Yaşar Nuri Öztürk, bir  Hz. Ali Şiiri yazmış; abartılı, kuru ve içtenliksiz övgülerle dolu. Tamamını buraya almayacağım, almaya da gerek yok. Nakarat olarak yinelenen bir dörtlüğü var bu şiirin, o dörtlükten söz edeceğim,  değinmelerim, irdelemelerim, eleştirilerim, hatta uyarılarım olacak.

Şöyle diyor Öztürk o dörtlükte:
Ali candır, Ali canan
Ali delil, Ali bürhan
Ali nurdur, Ali iman
Tüm canlar Ali'ye kurban

Evet, dize dize ele alalım şimdi:

İlk dize: Ali canmış, Ali Canan… Yani hem canmış, hem sevgili… Bakınız, tüm içtenliğimle söylüyorum, benim öyle bir sevgilim yok, aslında ülkemizdeki birçok insanın da yok, varmış gibi davranılıyor dinsel ve kişisel sebeplerle … Efendim, “Ehl-i Beyt-i sevmek Kur’an’ın buyruğu, sevmek zorundasın” denilebilir. Buyruğa bir şey demem de, benim içimden böyle bir sevgi gelmiyor. Kaldı ki, Hazreti Muhammed’ın Mekke’nin Fethi sonrasında kendisine vahiy kâtibi olarak tayin ettiği ve kızkardeşini de eş olarak aldığı Ebu Süfyan oğlu Muaviye, Ali’yi sevmemiş, oğlu Yezid de oğullarını sevmemiş, dahası Hazreti Muahmmed’in eşlerinden Ayşe de sevmemiş Ali’yi, Cemel Vakasında savaşmış onunla. Siz bunları bir yana koyup Hazreti Ali’yi ve onun soyunu, derin bir aşkla sevmeyi, ben Türk oğlu Türk Cazim Gürbüz’den isteyemezsiniz. Ali, Arap tarihi için önemli bir kişilik olabilir, fakat onun yaşadığı devirde benim atalarım Müslüman bile değillerdi. Ben neden onun mücadelesinde taraf olayım ki? Beni ehl-i beyt değil “Ehl-iTürk” ilgilendirir. Kaldı ki, herhangi bir Arap, bugüne dek, herhangi bir Türk-İslam büyüğü hakkında böyle abartılı övgülerle dolu bir şiir yazmış mıdır? Ben duymadım. Mesela Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş, hadi bırakın Sünnileri, Şii ve Alevi Araplar için ne ifade ediyor? Yanıt tektir: Hiçbir şey. Ama biz, Yaşar Nuri gibi abartanlar yüzünden, Ali’ye öyle bir sarılmışızdır ki, birbirimizi kırmışızdır yüzyıllar boyu. Türkmen Türkmen’i katletmiştir mezhep uğruna.

Devam edelim dörtlüğe: İkinci dizede, “Ali delil, Ali bürhan” diyor; delille bürhan, eşanlamlı sözcükler, "kanıt" anlamına gelirler (hüccet de aynı anlamdadır), bir arada kullanılması anlamsız ve gereksizdir... Ali'ye başka bir sıfat bulabilirdi, televizyonlarda megalomanik sözler eden Yaşar Nuri Beğ, belli ki söz dağarı yetmemiş.

Üçüncü dize: “Ali nurdur, Ali iman”. Ali o nurunu, yani ışığını sağlığında Araplara tutsaydı da karanlıktan kurtarsaydı. Işığı o zaman yetersiz kalmış, fiske lambası bile olamaz bu çağda. Ali iman demesi de içi boş bir söz; Ali olmayınca iman olmuyor mu yani? Benim bu kocaman evren’i yoktan var eden yüceler yücesi, sonsuz güç sahibi, güzellik ve sevgi kaynağı Görklü Tanrı’ya imanımın Ali ile hiçbir bağlantısı yoktur.  

Ve son dize: Tüm canlar Ali'ye kurban. Vallahi benim canım kıymetli arkadaş, benim Ali'ye verecek canım yok, veren versin, verenin de aklına tüküreyim, Yaşar Nuri bugüne dek niye vermemiş ki?..

Şiir uzun... Diğer dizelerini almadım... Şiir sanatı yönünden de sıfır... Böylesi dizeler ilahi sözü olabilir ama şiir olamaz. Hazret kendini şair sanıyor ciddi ciddi ama günümüzde şiir böyle yazılmıyor; imgeyle, çağrışımla, eğretilemelerle, varsıl gizemler ve benzetmelerle yazılıyor ve günümüz şiirinin uyağa ve ölçüye ihtiyacı yok, ritmini özünden alıyor. 

Nasıl mı? İşte böyle. 

“Nesnenin sırrına bilginler koşsun
Sarıklar altında tek düze söylem
Ben kendi içinde sürekli eylem
Oyun içinde oyun
Süt limanın bilmediği fırtına

Bir şarjör boşalttım uçsuz boşluğa
Çığ kopardım sese vurgun dağlardan
Tuluat vaktidir bitti ezberler
Özümden içeri yaralar göz göz
Yalımlarla oyun olur sandıydım
Narlanıp bir suya canımı attım
Çifte suyu veren el öpülmez mi?

Sonra sır külahı giydim görünmez oldum
Sırlı aynaların sırrı çözüldü
Tanrısal varsayımdım evvel zaman içinde
Masaldaki iki kıl dokundu birbirine
Bütün zamanları aştım göz kırpımı içinde

Ve bir kulaçta geçtim koca uzayı
Kara kutuyu buldum içinde benim içim
‘Öz vebalin öz başına’ dediler
Vebali özümsedim öz sevabımda
Sonra mizan çıktı
Dolular bomboş oldu
Boşlarım dolduruldu
Bir kul hakkı o dolandı boynuma

Gizliler bezendi dışa açıldı
İzimi yüzüme vurdu bir melek
Zaman silip yine zaman yazdığım zaman
Sırata yürüdüm sahipsiz gölge

Bir’le görülecek hesabım buysa
Yol ver ince hesap dök belleğimi
Elest protokolünün mührü yırtılsın
Yanılgılar ve sanılar ayrışsın
Öncesizlik kalksın başlasın sonrasızlık
Döndürün dilimi o büyük söze
(Cazim Gürbüz/Sır Külahını Giydiğim Zaman adlı şiir, Türk’e Baştan Başlamak adlı kitabından)  

Evet, anlayan anlamıştır ama şiir üstüne bazı özdeyişler de paylaşayım ki meramım ve muradım iyice pekişsin. Onlarla da bitireyim yazımı.

“Hece kalıpları gerçekte verimli kalıplardır, şair olmayanı şair yapan ya da şairmiş gibi gösteren kalıplardır.” Afşar Timuçin
“Şairsen bilmen gerekir.” Maksim Gorki
“Şiirin hası, duyguları sözcüklerin özsuyunda eritendir, yeni düşler, yeni öyküler kurdurtandır.” Emin Özdemir
“Kısa yoldan dönülemeyecek bir köşe varsa, o da şiir köşesidir” Alev Alatlı
“Şiir hayırdır, şair hayır’ın üreticisi” Hayati Baki
“Şiir en büyük eleştirmendir. Şiir kişiliktir. Şiir üsluptur. Şairin adını kaldır, bir şiirin kime ait olduğunu bilirsen, işte o şiirdir.” Fazıl Hüsnü Dağlarca