‘’Gün gelecek, dünyayı medya yönetecek’’ demişti bir yazar. Haksızda değilmiş hani. Günümüzde medyanın özellikle de televizyonun toplum üzerindeki etkisi tartışılmaz. Dizi enflasyonunun iyice yükseldiği son 2-3 yıldır halkımız bu furyanın adeta kölesi olmuş durumda.
‘’Gün gelecek, dünyayı medya yönetecek’’ demişti bir yazar. Haksızda değilmiş hani. Günümüzde medyanın özellikle de televizyonun toplum üzerindeki etkisi tartışılmaz. Dizi enflasyonunun iyice yükseldiği son 2-3 yıldır halkımız bu furyanın adeta kölesi olmuş durumda.
Ne geçim sıkıntısı, ne işsizlik, ne de dünya gündemi kimsenin umurunda bile değil. Tek düşünülen şey; televizyonun karşısına geçip dizi izlemek ve gün boyu eş-dost ile dizi yorumları yapmak.
Bu durum zaten okuma alışkanlığı olmayan toplumumuz için birçok handikapı da beraberinde getiriyor.
Geleneksel Türk aile yapısı iyice yozlaşıyor. Ev içindeki aile bireylerinin birbirleriyle olan samimiyet ve sohbet ortamı neredeyse yok oluyor.
Kişi başına düşen dizi sayısı arttıkça “o senin dizi”, “bu benim dizi” tartışmaları dahi oluyor.
Dizilerdeki başrol oyuncuları, genellikle zengin işadamı ya da ağa oluyor. Konforlu malikâneler, lüks arabalar ve korumalar yoksul insanımızı hayal dünyasına iterek, gerçek hayattan koparıyor. Hatta genç beyinleri özendirerek farklı ve tehlikeli yollara itiyor. Oysa ki; sevgili Kürşat Okutmuş’un benimde yakından tanık olduğum ironik “Kitapsız Yeşilçam” dosyasında bahsettiği gibi dizi veya sinema filmlerinde başrol kahramanları yazar, şair, ressam, heykeltraş vs. gibi sanatçılar olmaz asla. Ve konular okumayı ya da sanatı özendirecek olaylar olmadığı için yer ve mekânlar asla kütüphane, müze ya da sanat atölyeleri de değildir elbette.
Bir örnek vermek gerekirse; şimdiye kadar sadece savaşları ve kahramanlıklarıyla tanıdığımız Osmanlı padişahlarının ‘harem’ hayatını konu alan “Muhteşem Yüzyıl” adlı dizi pek çok tartışmaları beraberinde getirdiği gibi, Kanuni Sultan Süleyman hakkında yazılan kitapların satışında adeta patlamaya neden oldu. ‘Hürrem Sultan yüzüğü’, ‘Valide Sultan kemeri’ satışları rekorlar kırıyor. Tıpkı daha öncelerinde ‘Berivan Küpesi’ satışları ve ‘Asmalı Konak turizmi’ başlaması gibi. Hatta Yalova’da ‘aktarlık’ yapan bir dostumun ifadesine göre, lohusalık falan söz konusu olmamasına rağmen sırf bu diziden etkilenen bayanlara “Lohusa şekeri” yetiştiremez olmuşlar.
Oysa ki; hızlı tüketim alışkanlığımızdan bu gibi dizilerde nasibini alıyor... Güncel hayatımızın en önemli unsurları haline gelen diziler, bittikten kısa bir süre sonra tamamen unutulup hafızalardan siliniyor. Ekranlarda sürüyle magazin programı olmasına rağmen ‘bilgi’ içermesi gereken yarışma programları bile ‘reyting’ kaygısına kurban gidiyor ve tamamen eğlence ve magazin programı haline getiriliyor. Bakıldığı zaman, bilgi, kültür ve sanat ağırlıklı tek programın TRT ekranlarındaki “Gümüş Hilal” olduğunu görüyoruz... O da devlet televizyonunda, yani reyting kaygısı en asgari taşıyan bir kanalda.
TV dışında özellikle çocuk ve gençlerin ilgi gösterdiği Play Station oyunlarına dikkat ettiğimizde, birkaç strateji içerenleri saymazsak hemen hepsi savaş ve vurdu-kırdı içermekte. Böylelikle genç beyinlere oyun yoluyla şiddet aşılamaktadır.
Sonuç: ‘Uyu Ali Uyu’ anlayışına devam. Bu durum ülkemizi yönetenlerin işine geliyor. Hatta bilinçli yapılıyor. Amaç; toplumumuzu sorgulamayan, hak aramayan, apolitik ve koyun gibi güdülen insan kalabalığı haline getirmek. Ne yazık ki çokta başarılı oluyorlar!
Selam ve saygı ile…
Mayıs 2011