Türk siyasi hayatında 1950'ye kadar devam eden anti-demokratik yapının, ikinci savaştan sonra konjonktürel olarak çok partili siyasete evrilmesi, DP'nin ve Menderes'in yükselişi 'devletlu oligarkların' tepkisine ve şiddetine yol açmıştır. Menderes ve arkadaşlarının 27 Mayıs'tan sonra katledilmesi iki sonuç doğurmuştur: İlki, 27 Mayıs rejiminin kurulması, siyasal sistemin militer ideolojinin hâkimiyetine girmesi; ikincisi, demokrasinin, sandığın sayesinde devlet karşısında insan olmanın farkına varanların beklentileri, ümitleri üzerinde yükselen demokratikleşme süreci.
İşte Süleyman Demirel bu sürecin aktörüdür ve karşısında sadece siyasi rakipleri yoktur, neredeyse bütün devlet vardır. Süleyman Demirel'in dramı burada başlar. O sıkça tekrarladığı 'demokrasilerde kapı çalındığında endişe etmezsiniz, gelen sütçüdür' esprisi tam da gerçeğin vahşetini hatırlatır. Demirel'in zilini çalan hep başkalarıdır, sütçü bir defa gelmez! Rahmetli Nazmiye Hanım'ın hastalığını duyduğumda 'kapı her çaldığında kocamı almaya geldiler' endişesiyle beyninde şoklar yaşadı, 'hanımefendi bu yüzden Alzheimer oldu' diye düşünmüşümdür.
Demirel'in sırrı
"O fotoğraflar yok mu! Hani binlerce, on binlerce, kasketli insanların doldurduğu meydanları yansıtan siyah beyaz fotoğraflar. Onların ortasında fötr şapkasını havaya kaldırmış Demirel bir Türkiye hikâyesidir; köylü bir toplumun demokrasi umudunu, insan gibi yaşama arzusunu 'dün sürüydük bugün insanız' çığlığını görebilirsiniz o manzarada".
Demirel, köylü toplumun kasketli yoksul insanlarının elleri üzerinde yükselen bir siyasetçiydi, onların elinden tutup onları ve Türkiye'yi yükselttikçe başarılı oldu, bunu yapamadığı zamanlar siyasette kaybetti.
Siyasetin bütün devlet kadroları, kurumları tarafından kuşatıldığı, işgal edildiği dar alanda yapıldığı bir ülke söz konusudur. 1960'lar, 1970'li yıllar Türkiye'si, soğuk savaşın en ağır şartlarının yaşandığı yıllardır. NATO'nun, IMF'in, Dünya Bankası'nın, AET'nin, yani dünya sisteminin kontrolündeki ülkede, militer unsurlar önem sırası bakımından birincil konumdadırlar.
Kuşatılmış ülke
"NATO karargâhının belirlediği stratejinin dışına çıkmak, mesela dönemin Sovyet yönetimiyle Batı'nın vermediği teknoloji ve finansman imkânları konusunda anlaşma yapmak ağır bir suçtur ve cezasız bırakılmaz". Hatta sol-sosyalist-devrimci etiketli birçok silahlı örgütün, yine bu karargâhlarda örgütlenmiş Gladyo türü yapılar olduğu, bunlar üzerinden Türkiye'nin yaşadığı toplumsal değişim sorunlarına dayanan bir şiddet ve iç savaş strateji uygulandığını anlamak bugün daha kolaydır.
Yoksul Türkiye'nin, bütün imkânsızlıklarına rağmen neredeyse on yıl sürdürdüğü %7'lik büyüme oranı, %10'un altında seyreden bir enflasyon, % 20'lerdeki tasarruf oranlarıyla, yüksek şehirleşme hızı ve onun yarattığı toplumsal sorunlara karşı verdiği mücadele, temel endüstrilerin kurulması, başta enerji olmak üzere, alt yapının inşa edilmesi gibi ekonomik politikalar Süleyman Demirel'le birlikte anılacaktır.
"Demirel'in siyaseten dramı tam da bu noktada derinleşir. O yoksul, köylü toplumunun yarattığı bir siyasal liderdir. 'Devletlu Oligarklar' karşısında sivil toplumun sözcüsüdür; fakat O, aradaki çelişkiyi yok sayarak sürekli olarak onlara yanaşmaya çalışır". Bürokratik zihniyetin üretildiği üniversitelerde, Gladyovari yapıların karşısına diktiği sözde solcu gençler, sadece bir askeri darbenin zeminini hazırlama işlevine sahipken, o onlara bir siyasi zatiyet atfedip onlara cephe alır, asıl saldırının sahiplerini görmezden gelir. Sonunda 28 Şubat'ta, tipik bir soğuk savaş siyasetçisi duyarlığıyla militarizmle uzlaşma yolu arar.
Demokratikleşme zor zanaattir. Süleyman Bey her şeye rağmen, bu yolun ilk yolcularındandır. Kendisine Allah’tan rahmet dilerim.