Bayburt Postası yazarlarından Süleyman Atmaca, bir süre önce “Bayburt’un hassasiyetle imtihanı” başlıklı bir makaleyi okurlarla paylaştı. O makaleye göre; Osmanlı Milli Tiyatro Kumpanyası adlı bir tiyatro gurubu, tiyatro oyunu sergilemek üzere Bayburt’a gelmiş fakat (halkın manevi değerlerinin rencide edildiği) gerekçesi ile vatandaşların tepkisini dikkate alan dönemin yerel yöneticileri tarafından oynanmasına izin verilmemiş.
Bayburt Postası yazarlarından Süleyman Atmaca, bir süre önce “Bayburt’un hassasiyetle imtihanı” başlıklı bir makaleyi okurlarla paylaştı. O makaleye göre; Osmanlı Milli Tiyatro Kumpanyası adlı bir tiyatro gurubu, tiyatro oyunu sergilemek üzere Bayburt’a gelmiş fakat (halkın manevi değerlerinin rencide edildiği) gerekçesi ile vatandaşların tepkisini dikkate alan dönemin yerel yöneticileri tarafından oynanmasına izin verilmemiş.
Oyunun içeriği hakkında bilgi verilmediği için, bu konuda ahkâm kesecek değilim. Dikkatimi çeken asıl şey; okuyucu yorumları oldu.
Bu örnekten yola çıkarak “Bayburt’a senfoni bile geldi” yorumları, yine bir Bayburt sitesinde CSO’nın (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) konser vermesinin “bir talihsizlik” ve konseri izleyen Bayburtluların “beğenmiş gibi yaptıkları” kanısıyla eleştirilmesiydi.
Ukalalığımı bağışlayın ama bu gibi önyargılı yaklaşım içerisinde olanların; SENFONİ sözcüğün anlamını bildiklerinden kuşkum olduğu gibi, o konseri izlemediklerinden adım gibi eminim. Zira orkestra o gün sadece Türk Halk ezgilerinden oluşan bir repertuar sergilemiş, hatta Bayburtlu ilköğretim talebeleri bağlamalarıyla minik bir konser vermiş, orkestrada onlara eşlik etmişti.
Yani o gün o salonda Beethoven, Çaykovski yada Shopen çalınmamıştı… Çalınmış olsa ne olurdu? Sözleri bile olmayan bir müzik Bayburt’un kültürüne, maneviyatına nasıl bir zarar verirdi merak ediyorum! Ayrıca o salona hiç kimse “zorla” sokulmamıştı, ayakta izlemek için bile yer kalmamış, bir o kadar kişide dışarıda kalmıştı.
Kuruluşu Mızıka-ı Hümayun’a dayanan ve sadece yurtdışı ve büyük kentlerde konserler veren CSO’nun Ercan Saatçi'nin kişisel gayretleriyle Bayburt’ta konser vermesi önemli bir sanat olayıdır ve benim gibi pek çok kişi sırf bu konseri izlemek için yurdun uzak yerlerinden gelmişti. Ayrıca 2003 yılında çaldığı Mehter Marşı ile Tokyo’yu nasıl salladığı, geleneklerine en bağlı Millet olarak bilinen Japonları nasıl büyüleyip dakikalarca ayakta alkışlandığı hala dillerdedir.
Sözün özü, az önce bahsettiğim ve “şaşkınlıkla okudum” diyebileceğim okur yorumlarının aslında Bayburtlulara hakaret olduğunun bilmem farkında mıyız?
CSO konserinin davul-zurna geleneğimize zarar vereceğini düşünenlere şaşıyorum açıkcası! Düşünsenize; tarihinde ilk kez Bayburt’ta konser veren CSO, kaç defa daha gelebilir ki Bayburt'a?
“Dik duruş” ile “bağnazlık” sözcüklerini birbirinden ayırmamız gerekiyor! Tarım ve hayvancılığın yok olduğu, sanayinin hiç uğramadığı Bayburt’umuza önerilen turizm ve üniversiteye “ahlakımızı bozar” gerekçesiyle karşı duran bazı zihniyetler, göç olgusunu önleyecek ve Bayburt’un kalkınmasını sağlayacak ne gibi yenilikler önerebilirler diye, doğrusu merak ediyorum!
Bütün Anadolu’yu dolaşan bir tiyatro kumpanyasının “maneviyat ve hassasiyet” noktasında sadece biz de varmış gibi yalnızca Bayburt’ta tepki görmesi, CSO konserinin kınanması, tek amacı esnafa maddi katkıda bulunmak gibi iyi niyetiyle Bayburt’ta film çekmeye çalışan Berhan Şimşek ve ekibinin kaba bir şekilde kovulması, olsa olsa “bizde Bayburtluysak bu hökümeti istemezük” mantığının bir tezahürüdür!
Sakın yanlış anlaşılmasın; şimdiye kadar açmış olduğum 5’i yurt dışında olmak üzere 13 kişisel ve 20 karma serginin tümünde Bayburt ve Bayburt kültürünü yansıtan resimlere yer verecek kadar Bayburt’un değerlerine duyarlıyım. Bunu şahsımı ve resimlerimi bilen herkes iyi bilir! Ayrıca Bayburt’ta 7 resim sergisi açmış ve bugüne kadar gerçekleştirilen “Dede Korkut Kültür ve Sanat Şenlikleri” kapsamında yer alan tüm etkinliklerinin hiç birini kaçırmamış biri olarak Bayburt halkının, sanatını iyi icra eden herkesi nasıl takdir edip alkışladığını yakından bilenlerdenim. Yeter ki; önyargılar ve yanlış yönlendirmeler olmasın!
Uzun sözün kısası; bir kitabı okumadan, bir oyunu seyretmeden, bir konseri izlemeden veya bir olayı görmeden ahkâm kesmek “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” anlamına gelir ki, bu durum “ucuz hamaset” ile eş anlamlıdır! Kaldı ki; beğenilmese bile beğenenlere karşı saygı duymak ve hoşgörüyü asla elden bırakmamak gerekir. İşte gerçek Bayburtluluk budur!
Şunu da hatırlatmakta fayda var… Zamana dur diyemediğimiz gibi bir vakitler Barış Manço ve Cem Karaca dinlediğimizde büyüklerimiz “o nasıl müzik vola!” diye bize telkinde bulunurdu! Şimdi ise çocuklarımız başta rock ve rap olmak üzere müzik dünyasında oluşmuş bir sürü yeni müzik tarzına yönelmiş durumda… Kim engel olabilir? Veya engel olabiliyor muyuz?
Selam ve saygılarımla
Küçük bir not: Bir süre önce yayımlanan “Sanat ve Siyaset” başlıklı yazımdan bazı okurlarımız, siyasete girmek niyetinde olduğum izlenimini almışlar. Belirtmek isterim ki; böyle bir niyetim asla yoktur. Zira, bir zaman önce siyasete bulaşmış ve dersini fazlasıyla almış biriyim!
Haziran / 2010