Seçimlere yaklaşırken her gün yeni senaryolar ve spekülasyonlarla karşılaşıyoruz. Öyle zannediyorum ki, bilinen teamüller de değişmezse seçimler yaklaştıkça iktidarı yıpratmak adına akla hayale gelmedik ifşaatlar duyacağız.
Elbette demokrasiler her şeyin rahatlıkla söylenebildiği rejimlerdir. Fakat bu, her şeyin konuşulabildiği rejim, ahlak ve vicdanı zorlayan şeylerin de konuşulacağı anlamına gelemez.
Yıpratılan ve güveni zedelenmiş bir siyaset zemini, her şeyden evvel iktidar bekleyen muhalefetin de işini zorlaştırma potansiyeli taşır.
Fakat bizde öyle zannediyorum ki AK Parti iktidarıyla birlikte çok daha farklı bir muhalefet tavrı ortaya çıktı. Kendileri için iktidar hayali kuramayan muhalefet, (zannediyorum) nasıl olsa iktidar sorumluluğu almayacağı güvencesiyle hükümeti yıpratmak adına her yolu mubah görür duruma geldi.
Daha önce Sayın Cumhurbaşkanını Başbakanken ve AK Parti’nin ilk döneminde “İktidar ama muktedir değil” diyerek eleştirdiler. Şimdi de “Muktedir ama diktatör” diyorlar.
“Peki, bunun bir orta yolu yok mudur?” diye soranlara ne cevap verilebilir.
Bana göre Türkiye’nin önemli bir bölümü hâlâ muhalefetten farklı olarak şunu söylüyor; “Hem iktidar hem de muktedir.” Ve bu hâl onları asla endişeye de sevk etmiyor. Bilakis yıllardır Batı karşısında ezik kalmış, kompleksli siyasilerden sonra “dik” durmayı başarmış bir liderleri olduğuna inanıyorlar.
Türkiye de genel seçmen profili muhalefet gibi düşünmediği için ve muhalefetin tavırlarından da iktidar lehine irrite oldukları için sürekli AK Parti’yi büyütmeyi seçtiler.
Fakat muhalefet onuncu seçim zaferine koşan AK Parti karşısında hâlâ yeterince etkin görünemiyor. Bu da muhalefetin daha hırçın bir siyaset yapmasına sebep oluyor.
Tabiri caiz ise bükemediği bileğe saygı duymak yerine ağır sataşmalarla iktidarın sabrını zorlayarak hataya sürüklemeye çalışıyor.
Çünkü güçlüyü yenmenin en etkin yollarından biri onu öfkelendirerek mantıklı davranmasını engellemektir.
Mantığı devre dışı bırakılmış bir güç, hele de siyaset gibi kırılgan bir zemindeyse yapacağı hatalarla zaten kendi kendini yenecektir.
Bugüne kadar bu yol da çok zorlandı. AK Parti çok önemli sinir testlerinden de başarıyla çıktı.
Tabii bu testin en büyük başarısı onu yönetenler kadar seçmenlerine de aittir; tahrik olmayarak partilerini ve onu yönetenleri zora sokmadıkları için.
Adaylık sürecinde de, özellikle üç dönem kuralına takılacaklardan beklenen kaos da kursaklarda kalmışa benziyor. AK Parti, bu konuda da CHP’den daha iyi bir sınav verdi; dönem kuralları olmamasına rağmen.
Görünenler ışığında seçimlerin kazananını tahmin etmek sanırım çok da yeteneğe hacet bırakmayacaktır.
Seçtiği yolla sürekli AK Parti’yi büyüten muhalefetin ise artık sataşmak ve hırçınlık yaparak rakibini hataya zorlamak yerine, akılcı stratejiler ve projeler üretmesi ve umut siyasetine yönelmesi gerekiyor.
Sürekli zorladıkları bu yol, kendilerini iktidar yapmadığı gibi ülkeye de huzur getirmedi, getirmeyecek…
Elbette demokrasiler her şeyin rahatlıkla söylenebildiği rejimlerdir. Fakat bu, her şeyin konuşulabildiği rejim, ahlak ve vicdanı zorlayan şeylerin de konuşulacağı anlamına gelemez.
Yıpratılan ve güveni zedelenmiş bir siyaset zemini, her şeyden evvel iktidar bekleyen muhalefetin de işini zorlaştırma potansiyeli taşır.
Fakat bizde öyle zannediyorum ki AK Parti iktidarıyla birlikte çok daha farklı bir muhalefet tavrı ortaya çıktı. Kendileri için iktidar hayali kuramayan muhalefet, (zannediyorum) nasıl olsa iktidar sorumluluğu almayacağı güvencesiyle hükümeti yıpratmak adına her yolu mubah görür duruma geldi.
Daha önce Sayın Cumhurbaşkanını Başbakanken ve AK Parti’nin ilk döneminde “İktidar ama muktedir değil” diyerek eleştirdiler. Şimdi de “Muktedir ama diktatör” diyorlar.
“Peki, bunun bir orta yolu yok mudur?” diye soranlara ne cevap verilebilir.
Bana göre Türkiye’nin önemli bir bölümü hâlâ muhalefetten farklı olarak şunu söylüyor; “Hem iktidar hem de muktedir.” Ve bu hâl onları asla endişeye de sevk etmiyor. Bilakis yıllardır Batı karşısında ezik kalmış, kompleksli siyasilerden sonra “dik” durmayı başarmış bir liderleri olduğuna inanıyorlar.
Türkiye de genel seçmen profili muhalefet gibi düşünmediği için ve muhalefetin tavırlarından da iktidar lehine irrite oldukları için sürekli AK Parti’yi büyütmeyi seçtiler.
Fakat muhalefet onuncu seçim zaferine koşan AK Parti karşısında hâlâ yeterince etkin görünemiyor. Bu da muhalefetin daha hırçın bir siyaset yapmasına sebep oluyor.
Tabiri caiz ise bükemediği bileğe saygı duymak yerine ağır sataşmalarla iktidarın sabrını zorlayarak hataya sürüklemeye çalışıyor.
Çünkü güçlüyü yenmenin en etkin yollarından biri onu öfkelendirerek mantıklı davranmasını engellemektir.
Mantığı devre dışı bırakılmış bir güç, hele de siyaset gibi kırılgan bir zemindeyse yapacağı hatalarla zaten kendi kendini yenecektir.
Bugüne kadar bu yol da çok zorlandı. AK Parti çok önemli sinir testlerinden de başarıyla çıktı.
Tabii bu testin en büyük başarısı onu yönetenler kadar seçmenlerine de aittir; tahrik olmayarak partilerini ve onu yönetenleri zora sokmadıkları için.
Adaylık sürecinde de, özellikle üç dönem kuralına takılacaklardan beklenen kaos da kursaklarda kalmışa benziyor. AK Parti, bu konuda da CHP’den daha iyi bir sınav verdi; dönem kuralları olmamasına rağmen.
Görünenler ışığında seçimlerin kazananını tahmin etmek sanırım çok da yeteneğe hacet bırakmayacaktır.
Seçtiği yolla sürekli AK Parti’yi büyüten muhalefetin ise artık sataşmak ve hırçınlık yaparak rakibini hataya zorlamak yerine, akılcı stratejiler ve projeler üretmesi ve umut siyasetine yönelmesi gerekiyor.
Sürekli zorladıkları bu yol, kendilerini iktidar yapmadığı gibi ülkeye de huzur getirmedi, getirmeyecek…