fedailerin yoğunluğuna göre ilgili köylere aktarılmıştır. Mesela bunlardan 55 martini, 25 rovelvor ve 5 yük cephane Ergi köyünde Simon oğulları Varcabet ve Anderyas’a verilmiştir. 20 tüfek ve bir miktar cephane de Varzahan ve Lüsunk köylerine gönderilmiştir. Yine Keleverek köyüne 20 tüfek, Aşağı Hayik köyüne 25 tüfek ve 5 yük de cephane nakledilmiştir.
Satın alınan bu silahların masrafları, cemiyet yönetimi tarafından karşılanmıştır. Bazen ihtiyaç duyulduğunda, fedailerin kendi aralarında para topladıkları da oluyordu. Keleverek köyünden Varcabet, bu yolla toplanılan paralarla, Batum’daki silah tüccarından yaklaşık 840 martini tüfenk alındığı ifadesinde dile getirmiştir.
Fedailer, baskın yapma hazırlıkları aşamasında Kısanta köyüne giderek orada Kısantalı Ağba adlı Ermeni’den de silah almışlardır. Lüsunk köylü Kasba, Kısanta’ya gidişlerini ve orada meydana gelen gelişmeleri ifadesinde, “Kısanta karyeli Ağba’nın hanesine bizi götürdüler kapıdan içeri girdik, sağ kol üzerine iki kapıdan içeri olan yeni yaptırmış olduğu büyük bir mereklik içine girdik merek de karanlık idi çıra yaktı götürdüler.
Mereğin köşesinde dipte özüne yonca koyulmuş olduğu mahallin arkasından 5 martini üç adet de rovelver ve bir gömek içinde dahi fişenk çıkardı her birimize birer dane martini yirmişer fişenk kasabalı Mihran’da sonradan geldi tüfenk, fişenk ve revolverlerin birisini Mihran kendisi aldı. Diğer birisini de Delikızınoğlu Manuk’a verdi. Birisini de kasabalı Kalaycı Kör Ağob yazıcı olduğundan aldı getürdü Kopuz manastırında merkum Ağop’a verdi. Kısanta’da Ağba’nın mereğinde bize verilen tüfenk ve fişenkle dokuz adet daha martini mereğin derununda dahi fişenk var idi. Revolver yok idi gördüm. Kısanta’da silahları aldık dört gün kaldık Ağba’ın odasında kaldık” cümleleriyle izah etmekte, ve cemiyetin nasıl bir gizlilikle hareket ettiğini gözler önüne sermektedir.
Böylece silah ihtiyacı da giderilen fedailer, eylemlere hazır hale getirilmiştir. Fedailer, eylemlerinde kendilerine ait ilginç yöntemler kullanmışlardır.
Fedailerin eylemlerde takip ettikleri yöntemler
Bayburt olaylarını tertip eden fedailerin, baskınlarda kullandıkları iki önemli strateji dikkat çekicidir. Bunlardan biri, kılık değiştirmek, diğeri isim değiştirmektir. Daha önce de bahsedildiği gibi, bir kısım eylemlerde Karadeniz yöresine ait özel kıyafetler ( laz kıyafeti) giyen fedailer, aynı zamanda tanınmamak için kendi isimlerini Türk isimleriyle değiştirmişlerdir. Türkçeyi iyi bilen, giyim kuşamları da Türklerinki ile aynı olan Ermeniler, böylece daha rahat hareket etme imkânı elde etmişlerdir.
Tutanaklara göre, onbaşı Mihran tarafından önerilen değişiklik doğrultusunda fedailerin isimleri ve bu isimlerin yerine kullandıkları Müslüman isimlerinden bazıları şu şekildedir:
Fedainin kendi ismi | Kullandıkları Müslüman İsimleri |
Mihran | Yakup |
Lüsunklu Kiyoroğlu Ağop | Ahmet |
Lüsunklu Kaspa | Arif Ağa |
Takfur | Gençağa |
Kunduracı Kirkor | Hafız Ağa |
Varzahanlı Bağdasar | Miktat |
Delikızınoğlu Manuk | Mahmut |
Parsanoğlu Sihak | Said |
Bedros | Ahmet |
Terzi Kiyork | Aziz |
Şehirli Kalaycı Ağop | Şerif |
Everekli Pitos | Hüseyin |
Moğadis Kasbaroğlu Pito | Ali |
Örgütlenme faaliyetlerini tebdil-i kıyafet ve tebdil-i isim yoluyla daha da güçlendiren fedailer, artık eyleme hazır hale gelmişlerdir. Cemiyetin merkezi İstanbul’da da gerekli hazırlıkları tamamlayan fedailer, İstanbul’dan hareket etmeye başlamışlardır.
Fedailerin İstanbul’dan çıkışı ve Bayburt’a varışları
Fesat cemiyeti üyeleri ya da fedaileri, reisleri Arvet’in deyimiyle,“Memleketleri Ermenistan yapmak” maksadıyla, İstanbul’dan yola koyuldular. Şüphe çekmemek için çok gizli ve planlı hareket ederek, deniz yoluyla gruplar halinde Trabzon’a geldiler. Burada ilk gelen grup, bir Ermeni kahvehanesinde konaklayarak, arkadan gelenleri bekledi ve ekip tamam olunca Gümüşhane’ye doğru hareket ettiler, oradan da Varzahan köyü (Uğrak) yoluyla Bayburt’a ulaştılar.
Bayburt’ta da fedailerin ilk durak yeri kilise kahvehanesi diye bilinen bir kahvehane oldu. Fedailer, burada kaldıkları süre içinde Ermeni ileri gelenleri ile görüşmeye teşebbüs ettiler, ancak karşılarına çıkan ciddi bir problemi aşamadılar. Bu problem, fedailerin birbirlerini tanımalarını sağlayan, aralarında bir çeşit parola özelliği gösteren özel belgenin olmamasıydı. Anlaşıldığı kadarıyla böylesine gizli faaliyetlerde, üyeler ellerinde bu belgeleri bulunduruyor ve gittikleri şehirlerde Ermeni büyüklerine bunu göstererek, gereken maddi ya da manevi desteği alabiliyorlardı.
Esasında Bayburt’a gönderilen fesat cemiyeti üyeleri de bunu çok iyi bilmekteydiler ve İstanbul’dan hareketleri sırasında da bu belge yanlarında bulunmaktaydı. Ancak, bazı fedailerin, yolda güvenlik kuvvetleri tarafından aranıp, yakalanabileceklerine dair endişesi, belgelerin imha edilmesine neden olmuştur. Fedailerden Simon, İstanbul’dan kayığa bindikleri sırada Vanlı Ağop adlı fedainin, yolda polislerin üstlerini arayabileceğini ve kâğıtların bulunması halinde çok büyük sıkıntıya düşebileceklerini söylediğini ve bunun üzerine, onbaşı Arvet’in kâğıtları alıp yırtarak denize attığını ifadesinde dile getirmiştir. Bundan dolayı da gittikleri yerlerde hiçbir Ermeni büyüğünden para alamamışlar, hatta bazı yerlerde Şakir Paşa’nın hafiyesi olmakla da itham edilmişlerdir.
Umduklarını bulamayan, gerekli parasal desteği göremeyen fedailer, yollarına devam edebilmek için bir hal çaresi aramışlar ve herkesin kendi cebindeki parasını ortaya koyması şeklinde bir çözüm bulmuşlardır. Toplanılan paraları reislerine teslim edip, bunları harcayarak gidecekleri yerlere ulaşmışlardır.
Bayburt’tan sonra fedailer, Ermeni murahhası ile görüşmek üzere Erzurum’a hareket ettiler. Erzurum’da faaliyetlerini çok dikkatli ve gizli biçimde yürüten cemiyet üyeleri, Ermeni askeri oldukları anlaşılmasın diye gündüzleri Ermeni mezarlığında geceleri ise bir kahvehanede toplandılar.
Fedailer Erzurum’da da bir sürprizle karşılaştılar. Ermeni murahhası, belgeleri olmadığı için onların fedai olduklarına inanmayıp para vermedi. Bunun üzerine onbaşı Arvet, durumu İngiliz postasıyla İstanbul’a bildirerek, sorunun hallini istedi. Ancak o mektubun cevabı da gelmedi. Böylece murahhastan da istedikleri ilgiyi göremeyince, sıkıntı ve telaşa kapılan fedailer dağılmaya başladılar ve cemiyetin Vanlı üyeleri memleketlerine geri döndüler.
Yalnız kalan Arvet ve arkadaşları, mecburen Bayburt’a geri dönerek tekrar buradaki Ermeni büyüklerinin yanına gittiler. Bu defa fedai olduklarını ve İstanbul’dan geldiklerini, Bayburt’taki Ermeni ileri gelenlerinden Haçator Efendi, kardeşi Ohannes, Sarrafyan Arakil ve Galer murahhası Havran’ı inandırmayı başardılar. Bundan sonra da Haçator Efendi’nin emri altında faaliyetlerine devam ettiler. Haçator Efendi, bu kişileri Ermenilerin sakin oldukları köylerden para toplamakla görevlendirdi. Arvet ve arkadaşları daha önce çok sıkıntı çektiklerinden, bu defa ellerine bir yazılı vesikasının verilmesini talep ettiler. Bu istekleri Haçator Efendi tarafından olumlu karşılandı ve onlara fedai olduklarını gösterir birer belge verdi.
Nitekim Varcabet Hayik, Zakar isimli fedainin köylerine geldiğini ve Haçator Efendi ile Arakil’den aldığı imzalı kâğıdı göstererek para istediğini doğrulamaktadır.
Arvet ile beraber birkaç arkadaşı daha köylere çıkmıştır. Bunlardan Pulurlu Tatos, Mukdis ve Mosin tarafından 15 altın, Hindili Tomas, Varcabet ve Partu tarafından 10 altın, Ergili Manuk ve Gümüşhaneli Kirkor tarafından 3 altın, Pülürekli nahiye müdürü Mukdis Kiyor tarafından 5 altın, Keleverekli Markar ve Keşişoğlu Mıgırdıç tarafından 7 altın, Kısantalı Papas Artin ve Erzincanlıoğlu Serkis tarafından 5 altın ki toplam 45 Osmanlı Lirası toplanmıştır. Toplanan paralar Zakar tarafından Arvet’e verilmiş, Arvet de bu paraları Haçator ve arkadaşlarına teslim etmiştir. Hindili Zakar, toplanılan paralarla, kendilerine laz şıbkavası, çarık, kapalak ve çuka gibi kıyafetler alındığından bahsetmektedir.
Bazı fedailerin ifadesinden, bu paraların pek de gönüllü olarak toplanmadığı anlaşılmaktadır. Pülürek nahiyesi müdürü Mukdis Kiyork, Arakil Efendi’nin köylerine gelerek para istediğini ve verilmediği takdirde kendisini öldüreceklerini söylediğni dile getirmiştir.
Bütün hazırlıklarını tamamlayan fedailer, artık eylemler için hazır hale geldiler ve reislerinden aldıkları emirler doğrultusunda çeşitli köy baskınlarına başladılar.
Fedailerin köy ve celep baskınları (Lüsunk Köyü ve Landras Deresi baskını)
Lüsunk köyü, daha önce de belirtildiği gibi Müslüman ve gayrimüslimlerin birlikte yaşadıkları köyler arasındaydı. Daha evvel eşkıya baskınları ile gündeme gelen köy, bu defa da fedai baskınına maruz kaldı.
Fedailerden Varzahanlı Bağdasar ve Lüsunklu Takfur’un ifadelerine göre, Lüsunk baskını şu şekilde cereyan etmiştir. Evvela grup onbaşısı Mihran tarafından, çuka, kazmir, kapalak gibi giysiler ile martini tüfek ve 50’şer adet de fişek dağıtılmıştır. Bu şekilde silahlanan ve üzerlerine fedai elbiselerini giyen gruptan yaklaşık on kişi, ilk olarak Lüsunk köyü yakınlarındaki Landras deresine gitmişlerdir. Geceyi burada geçiren grubun yiyeceği kalmayınca, Kaspa isimli fedai gizlice Lüsunk köyüne giderek, ekmek ve bazı katık malzemesi getirmiş ve bunları yiyerek sabahlamışlardır. Kaldıkları süre içinde yiyecekleri bittiğinde, bazen Haçator Efendi tarafından Dikran adlı fedai aracılığıyla gönderilmekte, bazen de Delikızınoğlu diye bilinen bir fedai tarafından Lüsunk köyünden karşılanmaktaymış. Yaklaşık 9 gün ve gece Landras deresinde kalan fedailer, bu süre zarfında etrafı gözetlemiş, yoldan geçen Müslümanlar ile fesat cemiyetine girmeyen ve onlara para yardımında bulunmayan Hıristiyanları soyma ve vurma girişiminde bulunmuşlardır.
Yine bu süre içinde, birkaç defa Müslümanlara ait celeplere saldırmış ve bazı kere sürüden bir-iki koyun gasp ederek kesip yemişlerdir. Bağdasar, arkadaşlarının bu eylemler sırasında, yoldan geçen postayı vurmayı tasarladıklarını ve böylece vukuat sayısını artırmayı düşündüklerini ve bütün bunların sonunda “memleketlerin Ermenistan” olacağına inandıklarını dile getirmektedir.
Everek ve Lipana köyü baskını
Fesat cemiyeti fedaileri Lüsunk ve Landras deresi eylemlerinden sonra, Everek köyünü basarak, köyün zenginlerinden Salih Ağa’dan 300-400 lira almayı ardından da Bayburt kaza merkezinde vukuat çıkarmayı tasarlamışlardır. Ancak, Aruzkalı Arvet ve grubu, gerekli silahları temin edemeyince bu planları boşa çıkmıştır.
Ladrans deresinden sonra Kopuz köyünde ziyaret olarak adlandırdıkları manastıra giden fedailer, orada iki gün durduktan sonra tekrar yola çıkmışlardır. İfadelere bakılırsa fedailerin Kopuz manastırında birkaç gün daha kalmayı düşündükleri ancak, hallerinden şüphelenen manastır hademelerinin ziyaretçi burada bir gün– iki gün kalur, siz ne içün çok müddet kaldınız demesi üzerine oradan ayrılmışlar ve Lipana köyü yakınlarındaki Çatak deresine gitmişlerdir. Burada bir eve girerek, üç rovelvor silah ile bir saat ve bir kıyyede yağ almışlardır. Daha sonra Everek köyünü basmak için o tarafa yöneldikleri sırada, süvari askerlerini görüp korkudan dağılmışlardır.
Birkaç gün sonra yine aynı yerde toplanan fedailer, birbirlerine “ canımızı niye tehlikeye koyalım, bunlar rahat olsunlar, biz dağda taşta gezelim” diyerek gittikleri yanlış yolu fark edip ayrılmışlardır.
Kopuz köyündeki manastır, fedailer için bir buluşma noktası olmuştur. Nitekim Kopuz köyüne yakın alanlarda baskınlarda bulunan fedailer, daha sonra manastıra gitmişler ve bu sırada Bayburt merkezden gelen silahlı fedailerle burada birleşmişlerdir. Lüsunklu Takfur isimli fedai, Bayburt’tan manastıra gelenlerin “Laz kıyafeti” giyinmekte olduklarını ve kendilerine de aynı kıyafetlerden birer takım getirildiğini ifadesinde ortaya koymuştur. Böylece sayıları artan fedai grubu, hemen manastırın arkasında güdülmekte olan sürüye saldırarak, bir koyun alıp, manastırda pişirip yemişlerdir.
Daha sonra Hacıoğlu deresine geçen fedailer, Mağara köyüne giderek, Sadullah adlı köylüden zorla bir miktar yağ almışlar ve üzerindeki parayı da gasp etmişlerdir.
Celep baskınları
Gruplar halinde harekete geçen fedailer, bazen rastladıkları koyun sürülerine de saldırıyorlardı. Kunduracı Kısa Kirkor, bu eylemlerden birini “ … İslamlar’ın celeb davarlarını otaran iki kürt çobanlarının üzerlerine gece müsellahan hücum eyledik çobanlar bir şey yapamadılar iki davar da sürüden aldık…” diye anlatmaktadır. Balahorlu İstepan bir başka celep baskınını “o gece gittik Kopuz ile Aruzka’nın arasında kürt çobanından cebren bir koyun aldık götürdük Kopuz’un meşesinde kestik kavurma ettik yedik…” şeklinde özetlemektedir. Lüsunklu Takfur ise, yaptıkları eylemleri sıralarken, “orada da bulunduğumuz müddet zarfında iki defa birer ikişer koyun yoldan geçen celep sürüsünden aldık işte böyle vukûat ediyorduk…” diye celep koyunlarını nasıl gasp ettiklerini beyan etmektedir. Takfur ifadesinin devamında bu tür eylemleri birkaç defa tekrarladıklarını ve amaçlarının karınlarını doyurmak olduğunu “İki koyun bir defa bir koyun da bir defa olarak gündüzün Ladrans deresinden önünde bulunan celep sürülerinin çobanları üzerine müsellahan hücum eyledik, çobanlara bize koyun vereceksiniz dedik. Korkularından koyunları verdiler aldık. Bu koyunları aldığımıza sebep de kendimizin yemesi içün idi…” cümlesiyle izah etmiştir.
Çıtanos köyü baskını
Eylemlerini sürdüren fedailer, bu defa Çıtanos köyünde faaliyet göstermişlerdir. Köyün üst taraflarında bir pınarın başında bekledikleri sırada, fedailerin yanına Çıtanoslu Laz Kazar Ağa diye bilinen bir kişi gelerek, nereye gittiklerini sormuştur. Bu soru karşısında şaşkın duruma düşen fedailerden bazısı, tütüncü olduklarını söyleyerek işi geçiştirmek istemiştir. Ancak uyanık biri olduğu anlaşılan Kazar Ağa, onlara tütüncüye benzemediklerini, hatta fedailerden Bedros’u daha önce bir yerden tanıdığını söylemiştir. Tanınıp, açığa çıkacaklarını düşünen Bedros, tüfeğinin dipçiğiyle Kazar Ağa’yı yaralamıştır. Hızla olay mahallini terk eden grup, yolda rastladıkları bir çobanın belinden silahını alarak bu defa Çatak deresindeki Çatak komunu basmışlardır.
Burada daha önce Mihran adlı fedai tarafından kendilerine verilen biri iki gözlü diğeri tek gözlü iki dürbün ile ot tayasının üzerine çıkarak etraftan gelen giden olup olmadığını kontrol etmişlerdir. Etrafta kimse gözükmediğinden Mihran ile Terzi Kiyor koma giderek oradan üç rovelvor, bir saat ile ekmek ve yağ alıp getirmişler. Köyün dışarısına doğru çıkarken askerleri görünce yine Everek köyüne kaçmışlar ve iki gün saklandıktan sonra dağılmışlardır.
Pigeyi ve Harorti/Hireverti köyleri baskınları
Ayrı kollar halinde hareket eden fedailerin, onbaşı Arvet ve İstanbul’dan getirdiği elemanlardan oluşan bir kolu da Ballıkaya ve Hireverti köylerinde eylemlerde bulunmuşlardır. Burada da diğerlerine benzer eylemler yapmışlardır.
Fedailer son olarak Hadrek köyünde eylemde bulunmuşlardır ki, bu olay Bayburt merkezdeki vukuatın ateşleyicisi olmuştur.
Hadrek köyü baskını
Fesat cemiyeti üyesi Ermeni fedaileri, birçok köyde olduğu gibi Hadrek köyünde de eylem yapmışlardır. Ancak olayların Bayburt merkeze sıçraması, Hadrek baskınını diğerlerinden ayırmıştır. Hadrek köyü vakası şu şekilde cereyan etmiştir.
Laz kıyafetli bir grup Ermeni fedaisi, yoldan geçecek olan postayı vurmak amacıyla, köy yakınındaki köprünün altına saklanmış ve posta arabası geçerken ona silahlı saldırıda bulunmuşlardır. Olay esnasında herhangi bir insan kaybı olmamışsa da, XIX. alayın hayvanatından biri isabet eden kurşun nedeniyle telef olmuştur. Haberin Bayburt’ta duyulması büyük bir infiale sebep olmuş ve Müslüman halk korku, dehşet ve heyecan duygularını birlikte yaşamıştır.
Bazı Ermeni fedaileri hadisenin daha da büyümesine neden olmuştur. Ermenilerin harekete geçtiğinin herkes tarafından görülmesinin sağlanması gibi bir maksatları olduğu anlaşılan, bir grup fedai, “hoca ve laz kıyafeti” gibi yerel ve dinî giysiler giyerek, Türklerin yoğun yaşadığı köyleri dolaşmaya başlamışladır. Türkçeyi de iyi kullanan ve giyimleri ile de Türklerden biri olduğu zannedilen bu fedailer, gittikleri köylerde, Ermeniler Müslümanları öldürüyor şeklinde şayia ortaya atmışlar ve ortamın iyice gerilmesine neden olmuşlardır.
Önlerine gelene revolver silahları ile ateş eden fedailer, bölgede galeyana sebep olmuşlardır. Yapılan bu gibi tahrikler sonucu heyecana gelen civar köylerdeki Müslüman halk, Bayburt merkezdeki Müslümanlarla birlikte hareket etmek için yollara dökülmüş ve merkeze ulaştıklarında iki grup arasında 6-7 saat şiddetli çarpışmalar meydana gelmiştir. Benzer olaylar bir kısım köylerde de cereyan etmiştir.
Fedailerden Lüsunk köylü Kasba, Hadrek olayını şu şekilde dile getirmektedir: “Kasabalı Varterisoğlu Mihran yalnızca Gümüşhane’ye Hacı Arakil’in yanına gitmiş idi. Ne içün gittiğini söylemedi. Gümüşhane’den geldikten sonra söyledi ki bizim Ermeni karyelerinden Trabzon’a tâbi‘ Yomra nahiyesinin Şan karyesi Ermenilerinin Laz fiyakasında on iki martini tüfenkle Hadrek’te postanın önüne çıkarak cümlesi birden bir kere ateş etmişler o sırada bir tanesi ya elinden veya ayağından veya kolundan urulmuş atide arkadaşları almış beraberce firaren savuşmuşlar.”
Daha sonra Bayburt yakınlarında toplanan fedailerin bir kısmı, kış mevsimini Erzurum’da geçirme düşüncesiyle oraya doğru hareket etmişler ve bahara kadar Erzurum’un Iğdasor köyünde kalmışlardır. Burada fedailerin sayısını artırmaya çalışmışlardır.
Bayburt merkezde meydana gelen olaylar
Bayburt şehir merkezinde ortaya çıkan Ermeni olaylarının başlangıcı hususundaki bilgiler şu şekildedir:
Bayburt Kasabası Polis komiserliğinden alınan 3 Kasım 1895 tarih ve 29 numaralı tahrirat ile Emniyet komiserliğinden Zaptiye Nazırı Nazım Paşa’ya gönderilen kayıtlara göre; Bayburt Ermeni olayları 14 Teşrîn-i evvel 1311 /26 Ekim 1895 Cumartesi günü saat 4.00 sıralarında şehrin kuzey ve güney taraflarında meskûn Ermeni mahallesinden üç el silah atılması üzerine başlamış ve kasaba karışmıştır. Askeri birlikler ve hükümet kuvvetleri olayı önlemeye çalışmışlarsa da, vaka saat 10:30’a kadar devam etmiştir.
Bayburt kumandanı Mirliva Salih Zeki Paşa ve kaza kaymakamının müştereken Erzurum valiliğine gönderdikleri telgrafta ise; olayların yine aynı tarih ve günde başladığı belirtilmekle beraber, başlangıç saati olarak 4:30 gösterilmiştir. Burada da olayın yine Ermeni mahallesinden 7-8 el silah atılması ile başladığı ve bunun üzerine Müslüman halkın hemen dükkanlarını kapatarak, kendilerini muhafaza için silahlarına sarıldıkları beyan edilmektedir. Karışıklık esnasında dükkânlarını henüz kapatan Müslümanlar, sokaklarda Ermeniler tarafından öldürülmüş olan Müslümanları görünce, şaşkına dönmüşler ve onlar da ateş etmeğe başlamışlardır. Böylece Bayburt şehir merkezinde büyük bir kargaşa çıkmıştır.
Bölgede ıslahat çalışması için Osmanlı hükümeti tarafından görevlendirilen Şakir Paşa da, Bayburt olaylarının başlangıcını aynı doğrultuda ifade etmekte ve olayı şu şekilde tasvir etmektedir: “Dün sabah Ermeni mahallesinden güzar eden 3-4 Müslüman üzerine birkaç el tüfenk ve tabanca atılması üzerine kasabada tüfenk sesini işiten Müslümanlar dükkanlarını sed ile hanelerine koşarak eslihalarını hamilen çıktıklarında zikrolunan Müslümanlar Ermeniler üzerine hücum edip tarafeynden silah atılmağa başlanıldığından kasaba derunu mahşer mahalline dönüşmüş ve akşama kadar imtirâd ederek gerek İslam ve Hıristiyan dükkanları kırılmış bazı mahallelere ateş verilerek bir hayli hasar ve haşye? İcra olunmuş olduğu kaymakamlık tarafından gelen telgraf namede beyan olunmuştur.” Şakir Paşa durum tespiti yaptıktan sonra, olayları tam manasıyla tahkik ettirmek istemiş ve olayların önüne neden geçilemediğinin araştırılması için topçu binbaşısı Asaf Bey ile hukuk mektebi mezunlarından Hayri Bey’i vukuatın ertesi sabahı derhal Bayburt’a göndermiştir.
Bayburt’ta çıkan karışıklık üzerine, derhal polis kuvvetleri ve nizamiye askeri birlikleri olayı önlemeğe çalışmışlardır. Ancak Ermeniler isyana devam ettiklerinden şehir adeta bir muharebe meydanına dönmüştür. Askeri tedbirlerin yanı sıra, telkin edilen nasihatlerin de etkisiyle saat 11:00 sularında Müslüman halkın sakinleşmesi sağlanarak, silah sesleri kesilmiştir. Bundan sonra devriyeler gezdirilerek, bir taşkınlık yapılmasının önü alınmak istenmiştir. Kargaşa sırasında birkaç dükkân da yağmalanmıştır. Yakın köylere giden bazı fedailerin tahrikleriyle, yola çıkan civar köyler Müslüman ahalisinin şehre girmesine engel olunmaya çalışılmışsa da, mevcut askeri kuvvet yetersiz kaldığından buna engel olunamamıştır. Yine yakın köylerde yaşayan Ermenilerden 400 kişilik bir grup da Ergi köyünde toplanmışlar ve hep birlikte şehre hücum etmeye çalışmışlardır.
Yapılan tahkikat sonucunda Bayburt olayları esnasında her iki taraftan da ölü ve yaralılar olduğu görülmüştür. Olay esnasında asakir-i şahaneden 2 ölü, 1 yaralı ve Müslüman halktan 8 ölü, 11 yaralı bulunurken, Ermenilerden 170 ölü, 35 yaralı vuku bulmuştur. Ayrıca bazı ev ve dükkânlar yağmalanmış, galeyana gelen halk tarafından iki ev de ateşe verilmiştir. Yanan bu evlerden biri kadın ve biri çocuk olmak üzere iki kişi sağ olarak kurtarılmıştır.
Ermeniler çıkan hadisenin müsebbibi olmasına rağmen, Bayburt merkezdeki dükkânlarını da açmayarak kiliselerine çekildiler. Onların bu tutumu Müslüman halk arasında heyecanın bir kat daha artmasına neden oldu. Dükkânların kapanması ve kiliselere çekiliş yerel hükümet tarafından hiç hoş karşılanmadı ve yetkililer ile kasaba ileri gelenleri Ermenilere giderek, nasihat ve tavsiyelerde bulunmuşlardır. Tavsiyeler Ermeniler arasında etkili olacak ki, dükkânlar olaydan 4 gün sonra 30 Ekim 1895 günü açılmaya başlandı. Erzurum olaylarının meydana geldiği güne denk gelen bu dükkân açma işi ne yazık ki fazla uzun sürmedi ve birkaç saat sonra sahipleri tarafından tekrar kapatıldı. Dükkânlarını kapatan Ermeniler hanelerine koşarak, evlerinin pencerelerinden tekrar silah atmağa başladılar. Böylece yeniden kargaşa hâkim oldu. Daha sonra alınan önlemlerle şehirde yendien sükûnet sağlandı.
Yapılan geniş çaplı tahkikat sonucu, Şingah mahallesinde Ermeniler tarafından ateş açılmasıyla başlayan, Of ve Sürmene yönlerinden gelen kişilerin saldırıları ile devam eden olayların blançosu ortaya çıktı. Bayburt kaymakamlığının verilerine göre, Bayburt ve köylerinde çıkan Ermeni olaylarında Müslümanlardan 16 erkek,1 kadın öldü ve 22 kişi de yaralandı. Ermenilerden ise 8’i çocuk, 7’si kadın olmak üzere 544 kişi öldü ve 72 kişi de yaralandı.
Olaylardaki ölü ve yaralı sayısı İngiltere’nin Erzurum konsolosu Cumberbatch tarafından İngiltere’ye bildirilmiştir. Bilgileri Ermeni kaynaklarından aldığını söyleyen ve sayıları gerçeğe yakın olarak kabul eden konsolos raporuna göre, Bayburt merkezde 400, köylerde ise 300 kişinin öldüğü ve yaralı sayısının da bilinmediği belirtilmiştir.
İngiliz belgeleri kendi itirafları ile abartılı olarak olayda ölen Ermeni sayısını verirken, aynı olaylarda ölen Müslümanlardan hiç söz etmemektedir. Yine fedailerin kendileri yaptıkları köy baskınlarını itiraf etmesine rağmen, konsolos yağmalanan Ermeni hanelerinden bahsetmekte ve Müslümanlarınkini görmezden gelmektedir.
Esasında olayın bütün müsebbipleri Ermeni fedaileri olmasına ve Türklerin de büyük zarara görmesine rağmen, Ermeni diasporası bu olayda da Türkleri suçlu göstermektedir. Onlar, 26 Ekim 1895 tarihinde Bayburt’ta büyük bir katliam yapıldığını ve 160 köyün zarar gördüğünü iddia ederler.
Şehirdeki bu kargaşa ortamı bir yangın alevi gibi kısa sürede köylere de sıçradı. Özellikle Kırzı, Balahor, Rumeli, Kısanta, Hayik, Hınzeverek, Niv, Tomla, Varzahan, Ergi, Pülürek, Keleverek, Pulur, Rüştü ve Hindi köylerindeki Ermeniler, bu köylerde yaşayan Müslümanlar üzerine saldırıya geçtiler. Karşılıklı çatışmalar çıktı ve her iki taraftan ölen ve yaralananlar oldu. Ancak bunun sayısı net olarak yetkililer tarafından tespit edilememiştir. Bayburt hadisesi esnasında polis komiserine de ateş açılmış, ancak isabet etmemiştir.
Alınan önlemler sonunda bölgede sükûnet yeniden sağlanmış ve suçlular yakalanarak mahkemeye sevk edilmiştir.
KAYNAKÇA:
Yard. Doç. Dr. Yunus Özger / 1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları, IQ Yayınları, İstanbul 2008
Editör: 1890’lı yıllarda Bayburt’ta yaşanan Ermeni olaylarıyla birlikte 1910’lu yıllarda yaşanan Ermeni olaylarının nedenlerini ortaya koyan, “1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları” adlı yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz...