2008 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK terör örgütünün sınır ötesindeki kamplarına karşı düzenlenen harekat sonrasında, bir süre önce kapatılan DTP (şimdi BDP) tarafından Diyarbakır ve Van’da düzenlenen mitinglerle ilgili olarak o zamanın gazetelerinde şöyle deniliyordu:

2008 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK terör örgütünün sınır ötesindeki kamplarına karşı düzenlenen harekat sonrasında, bir süre önce kapatılan DTP (şimdi BDP) tarafından Diyarbakır ve Van’da düzenlenen mitinglerle ilgili olarak o zamanın gazetelerinde şöyle deniliyordu:

“TSK’nin sınır ötesi kara harekâtı DTP tarafından mitinglerle protesto edildi.    Diyarbakır mitinginde yörede "Melle" olarak da bilinen bir imamın elinde Kuran'la bir miting otobüsünün üzerinden konuşması; Van’daki DTP gösterisinde de yaşlı bir kadının başının üzerinde "Mushaf" tutarak zafer işareti yaparak yürüyüşe katılması akıllara dine oldukça uzak duran ve terör örgütü PKK’nın siyasi kolu olarak algılanan DTP’nin bölgede dini kullanarak halkı yanına çekmeye çalışmayı amaçladığı yorumlarına sebep oldu.” (26 Şubat 2008 tarihli gazetelerden)

Geçtiğimiz günlerde aynı konuları hatırlatıcı olaylar gelişti. Din ve dini değerler konusunda hiçbir hassasiyeti olmadığı bilinen PKK ve ondan aldıkları talimatlarla hareket ettiklerini itiraf etmiş olan siyasiler yine başı sıkışınca Kuran ayetlerine sarıldılar. Bütün televizyonların karşısında açık açık millete ve milletin temsilcisi olan devlet yöneticilerine küfürlü hakaret ettiler. Yaptıkları bu küfürlü hakaret sonrasında özür dilemeyen bu insanlar Kuran’ı Kerim’den bir ayet mealini okuyarak kendilerini savunmaya çalıştılar.

Cereyan eden bu olaylar, kurucu kadrosunun dinden uzak Marksist- Leninist fikir yapısına sahip PKK’nın sıkışınca dini değerleri nasıl istismar ettiğini göstermesi bakımından oldukça ilginçtir.

Terör örgütü PKK’nın Marksist-Leninist bir ideolojinin ürünü olduğu herkes tarafından bilinmektedir.  Marksist, Leninist temelli, etnik bölücü bir organizasyon olan bu terör örgütünün kurucuları yetmişli yıllarda moda olan Marksist- Leninist akımların ürünü olan o zamanın Kürt kökenli üniversiteli gençleridir.

PKK terör örgütünün İslam dini ile uzaktan yakından hiçbir zaman ilişkisi olmadığı bilinen bir gerçektir. Müslümanlığa sıkı sıkıya bağlı Güneydoğulu Kürt kökenli vatandaşlarımız bu örgüte Marksist-Leninist düşünce yapısı dolayısıyla baştan beri hiç sıcak bakmamışlardır. Daha sonra dünyada kimsenin değer vermediği bu ideolojinin PKK tarafından da terk edilmiş olması onların dini değerlere bakışlarında bir değişiklik oluşturmamıştır. Sadece etnik kökene dayalı ve dinin de tasvip etmediği ırkçı bir milliyetçilik söylemini kullana gelmektedirler.

Bu sebeple günümüzde dini eğitim ve öğretimden uzak yetişen Kürt kökenli ailelerin çocuklarını rahatlıkla kandırabilmekte ve kendi ihtiraslarına alet edebilmektedirler. Bu gençlerin ailelerinin dini inançları daha sağlam olduğu için sıkıştıklarında de dini değerleri istismar etmekten hiç çekinmemektedirler.

Yukarıda belirttiğimiz gibi bu istismarın bir örneği daha yaşandı. Millete ve devlete açıkça küfreden şahıs kendisini Nisa süresindeki şu ayetle savunuyordu:

“Allah kötü sözü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayanlar başka. Allah her şeyi işitici ve bilicidir.” Nisa-148

Bu ayeti okuyarak kendisini savunan zata sormak lazım. Boş hayallerle kandırılmış bu milletin bir unsurunun çocuklarının eline verilen Molotof kokteylleri ile sokakları, otobüsleri ateşe vermek, esnafın işine ve rızkına mani olmak ve hatta günahsız insanları yakarak öldürmek bu Kur’an ayetlerine göre zulmün alası değil midir?

Yıllardır oluşturdukları terör örgütü vasıtasıyla bölge insanı üzerinde tahakküm kurdukları aşikâr olan ve gencecik Müslüman evlatlarını öldürten bu örgüt ve onun siyasi temsilcilerinin mazlum rolü oynaması hiçte inandırıcı değil. Tıpkı Ermeni Terör Çete reisi Arşak’ın Osmanlıya karşı Kürt aşiret reislerine “kutsal ittifak” çağrısı yaptığı mektubunda yazdığı gibi; kendi zalimliklerini gizlemeye çalışıp ilahi sorumluluk daveti yaptığı gibi.

Bu vesileyle bin dokuz yüzlü yılların başında Ermeni terör çetelerinin yaptıklarıyla bu günkü PKK ve yandaşlarının yaptıklarının benzerliklerine dikkat çekmek isterim.

Öncelikle şunu belirtmek lazımdır ki; Osmanlıyı yıkmayı amaçlayan Ermeni Terör Çetelerini destekleyen güçler günümüzde PKK terör örgütüne destekleyerek Ülkemizin gücünü ve enerjisinin zayıflamasını sağladıkları artık gizlenemeyen bir gerçektir.

Rusların Doğu Anadolu’yu işgali sırasında onlarla işbirliği yapan Ermeni Terör Çete Reislerinden; Bayburt ve Erzincan civarında yaptığı zulüm ve katliamlarla meşhur Arşak adlı Ermeni Terör Çetesi Reisini Bayburtluların çoğu hatırlar. Bu çete reisinin Doğu Anadolu’daki bir Kürt aşiret reisine yazdığı gizli bir ittifak mektubu o zamanın güvenlik güçleri tarafından yakalanmış ve devletin arşiv kayıtlarına girmiştir.

Bu mektubun muhtevası incelendiğinde din istimrarı ve nihai amaçlarındaki paralelliği göstermesi bakımından Ermeni Terör Çeteleriyle bu günkü PKK Terör Örgütünün benzerliklerini ortaya koymaktadır.

Bakın 1919 yılındaki Terör örgütü yöneticisi Bayburt Zalimi Arşak Kürt aşiret reisi Eyüp Paşaya gönderdiği kutsal ittifaka çağrı mektubunda ne diyor:

“İnsanlar vahşi hayvanlar gibi kudurmuş, pençelerini açarak parçalayacak insan aramaktadırlar. İlim ve tahsilden yoksun ve tam manasıyla cahil ve nasipsiz iki taraf halkımız koyun sürüsü gibi sahipsiz bırakıldığı takdirde şu ahvalin sonsuza kadar devam edeceği anlaşılıyor ki, bu cühela takımını sevk ve idare edecek siz ve bizim gibiler olduğumuz (halde) eğer biz de bu ahval karşısında kendimizi alakadar addetmeyerek inziva köşemize çekildiğimiz takdirde oluşması mukadder kötü sonuçlardan Allah indinde sorumlu olacağımız pek tabii ve gün gibi aşikârdır.

Binaen aleyh iş bu keşmekeşe bir nihayet vermek ve Mezhep ve ırk ayrımı yapmadan milletin hal ve saadetiyle hayatını sürdürmesini temin etmekle beraber bu hususta da hükümet (Ermeni hükümeti) tarafından geniş yetkiye sahip bulunduğumdan el ele vererek çalışabilmek ve aynı iyi işlere muvaffak olabilmek için aynı surette işaret ve uygun cevabınızı beklemekteyim.”

Kendi yaptıkları vahşet ve katliamları yok sayarak oluşturdukları fitne ve fesat ortamına karşı devletin almak zorunda olduğu güvenlik ve asayiş tedbirlerini vahşilik ve canavarlık olarak nitelendiren Ermeni terör çetecisi Arşak ile aynı vahşeti sergileyen PKK ve yandaşlarının kullandığı üslup ve sığındıkları liman paralelliği manidar değil midir?

Başka bir paralellik daha var. 1919 yılındaki Ermeni terör örgütü temsilcisi kuracakları Ermeni Devletinde Kürtlere hürriyet, refah ve eşitlik vaat ederek şöyle diyor:

“Siz ve size tabi olanlar Ermeni Cumhuriyeti içerisinde her şekilde hak ve hürriyete sahip, refah içerisinde mutlu bir hayat sürdüreceğinizi bütün mevcudiyetim ve namusumla temin ederim. Binaenaleyh kardeşçe nasihatim şundan ibarettir: Şöyle ki, ele silah alarak boş yere kan dökülmektense silahları bırakarak Müttefik Devletlerin kararına kadar Ermeni Hükümeti içinde refah, barış, şan ve şerefle yaşayarak yüksek makamlara nail olmak ve bu şekilde size tabi olan Müslüman ahalinin (Kürtlerin) rahatlıklarını temin etmektir. Böylece siz ve çocuklarınız hükümetimiz içerisinde geniş yetkilere sahip yüksek memuriyet ve görevlere kavuşup her şekildeki hak ve hukuk konusunda görüş bildirme hakkına sonuna kadar sahip olacağınızdan emin olunuz ki, her iki milletin (Ermeni ve Kürtlerin) sefaletine nihayet verelim.”

İşte kendilerini kışkırtarak terör çeteleri kurdurtan güçlerin oyununa gelen Arşak ve benzerinin yönettiği Ermeni terör çetelerinin; o zamandaki haleti ruhîyelerini ifade eden hayalleri ve neticede boş hayaller uğruna yapılan vahşet ve katliamlardan başka ellerinde kara bir tarihten başka bir şey kalmadığı cümlenin malumudur.

Bu günün terör örgütü PKK ve onun temsilcileri bölge halkını hangi hayallerle aldatıyor? Aynı sefalet edebiyatı yaparak Bağımsız Kürt devleti kurup hürriyet ve refaha kavuşturma hayali ile bölge gençlerini kandırıp dağa çıkarmıyorlar mı? Bu hayalle binlerce masum Kürt ve Türk insanı öldürülmedi mi?

Bu iddiayı kanıtlayan bir araştırma bu günlerde yayınlandı. Bu araştırmada Kürt kökenli gençlerin hangi hayali vaatlerle kandırılarak dağa çıkarıldığını açıkça göstermektedir

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğretim üyeleri Yardımcı Doçent'ler Dilara Şeker, Aynur İlhan Tunç ile Van Terörle Mücadele Şubesi'nde görevli Emniyet Amiri Erdal Şahin tarafından yapılan bu bilimsel çalışma Van'da 2005-2009 yılları arasında gerçekleşen operasyonlarda yakalanan 400 PKK'lının dosyası üzerinde yapılmış ve çarpıcı sonuçları ortaya çıkarmıştır.

Terör örgütü ve yandaş yöneticileri bu hayali şimdilik açıkça dillendirmekten kaçınıyorlar. Nitekim dini istismar ederek kendisini Kur’an-ı Kerim ayeti ile savunmaya çalışan malum şahıs konuşmasının bir yerinde “Biz henüz sabrediyoruz; dilediğimiz noktaya gelmedik..” gibi ifadeler kullanarak ağızlarındaki baklayı çıkarma noktasına gelmediklerini ima etmeye çalışıyor gibiydi.

Ermeni terör Çetecisi Arşak ise kendilerini destekleyen devletlerin oyununa gelerek bu amaçlarını mektubunda olduğu gibi açıklıyor ve hatta kendisini, hayalindeki “Ermeni Devleti”nin geniş yetki ile donatılmış temsilcisi olarak tanıtıyordu.
 
Sadece süreç farklılığı dışında Ermeni Terör Örgütü temsilcisinin ifade ve amaçlarıyla bu günkü terör örgütü PKK ve açıkça kendi beyanlarıyla siyasi temsilcileri olduklarını ifade edenlerin üslup ve yöntem ve amaçlarındaki paralelliği manidar değil midir?

Osmanlıyı yıkmak ve gücünü zayıflatmayı amaçlayan güçlerin maşası olan Ermeniler teba-i sadıka olarak kabul edilerek devletin en üst kadrolarına Müsteşar ve Bakanlık seviyelerine getirildikleri halde olmayacak hayallere kanıp hem kendi soydaşlarına hem de Müslümanlara izleri hala geçmeyen acılar yaşatmışlardır. Ama netice kendileri için hüsranla sonuçlanmıştır.

Aynı güçler tarafından kurulan ve desteklendiği açık olan ve ülkemizin potansiyel gücünü kontrol altında tutmayı amaçlayan; Kürt kökenli vatandaşlarımızı olmayacak hayallerle kandıran terör örgütü ve yandaşları hem Kürt ailelerine ve hem de tüm Türkiye’ye yaşattıkları acı ve ızdırabın sonunun da Ermeni çetelerinin sonucuyla paralel olabileceğini idrak etmeleri gerekir.

Güneydoğulu vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu dindardır ve durumun farkındadırlar. Ancak sefalet edebiyatıyla dini değerlerden uzak yetişmekte olan gençleri dağa çıkararak oluşturulan silahlı güç; devlet yöneticilerinin de yaptıkları yanlışlıklar dolayısıyla bölgedeki insanlar üzerinde tahakküm kurmuş durumdadır. Bu silahlı terör gücünün orada bulunması bölge insanının özgür iradesiyle hareket etmesini engellemektedir. Bu silahlı güç dağıtılmadan bölge halkının kendi iradesiyle hareket etmesi de mümkün değildir.

Terör örgütü ve yandaşı durumundaki siyasiler de bu gücünü yitirmemek için her şeyi istismar etmekte ve bu silahlı gücün dağıtılması girişimlerini engellemeye çalışmaktadırlar.

Ocak / 2010