Türkiye’nin, ABD ile ilişkilerinin tarihinde inişli çıkışlı bazı dönemlerden bahsedilebilir fakat hiçbir zaman bu ilişkilerin “normal bir biçimde sürdüğü” iddia edilemez. Çünkü, zaten Türk-ABD ilişkileri normal şartlarda kurulmamış, resmi açıklamalarda söylendiği şekliyle “karşılıklı çıkar” anlayışına dayanmamıştır.

Türkiye’nin NATO’ya girişi de dahil, bu ilişkilerin dayandığı süreçlerin hepsi olağan olmayan şartların ürünüdür. Soğuk Savaş atmosferinin getirdiği bütün olumsuzlukları yaşayan bir ülke olarak, batı ile ilişkilerin ve batının patronajını yapan ABD ile münasebetlerin“normal olduğu” algısı zaten üretilmiş bir algıdır ve bu eşitsizlik ilişkisini, “hakim-mahkum” ilişkisini normalleştirme gayretinin sonucudur.

ABD ne istiyor?

1950’li yıllardan itibaren, yükselen ABD ekseninde özellikle SSCB ve Varşova Paktı karşısında yaşanan süreci dikkate almak gerekir ve o günkü siyaseti bu bağlam içinde değerlendirmek daha gerçekçi olabilir. Bugün sorun tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Soğuk Savaş biteli, duvar yıkılalı çeyrek yüzyıl olduktan sonra bile Türkiye’nin ABD, “batı vesayetinde bir ülke olarak davranmasını beklemek”, bu yönde baskı yapmak neyin nesidir?

Özellikle Türkiye’de medyada ve kamuoyu oluşturma merkezlerinde, ülkenin “batı sisteminin” kontrolünden çıkmasını, bir felaket gibi takdim etmeye çalışanlara ne demeli? Üstelik bu kampanyayı yapanların önemli bir kısmının daha düne kadar bugünkü yönetimi “ABD istiyor diye böyle yapıyorlar”, “BOP’un eşbaşkanı olduğu için bunlar yapılıyor” suçlamalarını nasıl açıklayacağız!Bütün bunlar “bir kafa karışıklığının” ürünüdür ve kafaları karıştıran da Türkiye’nin batıyla kurulan “vesayet ilişkilerini” alt-üst edip “normalleştirmeye” yönelmesidir.

Televizyonlara çıkıp konuşanlar arasında“Türkiye neden İsrail ile, ABD ile eşgüdümlü hareket etmiyor” diye kızanlar, bu durumu açıkça ifade etmekten kaçınarak bunun yerine şunu söylemektedirler: “Türkiye, Ortadoğu politikasında neden ABD ile birlikte hareket etmiyor.” Daha ileri gidenler ise “Türkiye neden Suriye rejimine karşı Özgür Suriye Ordusunu destekliyor; neden Kuzey Irak Kürtleriyle ittifak kurup Irak’ın bütünlüğünü destekliyor” demektedirler.  Ya da Türkiye’yi “Suriye’nin bölünmesine karşı çıkmakla” suçlayıp, Baas-Sünni (IŞID)-PYD arasında üçe bölünme projesine katılmaması nedeniyle yargılamaya çalışmaktadırlar.

Eski dünyanın adamları

Bütün bu öfkenin kaynağında, Türkiye’nin başta ABD ve İsrail olmak üzere,  batı sistemiyle süregelen vesayet ilişkilerini kabul etmeyip, bunu normalleştirmeye girişmesi yatmaktadır. İçeride bu batı tahakkümünü savunanlar, batı kamuoyundan Türkiye’ye karşı yükseltilen eleştiri ve iddiaları “noktasına ve virgülüne kadar” içeriye taşımaktadırlar. Bunları yapanların bir kısmının “batılı merkezlerle organik ilişkilerinden” söz edilebilir fakat önemli bir kısmının da süregelen bağımlılık ilişkilerinin verdiği konformizm ile böyle davrandığını düşünmek gerekir.

Şimdi mesele şu noktaya gelmiştir: Türkiye, ABD ilişkilerini normalleştirmek, karşılıklı çıkar ekseninde yeniden düzenlenmek isterken, buna itiraz edenler kendilerini nerede tanımlamaktadırlar? Türkiye’den yana mı, batı sisteminin kurduğu egemenlik ilişkilerinden yana mı?

Ayrıca söylemek isterim ki, “batı sistemi” onların zannettiği gibi eski haliyle devam etmeyecek durumdadır ve batılı merkezlerin hepsi de bunun bilincindedir. O halde, ABD’nin Ortadoğu siyaseti için Türkiye’ye savaş açanlar, batı sisteminin ihtiyaçlarına bugün cevap vermiş olabilirler ama “dünya sistemi” değişmekte olduğu için, yaptıkları bu hizmetin karşılığını almaları çok da mümkün gözükmemektedir.