Mustafa Armağan bu haberi facebook sayfasında “Ölenlerin veresesinden bile yol vergisinin tahsil edildiği yıllardı. Yani ölmekle de kurtulamıyordunuz devletin kahhar pençesinden” notuyla paylaşmış.
Peki neydi Yol Vergisi, önce ona bir bakalım. Atatürk’ün yazdırdığı Medeni Bilgiler Kitabı'nın yol vergisi ile ilgili bölümünün özetini biz “Edebiyatlaşan Vergiler, Vergi ve Muhasebede Çok Bilinmeyenler” adlı kitabımıza almıştık, o özet, Yol Vergisi’ni anlatmak ve anlamak için yeterli.
“1- Mükellefiyet: 18-60 yaş arasındaki her erkek vatandaş senede vasatî kuvveti haiz bir amelenin yollarda çalışarak 6 günde yapabileceği iş miktarına müsavi bir iş yapmak veyahut buna mukabil dört lira vermekle mükelleftir. Fakat bu miktar, icabına göre vilayet umumi meclisleri kararıyla, altı liraya kadar çıkarılabilir. Artırılan her bir lira ve küsuru için bir günlük çalışma hesap edilir.
2- Muaflar: Silah altındaki asker ve jandarmalardan, tahsilde bulunanlardan ve malul fakirlerle hayatta beş çocuğu olanlardan bu vergi alınmaz. Bunlardan başka bizim tebaamızdan yol vergisi almayan devletler tebaalarından da bu vergi alınmaz.
3- Maaşlıların Mükellefiyeti: Alelumum devlet ve vilayet ve belediyelerle devlete ait müessesat ve imtiyazlı ve ruhsatlı şirketlerden maaş ve veya ücret alan memur ve müstahdemlerin yol mükellefiyetini çalışarak ödemeleri kabul edilmeyip bunlar yol borçlarını para ile ödemeye mecburdurlar.”
Senin Osmanlın Anadolu’ya yol bile yapmamış, genç Cumhuriyet, yurttaşlarının bir bölümünü çalıştırarak ülkenin yol ihtiyacını gidermek istiyor. Yani bir tür askerlik gibi bir şey. Bunun için de yasa çıkarmış.
Yasa çıkar ama uygulamalarda hep haksızlıklar olur, Yol Vergisi’nde de olmuş. O haksızlıkların bir bölümünü biz, yukarıda sözünü ettiğimiz “Edebiyatlaşan Vergiler, Vergi ve Muhasebede Çok Bilinmeyenler” adlı kitabımızda yazmışız.
Ve o yapılan haksızlıklar, yazılmış açıkça, yukarıdaki haberdeki gibi. Duyurulmuş halkın derdi. Yukarıdaki haber Cumhuriyet Gazetesi’nde 21 Ağustos 1932’de yayımlanmış. Yani Cumhuriyet yönetiminde bu tür olayları saklama, saklatma, yayınlayanı cezalandırma gibi uygulamalar yok. O işleri Türkiye, İslamcı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde gördü. Onları da yazacak yüreğin var mı, hiç yazdın mı?
Yazamazsın ne bugünü ne de dünü? İslam Dünyası ve Osmanlı’da dünya kadar vergisel haksızlık ve isyanlar olmuştur, birine bile kalemin oynamış mıdır? Hayır! Ama biz “Edebiyatlaşan Vergiler, Vergi ve Muhasebede Çok Bilinmeyenler” adlı kitabımızda her türlü ve her kesim tarafından yapılan vergisel zulüm ve haksızlıkları yazmışızdır. Vergi İsyanlarını da… Özellikle de senin Osmanlına karşı yapılanları… Onların tamamı buraya sığmaz, meraklısı o kitabımızı okuyabilir. Biz yalnızca değişik dönemlere ilişkin iki örnekle yetinelim:
Süklün Koca vergi isyanı
Celali ayaklanmalarının en önemlilerinden biri “Süklün Koca İsyanı” olup, sebebi yalnızca vergiye bağlı olan bir isyandır. Nihat Çetinkaya, “Kızılbaş Türkler” adlı eserinde, bu isyanı şöyle anlatıyor:
“Kanunî, bu ağır mali sıkıntıyı aşmak için yeni yürürlüğe giren kadastro kanunu gereğince ‘toprak yazımının’ yenilenmesi ve vergilerin yeniden tespit edilerek yükseltilmesinin emrini verir. Bundan, daha çok tımarlı sipahiler, çiftçiler, köylüler ve göçebe Türkler etkilenirler.
Türkmen başçılarının, il yazıcılarının keyfi vergi artırımlarına itirazları dikkate alınmaz. Hatta cezalandırmalarla karşılanır. Bu ve benzeri baskılar yeni bir Türkmen ayaklanmasına yol açar. Ayaklanmanın başındakiler, Süklün Koca ve bazı kaynaklara göre de Baba Zünnun’dur.
O sırada, Bozok Sancak Beyi, Hırvat dönmesi Ferhat Paşa’nın akrabası Hersekzâde Ahmet Paşa’nın oğlu Hersekzâde Mustafa Bey’dir. Mustafa Bey, aynı zamanda, ana tarafından II.Beyazid’in torunu, dolayısıyla da Kanunî’nin halasını oğlu idi. Mustafa Bey’in emri ile Kadı Muslihiddin ve kâtibi Mehmet, köylülerden yeni vergiler toplamaya kalkarlar. Bozoklu Dulkadirli TürkmenbeylerindenSüklün Koca’ya 200 akçe vergi yazılır. Süklün Koca, bunun çok fazla olduğunu ve 100 akçeye indirilmesi talebiyle şikâyette bulunur. Talebi reddedildiği gibi, Türkmen töresince, büyük aşağılama ve hakaret kabul edilen muamelelerle karşılaşır. Saçı sakalı kesilir ve bir merkep üzerine ters bindirilerek obada dolaştırılır. Bu durum karşısında, ağır vergilerden ürkmüş olan bölge Türkmenleri ayaklanır ve ayaklanma büyüyerek geniş bir alana yayılır. Bu ayaklanma sırasında, ayaklanmayı bastırmaya çalışan Karaman Beylerbeyisi İskender Paşazade Hurrem Paşa, İçel Sancak Beyi Bostancı Ali Bey, Kayseri Sancak Beyi Behram Bey, Türkmenler tarafından mağlup edilerek öldürülürler. Neticede, Rum (Sivas) Beylerbeyisi Hüseyin Paşa ve Adana Beylerbeyisi Ramazanoğlu Piri Bey, çok sayıdaki kuvvetleriyle Türkmenlerin üzerine yürürler. 26 Eylül 1526 tarihinde Höyüklü denilen yerde Türkmenler zorlukla mağlup edilirler.”
Gökalp’in örgütlediği vergi isyanı
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yerleşik bulunan "milli" adlı aşiretin mensupları, Sultan Abdülhamid'in kurduğu Hamidiye Alayları'na katıldıktan sonra, yörede tam bir baskı, tehdit ve terör düzeni oluşmuştu. Milli Aşireti'nin önderi İbrahim Paşa, halktan zorla vergi almakta, vermek istemeyenlerin mallarını yağmalatmaktaydı.
O yıllarda, memleketi Diyarbakır'da bulunan Ziya Gökalp, halkı örgütleyerek bu çeteyle silahlı mücadeleye girişti. 1906 yılında başlayan mücadele, 1907 yılında da sürdü. Sonunda Sultan Abdülhamid, İbrahim Paşa ve alayını, başka bir İl'e göndermek zorunda kaldı.
Hadi bakalım, Ziya Gökalp olmasaydı ne olacaktı o zavallı halkın hâli? Ve Yol Vergisi’nden dolayı bir isyan çıktı mı? Ona da yanıt ver!