Batılıların 'Batı dışı toplumlar' hakkındaki önyargıları, Türkiye gibi Batılılaşma operasyonuna maruz kalmış ülkelerin 'resmi aydınlarının' fikriyatını oluşturmaya devam ediyor. Bilindiği gibi oryantalist anlayışa göre, doğulu toplumların (ki burada kastedilenin doğunun Müslüman toplumları olduğu açıktır) ne kalkınması, ne de demokratikleşmesi mümkün değildir. Onlara göre bu toplumlar eğer bu yönde ilerlemek istiyorlar ise, önce kendi dinlerinden, kültürlerine, davranışlarına kadar her şeyde Batıyı örnek alıp, kendilerini ona adapte edecek yolları bulmak zorundadırlar.
"Müslümanlar başta olmak üzere, bütün doğu toplumlarının kimliklerini inkar ederek işe başlanması gerektiği yönündeki bu 'batı merkezli bakış açısı' aslında 'bütün dünyanın batılılaşması' arzusunu ifade etmektedir, bir başka ifadeyle bütün kültürleri yok saymayı, yok etmeyi istemektedir. Bu düşüncenin 19.yy. boyunca çokça yaygın olduğu bilinir ancak ülkemizde bu anlayıştaki gazeteci-yazar hatta aydın kategorisinde tasnif edilen kimselere 21.yüzyılda rastlamak ilginçtir".
Kendi toplumunu anlamak
Konuyu getirmek istediğim noktayı tahmin etmişsinizdir. Bu anlayıştakiler, şimdilerde 'Müslüman toplumların demokratikleşemeyeceğini' söylerken, kendine göre daha rafine olduğunu düşündüğü bir ifade biçimi kullanarak iddiasını 'siyasal İslam' üzerinden ileri sürmektedir. Bu iddiaya göre demokratik sistemde 'egemenliğin kaynağı halktır' oysa siyasal İslam'ın meşruiyet kaynağı halk değil 'Haktır'.
Mesele ortaya böyle konulunca, sözün nereye götürüleceği belli olmuş demektir. AK Parti onlara göre 'siyasal İslam'ı temsil ettiğinden, onun da siyasal meşruiyet kaynağı halk olmadığı için, demokrasiyle uzlaşması mümkün değildir denilip 'İslam'ı demokrasiyle uzlaştırmak, bir İslamcı demokrasi sentezine ulaşmak imkansızdır' hükmü verilmektedir.
Bu fikirleri ifade eden yazar, görüşünü hararetle savunurken, söylediklerini kendisi de yetersiz bulmuş olacak ki, yazısını şöyle bağlamıştır: "Sorun aslında İslamcı demokrasiyle değil( o zaman yukarıdaki iddianıza ne oldu!) nüfusunun çoğunluğu Müslüman, ama etnik, dini hatta yaşam tarzı tercihleri açısından çok renkli bir kapitalist ülkede demokrasiyi yaşatmaya ilişkindir".
Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde karşılaştığı sorunları, AK Partinin İslamcı bir parti olduğu varsayımından kalkarak, siyasal meşruiyetin kaynağı olarak 'halk' ve 'hak' ayrımı üzerinden açıklamak hiçbir şey anlatmamaktadır. Türk siyasal geleneğinde İslamcılık düşüncesinin başlangıcından bu yana bu temelde bir siyaset anlayışına ancak marjinal gruplarda rastlanabilir.
Demokrat olmak zor mu?
AK Parti'nin siyasi hareket olarak durduğu yer, 'muhafazakarlık' olarak tanımlanmıştır. Zaten aksi olsaydı Ak Partinin yüzyıllık anti-demokratik direnç noktalara sahip olan 'eski siyasal yapıyı' demokratikleşme konusunda gerçekleştirdiği reformları anlamak mümkün olamazdı. Bu toplumun Müslümanları gelenek olarak, egemenliğin kaynağı olarak milleti görürken, Hakkı varoluşun esası olarak algılamaktadır ve onun siyasal bakımdan araçsallaştırılmasına zaten inanç olarak razı olamazlar. "Meselenin düğümlendiği yerin, Türkiye'de yerleşik 'devlet- toplum-birey' ilişkilerinde yoğunlaştığını görmeden, siyasal meşruiyetin kaynağını 'halk' ve 'Hak' ayrımı gibi yapay bir alana taşımak, kapitalistleşme sürecindeki bir Müslüman toplumun batıcı elitlerinin kapitalizmle eklemleşerek neden ve nasıl anti-demokratik tepkisel bir tavır koyduklarını da anlaşılamaz kılar".
Ergin Yıldızoğlu gazetesinde ki 'resmi görüş sahiplerinden' farklı bir yerde durmasına, bilhassa ekonomik olayları analiz ederken özgün yorumlara sahip bir yazar olmasına rağmen, siyasal yorumları oryantalist paradigma içinde, kendisiyle sınırlı olmayan, Türkiye'nin batıcı siyasal elitlerinin İslam, siyaset, demokratikleşme ve özellikle de AK Parti konusundaki zümresel tavrının içinde kalmaktadır.