Doğu Perinçek Alı Ok adlı kitabında “1921 Anayasasına göre, Türkiye bir meclisler sistemiyle yönetilecektir. Merkezde millî hâkimiyeti temsil eden Büyük Millet Meclisi vardır. Vilayetler, vilayet şuraları (Sovyetler karşılığı) ve nahiyeler de nahiye şuraları tarafından yönetilecektir” der. Der ya, Doğu Perinçek bu bağlamda bir komün yasa tasarısının görüşüldüğünü yazmaz o kitabında. Ben de daha önce duymamıştım böyle bir tasarıyı. Bu kitabı yazarken, Prof.Dr.Rıdvan Akın Hoca’nın “Türkiye’nin Siyasal Gelişmeleri” adlı 2022 yılı içinde çıkan kitabında gördüm ve tabii ki ilgimi çekti. Birinci Meclis döneminde, yani Kurtuluş Savaşı yıllarında görüşülüp tartışılan, ne var ki çeşitli nedenlerle yasalaşamayan bu tasarı hakkında o kitaptan bilgiler aktaracağım.
Ama önce 1921 Anayasası hakkında Rıdvan Akın Hoca’dan aktarımlar yapacağım, çünkü 1921 Anayasası da az bilinmekte ülkemizde. Öncelikle Millî Mücadele Dönemi Anayasası ve bir devrimci dönüşüm, Meclise sunulan tasarısı tarihimizde “Halkçılık programı” olarak anılmakta. Hatta öyle ki tasarıda “Türkiye Halk Hükümeti” deniliyordu Ankara’da oluşan bu yeni yönetime, sonra meclis bunu “Türkiye Devleti” olarak değiştirdi. Rıdvan Akın Hoca, bu Anayasa’nın ilk dokuz maddesinde Cumhuriyetçi bir ruh bulunduğunu ve o ruhun 1923’te Cumhuriyeti ilan edebildiğini söylüyor. Başka önemli dönüşümler de var, sözgelimi “ahaliyi İslamiye” yerine “Türkiye halkı”ndan söz edildi.
Ve işte bu çok önemli, “1.Meclis bir taşra demokrasisi kurmak istemiştir.”
Ne demek taşra demokrasisi, yerinden yönetim ve yerel demokrasi. Vilayet ve nahiyelere özerklik.
Evet nahiye ya da komün… 1921 Anayasası nahiye, komün temelinde bir idari yapı kurmak istemişti. Anayasanın 20. Maddesi “Nahiyenin şurası ve idare heyeti ile kazaî (yargısal), iktisadi, mali selahiyeti (yetkileri) haiz olduğunu” belirtir. Yani nahiye, kısmi yargı yetkisi de kullanan bir tüzel kişiliktir. Anayasa, yerel demokrasinin getireceği “başına buyrukluk” durumlarını gidermek için de Umumi Müfettişlikler oluşturuyordu.
İşte komün yasa tasarısı da Anayasa’nın bu hükümlerine göre hazırlanıp meclise sunulmuştu. Yasanın gerekçesinde, komünlerin birer küçük yönetsel birim olmaktan çok birer toplumsal birimler oldukları vurgulanmakta. Hükümet ve komün ilişkilerine de değinilmektedir. Buna göre, hükümet, komünün varlığını onaylayacak, hukukunu ve görevini belirleyecek ve denetleyecek, o kadar. Yani komünlere geniş bir özerklik alanı tanınıyor.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun (Anayasa) kabulünden sonra birinci derecede önem verilen bu tasarı hakkında TBMM’de iki eğilimin olduğunu söylüyor Rıdvan Akın Hoca:
1-Her kasaba, şehir ve köyün kendi başına bir komün olarak tanınması.
2-Komünlerin birden fazla köyün bir araya getirilmesiyle oluşturulması.
“Tasarı görüşmelere açıldıktan sonra, kendilerini realist, diğerlerini ütopyacı bulan ve kanun çıksa bile uygulanamayacağını düşünen milletvekilleri ile her ne pahasına olursa olsun yasanın çıkartılmasını, milletin gerçek egemen olması gerektiğini düşünen milletvekilleri arasına cepheleşmeler dikkati çekecektir. İlginç olan, kanuna ilke olarak kimsenin karşı çıkmamasıdır. Herkes halka yönetimde inisiyatif verilmesinden yanadır ama bu hangi usul ve esaslarla gerçekleşecektir? İşte sorun o noktada kilitlenmektedir.
Kanunuesasi’ye efsunlaşmış gibi bağlanan Jöntürkler gibi Birinci Meclis de komün idaresini ülkenin kurtuluşunu sağlayacak mucizevi bir formül olarak görmüş, bu örgütlenmeye toplumsal, siyasal dönüşümde anahtar rol atfetmiştir.
(…) Bu çerçevede ‘teceddüt (yenileşme) bayrağının hep akim kalması’nı ihtilalcilerin kabataslak Batı’yı taklitlerine bağlayan İzmir Milletvekili ve Türk Hukuk Devrimi’nin önderlerinden Mahmut Esat Bozkurt, Komün İdareleri Kanunu’nu ‘Türkiye Devleti, asırlardan beri onu kanıyla müdafaa eden köylünün eline teslim ediliyor’ sözleriyle savunacaktır.” (1)
Yasanın getirecekleri konusunda kötümser olanlar da vardır, bunlar o günkü köylerin toplumsal ve ekonomik koşullarının bu yasanın amacına uygun uygulanmasına olanak vermeyeceğini ve yasanın getirdiği seçim mekanizmasının yerel mütegallibeye (zorbalara, egemenlere) yarayacağını ifade etmekteydiler.
Aydınlara mükerrer oy, kadınlara oy hakkı… Tasarı görüşülürken bunlar da gündeme gelmiş:
“Halk idaresinin mahalline bırakılması zorunluluğu, daha Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun müzakerelerinde Burdur Milletvekili İsmail Suphi Soysallıoğlu tarafından bildirilmiş ve doğrudan demokrasi halkçılığın vazgeçilmez sonucu sayılmıştır.
‘Halkı yetiştirmek için ameli mektebi terbiyeden başka bir yol yoktur. Buna iman etmek lazımdır. Halkın idaresini mahalline bırakmaktan başka çare yoktur. Efendiler, bu milletin kendisini idare etmesi vakti pekala gelmiştir ve kendisini idare edecektir.’ Bu sözlerle Soysallıoğlu halkın kamu hayatında demokrasi pratiği yapmasını kabul ederken, tanıdık bir ses avama, bir başka deyişle çoğunluğun kararlarına kuşku ile yaklaşmış olmalı ki, aydınlara mükerrer oy hakkı istemektedir. (2)
Kadınlara oy hakkı TBMM’de birkaç kez gündeme gelmiş ve her defasında şiddetle reddedilmiştir. Genel, eşit, tek dereceli seçimin en önemli aşamalarından biri olan kadınlara oy hakkı, birkaç istisnai kimlik dışında Meclis’te kabul görmeyecektir. İkinci Grup önderlerinden Erzurum Milletvekili Avukat Hüseyin Avni Ulaş, kadınlara oy hakkını, ‘madem aşar alıyoruz, hukukunu da vermek lazım’ sözleriyle savunmasına Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey’in ‘Azerbaycan’da Bolşevik Hükümetin kadınlara oy hakkı verdiğini’ anımsatarak destek olması, ilmiye kanadından Vehbi Efendi’nin ‘Bizim memlekete Bolşeviklik girmedi’ şeklinde tepkisine sebep olacaktır. Kadınlara oy hakkı başka bahara kalır, çünkü kadınlara oy hakkı bazıları için Bolşeviklikle eş anlamlıdır.” (3)
Seçim uygulamalarındaki zorluklar da tartışılmış Meclis’te geniş olarak. Komün Şurası’nın üye sayısı da 20-40 bin kişide 50 olmak üzere, nüfusa oranla kademeli bir artış öngörülmüştür.
Nahiye Müdürünün seçimi, müdürün devlete karşı komünün mü, yoksa komüne karşı devletin mi temsilcisi olacağı bile tartışılmıştır. Bir başka tartışılan konu ise muhtarlık ve belediyelerin kaldırılıp kaldırılmayacağı konusu olmuştur. Neden olmuştur? Çünkü sadece köylerde değil bütün yerleşim birimlerini kapsamına alacak şekilde tasarlanan komün idaresi, şehirlerin ihtiyaç ve ölçeğine göre, bir şehir dahilinde birden çok sayıda komün (müteaddit nahiyeler) kurulmasına olanak vermekteydi. Ayrıca vilayet ve kaza merkezlerinde var olan belediye teşkilatları kaldırılarak beledi görevler komün idaresine terk edilmekteydi.
Bazı vergilerin tahakkuk ve tahsilinin yerelde alınıp bütçeye aktarılması tartışmalara yol açmış, dar anlamda bazı yetkiler tanınabilmiştir. Yerel asayiş ve bedensel çalışma yükümlülüklerinin yerele devredilmesi de bu yasa dolayısıyla Mecliste tartışılmış. Daha da ilginci bazı küçük davaların komün tarafından karara bağlanmasında bile oydaşımın olmasıydı.
Evet bunlar tamam ama bu tasarı I. Dönem Meclisinde yasalaşamamış, kadük olmuş, sonraki dönemlerin hiçbirinde de ele alınamamış.
Rıdvan Akın Hoca, son tahlilde şu tespitleri yapmakta: “Geleceğin Türkiye’sinde devletin merkezi otorite ve denetimini en az düzeye indirmek isteyen TBMM üyeleri, ilke olarak ‘komün idareleri’ yoluyla yerel işlerin hükümet merkezine danışılmadan yürütülmesinden yana olmuşlardır. Aşağıdan yukarıya örgütlenecek olan yeni Türkiye’de toplumsal-siyasal yapının temel taşı komün (nahiye) olacaktı. Ancak kurtuluştan sonra devrim, merkezden çevreye bir strateji izleyecektir.”
Türk Devrimi, çevreden merkeze doğru bir strateji izleyebilir miydi? Toplumsal yapı, eğitim ve algı düzeyi buna uygun muydu? Ben de bu soruyu sorarak bu bölümü bitireyim.
1) Rıdvan Akın-Türkiye’nin Siyasal Gelişmeleri 1876-1923
2) Karesi Milletvekili Hasan Basri Çantay’mış bu istemin sahibi
3) Rıdvan Akın-Türkiye’nin Siyasal Gelişmeleri 1876-1923