Yıllardır tartışılan konulardan biridir: "Sanat; sanat için midir yoksa toplum için mi?"… Mantık, tabi ki sanat toplum için yapılmalıdır der. Öyle ya, halkla paylaşılmayan sanat neye yarar ki! Lakin, hangi TOPLUM? Sanat icra edilen ülke Türkiye ise durup biraz düşünmek lazım… Yanlış anlaşılmasın, Türkiye’yi küçümsediğimden değil. Ancak, bir çok konuda olduğu gibi sanat konusunda da dünyanın en az yüz yıl gerisinde kalmış bir ülke olduğumuzu söylersek, sanırım abartmış olmayız.
Yıllardır tartışılan konulardan biridir: "Sanat; sanat için midir yoksa toplum için mi?"… Mantık, tabi ki sanat toplum için yapılmalıdır der. Öyle ya, halkla paylaşılmayan sanat neye yarar ki! Lakin, hangi TOPLUM? Sanat icra edilen ülke Türkiye ise durup biraz düşünmek lazım… Yanlış anlaşılmasın, Türkiye’yi küçümsediğimden değil. Ancak, bir çok konuda olduğu gibi sanat konusunda da dünyanın en az yüz yıl gerisinde kalmış bir ülke olduğumuzu söylersek, sanırım abartmış olmayız.
Elbetteki sanatın birçok dalının dinimizce haram ve günah olduğu varsayımı (?) bunda en büyük etkendir. Ama genel olarak bilgi ve kültür anlamında yeteri kadar ilerleyemediğimiz gerçeğini kabul etmemiz gerek.
Padişahlarımızın gücü, kuvveti ve savaş dehalarıyla her zaman övünürüz de, çoğunun aslında sanatçı ruhlu olduğunu önemsemeyiz nedense! Yedi cihan padişahımız Kanuni Sultan Süleyman’ın "Muhibbî", Hanlar hanı Fatih Sultan Mehmet’in “Avni” mahlasıyla sevda şiirleri yazmasını bilmezden geliriz veya bilmeyiz. Heybetli Yavuz Sultan Selim’in, bestelenip şarkı yapılan “Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzan, Beni bir gözleri âhûya zebûn eyledi felek” gibi dizeler yazmasını ve hele 3.Selim’in “Suz-i Dilara” makamını yaratacak kadar ihtisas sahibi olup, Türk müziğinin önemli bestekârları arasında anılmasını kabul etmek istemeyiz! (Belki de; ayıptır düşüncesiyle bu gibi özelliklerini bu insanlara yakıştırmayız!)
Fatih Sultan Mehmet’in İslam’da resmin günah olduğu önyargısını kırmak için dönemin en ünlü ressamlarından Centile Bellini’yi İtalya’dan getirterek günlerce poz verip portresini yaptırması bile işe yaramamış ve kendisinden sonrada bu yasak devam etmiştir, ta ki Meşrutiyet dönemine kadar.
Bu nedenledir ki; 13 ve 14. yüzyıl Avrupa’sında Rönesans ile birlikte atılım yapan sanat ve mimari gelişim günümüze kadar önemli eserlerin ortaya çıkmasını sağlarken biz kökü Arap kültürüne dayanan “Hat, Tezhip ve Ebru” sanatıyla kısıtlı kaldık ve dünyaya SANAT adına hiç bir şey sunamadık. Üstüne üstlük ayakta uyduramadık!
Devlet yapımızda bir “sanat politikası” olmaması yüzünden; -kişisel girişimleri, bireysel başarılarla adından söz ettiren veya yurtdışında yaşayarak sanat üreten birkaç sanatçımızı saymazsak- bu anlamda büyük bir eksiğimizin olduğu çok açık bir şekilde görülecektir.
Oysa 7 kat daha fazla nüfusa sahip olduğumuz Yunanistan’ın bile Dünya çapında en az 50 sanatçısı vardır. (İsteyene bir solukta sayabilirim!)
Bu ahval içinde; sanatsal altyapısı olmayan, okuma alışkanlığı Uganda’nın altında kalan, okul dönemindeki dayatmalar dışında Müze, sergi, konser, Tiyatro gibi yerlerin önünden geçmeyen ve hatta “sanatın içine tüküren” Başkent Belediye Başkanı olan
Ülkemiz, sanatla ne kadar ilgili olabilir ki!
Biliyorum; şimdi bir çoğumuz GEÇİM DERDİ diyeceğiz! Ama inanın bu yeterli mazeret değil. Sanat, pahalı bir unsur değildir çünkü! Hatta çoğu bedavadır, yeter ki ilgi duyalım, çocuklarımıza bu alışkanlığı daha yaşları küçükken edindirebilelim.
SANAT ancak bu sayede gelişip, yeşerir ülkemizde. Aksi halde, kültür ve sanattan uzak bir topluma sanat sunsanız ne olur, sunmasanız ne olur!
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bu güzel sözünü hep hatırlayalım! “SANATSIZ KALAN BİR MİLLETİN HAYAT DAMARLARINDAN BİRİ KOPMUŞ DEMEKTİR.”
Saygı ve selamlarımla.
Not: Bir sonraki buluşmamızda “Sanat ve Siyaset” üzerine sohbet edeceğiz.