Türkiye’de siyasi iktidarı elinde tutan kadro, konuşmalarına zaman zaman bu kavramı katıyor: “Yeni Türkiye” ... İktidarın “Yeni Türkiye” anlayışı bir siyaset projesi midir? Ekonomi planı mıdır? Eğitime ağırlık veren sosyal bir proje midir? Bunu bilemiyoruz. Çünkü elimizde Yeni Türkiye kavramının içeriğini dile getiren bir belge yok. Ancak çeşitli konuşmalardan “Yeni Türkiye” kavramı ile esas olarak anayasa değişikliğinin kast edildiği anlaşılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendisi yenidir. Ancak geçen zaman içerisinde siyasi kadrolar ve bunların yakınları Türkiye’nin güzelliklerine öylesine çirkinlikler getirmiş bu milletin din anlayışını, tarih anlayışını, coğrafya anlayışını tam anlamıyla karanlıklara sokmuştur. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi, İman ve inanç sitemi, ahlak anlayışı, manevi değerler sistemi üzerine dökülmüş olan bütün rezillikleri sağlam bir irade ve güçlü bir hamle ile silerek asli kimliği oraya çıkaracak kararlılığa muhtacız. Cumhuriyeti kuran kadro; “Önce şeref sonra hayat” diyordu. Onlar için milli şeref, milli servetin en yüksek değeriydi. Şerefsiz yaşamak ise her gün ölmekti. Onlar genç kadroları en iyi şekilde yetiştirmeyi birinci iş bildiler. Kurdukları modelin hedefi bizim insanımızı yetiştirmekti.
Kurtuluş Savaşı biter zafer kazanılır Gazi Paşa meclis çatısı altındaki kumandanlara; “Artık seçim zamanı geldi. Ya kuvvet komutanlığını seçeceksiniz, askeri görevinize döneceksiniz veya milletvekilliğinde devam edeceksiniz” der. Askerler istifayı tercih eder. Türkiye’nin daha güzel günlere ulaşması için bir seri inkılâbı zaruri gören Gazi Paşa ile bazı arkadaşlarının yolları ayrılır. Ancak, birbirlerinin şeref ve onurunu yaralayıcı tek söz söylemezler. Atatürk’ün muhaliflerinin hatıralarında şeref belgesi gibi yer alan şu cümleyi hep okudum:
“Biz olmasaydık, O milli mücadeleyi yapar başarıya götürürdü. Ama O olmasaydı biz yapamazdık.”
Bugün gazete sayfalarını dolduran bazı iktidar mensuplarının demeçlerinde Cumhuriyetin kurucu kadrosunun, bu dikkatinden bir kıvılcım bulmak mümkün mü?
Türk Tarihini sağlıklı kaynaklardan incelediğiniz zaman devlet adamlarımızın birinci sancısının kendilerine emanet edilmiş olan vatan coğrafyasının bütünlüğünü korumak olduğunu görüyoruz. Vatanın bütünlüğü onların namusudur... Onlar 16 yıl savaşmış, yetişmiş genç güçlü kadrolarını harp meydanlarında bırakmış, sakat, yaralı, yoksul bir milletle kalkınma yoluna girdiler. Emperyalistlerin bütün oyunu bağımsızlığını kazanmış genç Türkiye Cumhuriyeti’ne dış borçla boyunduruk vurmaktı. O yiğit insanlar bu oyuna gelmedi. Her bütçe döneminde Mustafa Kemal; “Ne kadar paramız var, o kadar yatırım yapın” dedi. Her türlü israfa şiddetle karşı çıktı. Zirvedeki şahsiyetin dürüstlüğü, tokluğu, kademe kademe yayılır ve ülkeyi kaplar. Aksi ise felakettir.
Cumhuriyeti kuran kadrolar silahlı kuvvetlere, onların eğitimine silah ve malzeme üstünlüğüne büyük ağırlık vermiştir. Türk Milleti için, ordu millet denilmesinin sebebi, milletin ordusundan asla ayrı olmayı düşünmemesidir. Ordunun onuru, şerefi, yüceliği milletin alnının ışığıdır. Bunu bilen silahlı kuvvetler hiçbir zaman küçük hesapların insanı olmadı. Genel Kurmay Başkanlığımız geçtiğimiz günlerde terör konusunda yapmış olduğu açıklama ile millete ’oh!..’ çektirmiştir. Dileğimiz silahlı kuvvetlerin bu dik ve vakur tavrının devam etmesi asla eğilip bükülmeden vatanın bütünlüğünü iç ve dış düşmanlara karşı savunmasıdır...
A. Carnegie; “Her şeyi kendisi yapmak veya bunu yaptığı için bütün takdiri kendisi toplamak isteyen hiç bir insan büyük lider olamaz" diyor.
Evet işte, siyasetteki ve siyasi partilerdeki kavganın röntgeni budur. Halbuki iyi bir lider başarısızlığın payından kendi hissesine düşenden biraz fazlasını ve başarıdan hissesine düşenden de biraz azını kendisine ayırır. Böylece en iyi liderler, iş bittiğinde insanların bu işi biz başardık diyebilmelerini sağlayan kişilerdir.
Türkiye’nin ’Yeni Türkiye’gibi kof sloganlara değil, silkinip bize yaraşmayan bizden olmayan yadellerin süprüntülerinden kurtulmaya ihtiyacı var. Ayağa kalkacağız: “Doğru din, doğru tarih ve doğru dil” ile milletimizi öz kimliğine layık büyüklüğe kavuşturacağız. O gün kimleri kırağının çalacağını hep beraber göreceğiz...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendisi yenidir. Ancak geçen zaman içerisinde siyasi kadrolar ve bunların yakınları Türkiye’nin güzelliklerine öylesine çirkinlikler getirmiş bu milletin din anlayışını, tarih anlayışını, coğrafya anlayışını tam anlamıyla karanlıklara sokmuştur. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi, İman ve inanç sitemi, ahlak anlayışı, manevi değerler sistemi üzerine dökülmüş olan bütün rezillikleri sağlam bir irade ve güçlü bir hamle ile silerek asli kimliği oraya çıkaracak kararlılığa muhtacız. Cumhuriyeti kuran kadro; “Önce şeref sonra hayat” diyordu. Onlar için milli şeref, milli servetin en yüksek değeriydi. Şerefsiz yaşamak ise her gün ölmekti. Onlar genç kadroları en iyi şekilde yetiştirmeyi birinci iş bildiler. Kurdukları modelin hedefi bizim insanımızı yetiştirmekti.
Kurtuluş Savaşı biter zafer kazanılır Gazi Paşa meclis çatısı altındaki kumandanlara; “Artık seçim zamanı geldi. Ya kuvvet komutanlığını seçeceksiniz, askeri görevinize döneceksiniz veya milletvekilliğinde devam edeceksiniz” der. Askerler istifayı tercih eder. Türkiye’nin daha güzel günlere ulaşması için bir seri inkılâbı zaruri gören Gazi Paşa ile bazı arkadaşlarının yolları ayrılır. Ancak, birbirlerinin şeref ve onurunu yaralayıcı tek söz söylemezler. Atatürk’ün muhaliflerinin hatıralarında şeref belgesi gibi yer alan şu cümleyi hep okudum:
“Biz olmasaydık, O milli mücadeleyi yapar başarıya götürürdü. Ama O olmasaydı biz yapamazdık.”
Bugün gazete sayfalarını dolduran bazı iktidar mensuplarının demeçlerinde Cumhuriyetin kurucu kadrosunun, bu dikkatinden bir kıvılcım bulmak mümkün mü?
Türk Tarihini sağlıklı kaynaklardan incelediğiniz zaman devlet adamlarımızın birinci sancısının kendilerine emanet edilmiş olan vatan coğrafyasının bütünlüğünü korumak olduğunu görüyoruz. Vatanın bütünlüğü onların namusudur... Onlar 16 yıl savaşmış, yetişmiş genç güçlü kadrolarını harp meydanlarında bırakmış, sakat, yaralı, yoksul bir milletle kalkınma yoluna girdiler. Emperyalistlerin bütün oyunu bağımsızlığını kazanmış genç Türkiye Cumhuriyeti’ne dış borçla boyunduruk vurmaktı. O yiğit insanlar bu oyuna gelmedi. Her bütçe döneminde Mustafa Kemal; “Ne kadar paramız var, o kadar yatırım yapın” dedi. Her türlü israfa şiddetle karşı çıktı. Zirvedeki şahsiyetin dürüstlüğü, tokluğu, kademe kademe yayılır ve ülkeyi kaplar. Aksi ise felakettir.
Cumhuriyeti kuran kadrolar silahlı kuvvetlere, onların eğitimine silah ve malzeme üstünlüğüne büyük ağırlık vermiştir. Türk Milleti için, ordu millet denilmesinin sebebi, milletin ordusundan asla ayrı olmayı düşünmemesidir. Ordunun onuru, şerefi, yüceliği milletin alnının ışığıdır. Bunu bilen silahlı kuvvetler hiçbir zaman küçük hesapların insanı olmadı. Genel Kurmay Başkanlığımız geçtiğimiz günlerde terör konusunda yapmış olduğu açıklama ile millete ’oh!..’ çektirmiştir. Dileğimiz silahlı kuvvetlerin bu dik ve vakur tavrının devam etmesi asla eğilip bükülmeden vatanın bütünlüğünü iç ve dış düşmanlara karşı savunmasıdır...
A. Carnegie; “Her şeyi kendisi yapmak veya bunu yaptığı için bütün takdiri kendisi toplamak isteyen hiç bir insan büyük lider olamaz" diyor.
Evet işte, siyasetteki ve siyasi partilerdeki kavganın röntgeni budur. Halbuki iyi bir lider başarısızlığın payından kendi hissesine düşenden biraz fazlasını ve başarıdan hissesine düşenden de biraz azını kendisine ayırır. Böylece en iyi liderler, iş bittiğinde insanların bu işi biz başardık diyebilmelerini sağlayan kişilerdir.
Türkiye’nin ’Yeni Türkiye’gibi kof sloganlara değil, silkinip bize yaraşmayan bizden olmayan yadellerin süprüntülerinden kurtulmaya ihtiyacı var. Ayağa kalkacağız: “Doğru din, doğru tarih ve doğru dil” ile milletimizi öz kimliğine layık büyüklüğe kavuşturacağız. O gün kimleri kırağının çalacağını hep beraber göreceğiz...