“Değerli Şair Dost, Dünya Şiir Günü Nedeni ile üç şiir kitabı çıkardım. Lütfen ulaştırma adresini ve telefon numaranızı bildiriniz.”
Böyle çok iletiler çok gelir bana. Duymuşlardır, bilirler, çok kitap okuduğumuzu, kitaplar hakkında çok yazılar yazdığımızı, hatta Türk basınında bu bağlamda bir rekorun da sahibi olduğumuzu, yollarlar kitapları, övgü ve takdir beklerler umutla. Okuruz yazarız yazıları, kimisi mutlanır, kimisi üzülür, çok azı da bana ateş püskürür.
Bugün de 600’ü aşkın kitaba imza atmış, ünlü bir ismin, Mevlüt Kaplan’ın üç şiir kitabı hakkında yazacağız.
Her üç kitap da Tunç Yayıncılık tarafından yayımlanmış.
“Yıldız İmecesi” ile başlayalım. İmge yüklü, usta işi dizeler yanında son derece yalın olarak kaleme alınmış şiirler de var bu kitapta ve hepsi de okunaklı, dokunaklı, iletili ürünler.
Tonguç Baba şiiri en beğendiğim şiir oldu, paylaşayım onu:
“Neyse suçumuz/Köyde doğmuşuz/Yüzlerce yıldır/Şamar oğlanı olmuşuz.
Sanki yazgımızdı/Bekçinin sopası/Jandarmanın dipçiği/Muhtar kızar, imam üzer/Ağa ezerdi.
Yalnızdık uzaktaydık/Memur soyar/Kaymakam döver/Vali kovardı.
Savaşta şehit, barışta erdik/Kulduk köleydik/Yol yapar vergi öderdik/Tonguç Baba olanları gördü/Köy Enstitülerini kurdu.”
Şiir sanatı ve işçilik bakımından bu şiiri düzyazıya yakın bulup benim beğenimi eleştirenler çıkabilir. Ben buradaki gerçekçiliği sevdim, tarihselliği sevdim. 18 dizede Köy Enstitülerinin tüm öyküsünü anlatmak alkışlanır bence.
Bu kitapta Ortadoğu dinlerinin tarihini işleyen ve Osmanlı’yla ilişkilendiren şiirler de var. Durmadan çöl, dağlar, tarih, din, peygamber, Tevrat, tapınak ve Osmanlı nostaljisi işleniyor. Zaman zaman abartıya da kaçılıyor “Peygamberin elinde zamanın sesi” diyerek. “Hangi zamanmış o, nasıl bir sestir, duydun mu da yazıyorsun bunları?” diye soranlar olur, ola ki… Ne yanıt verilir, verilir mi, verilen yanıt akla ve bilime uyar mı, bilemem. Benden demesi…
Bunları yazmak yerine “Ekmeğin Kömür Karası” gibi emek ve üretime dönük şiirler kaleme almalıydı Mevlüt Kaplan. O şiiri paylaşırsam, meramım daha iyi anlaşılacak:
“Gaz ateşi kazmamın kıvılcımı/Ayrımsız geceyle gündüzüm/Pamuk ipliğinde ölümle dirim/mezarım yanı başımda.
Yaşamım pamuk ipliğinde/Bir varsam üç yoğum/Boş bir ağırlık başımdaki baret/Soluğum bir anlık/Alın çamuru ekmeğim.
Yüreğim dehlizlerde/İliğim, etim, kemiğim/Kömür karası ekmeğim.
Ağlama anacağım/Gece düştü yazgıma/Babam bana düştü/Sende kaldı çocuklarım.”
“Aşka İmza” adlı kitaba geçelim hemen. Bu kitapta nitelikli şiirlerle, son derece sıradan, hatta şiir kitabına girmemesi gereken şiirler yan yana, sırt sırta.
Önce nitelikli ve özgün söyleyişli olanlardan bir örnek, “Özlem” adlı şiiri sunalım:
“Sen dansa başlayınca/Kelebekler susardı/Uçunca bulutlara/Yıldızlar alkış tutardı.
Sen dansa başlayınca/Çiçekler renkli açardı/Yere inerdi gökkuşağı/Ilık yağmur yağardı.
Sen dansa başlayınca/Melekler kanat çırpardı/Selama kalkardı güneşle ay/Sen ışık ışık yanardın.
Sen dansa başlayınca/Hüzün batar neşe doğardı/Dağ taş bahar kokar/Sen göğe ağardın.”
Şimdi bir bu şiire bakınız, bir de şu örnekleyeceğim dizelerdeki yavanlığa, sıradanlığa:
“Yalanım varsa ölümü gör” (39.sayfa) çok sıradan ve bayat imgelerle yüklü.
“Görünce tutuldum fidan boyuna/Yay oldu kaşların gözlerin vurdu” (38.sayfa). Asırlarca kaşların yay olduğu yazılıp durdu, sizin tekrarınızın ne anlamı var.
“Allaha, kitaba yemin ederim” (44.sayfa), “Bir bülbül ne bekler gülden” (59.sayfa)… Yüzyıllardır yalama olmuş (bülbül-gül gibi) imgeler kullanılmış. Şair yeniyi söylemeli hep; dilde de imgede de simgede de ritimde de…
Evet son kitaptan da söz ederek bitirelim yazımızı: Adı “Tomurcuklar Umuda Açar.” Desem ki çocuklara göre bir kitap, tam öyle değil. Desem ki çocuk şiirleri, o da tam değil. Çocuklara şiirler desem, o biraz uyar bu kitaptaki şiirlerin izleğine ve diline.
Bu kitapta da nitelikli ile niteliksiz yan yana. “Siz de can/Biz de can/Ne biberiz ne patlıcan.” Ben buna şiir diyemem, çocuk şiiri bile diyemem. 15’inci sayfadaki “Bilmediğim Sular” ile 63’üncü sayfadaki “Babam” şiirini, yüz ağartıcı ürünler olarak örnekleyebilirim.