NE ZAMAN Kİ AYNI DÜŞÜNÜRÜZ, TEKTİPLEŞİRİZ, İŞTE O ZAMAN BİTERİZ, BATARIZ…
Asıl adı Ali Ahmet Sait’tir “Adonis”in, 1930 Suriye doğumludur. Yazar, yayıncı, çevirmen, eleştirmendir… İslam’ı da iyi bilir, Müslümanların hâlini de, Batı kültürünü de, İslam kültürünü de, kültürü de. Yani bir şey diyorsa önemsemek gerek.
İşte bu Adonis’le Özdemir İnce bir söyleşi yapmış ve “Yedi Canlı Cumhuriyet” adlı kitabında yayımlamış. Bu söyleşinin en can alıcı bölümünü ise yazar dostumuz Halit Payza, Aydınlık Gazetesi kitap ekinde bu kitaba dair yazdığı yazısına aldı. O bölümü aktaralım:
İnce soruyor:
“Yani Müslümanlar İslami kültürden uzak mı yaşıyorlar?”
Yanıt:
“Sadece İslami kültürden değil, kültür denilen şeyden uzak yaşıyorlar. Dünyanın öteki kültürlerinden… Kur’an’ın yazdıklarından başka kültürleri yok. Kur’an yazmışsa evet, yazmamışsa hayır. Oysa yeryüzünde İslam’ın içermediği bir yığın gerçek, yanıtlayamadığı birçok soru var ve sorun var. 11 Eylül’den sonra milyarlarca dolarlık İslam sermayesi kendine yeni alan aramakta. Bu paranın herhangi bir İslam ülkesinde kültür ve sanat alanında herhangi bir yatırım yaptığına, katkıda bulunduğuna tanık oluyor muyuz? Hayır! İslam’ın sahip olduğu para da kültürsüz ve cahil bir para…”
Adonis genel olarak İslam Dünyası’nı söylüyor ama özelde bizim ülkemiz de bu duruma geldi son otuz yıllık toplumsal ve siyasal gelişme ve değişmelerle. Laiklik ve düşünce özgürlüğü kenara itilip her şeyin eksenine dinsel hüküm ne nasslar oturtulunca, iş yobazlık boyutlarına vardı bizde. Bir özdeyişimde demiştim ki:“Din devletinde laiklik yoktur ama laik devlette din vardır.” Bu gerçek unutturuldu, gözden kaçırıldı. Din devleti düşüncesi ülküselleştirildi ve her sorunun çözümü olarak anlatılıp belletildi.
Ve işte bunların sonucunda bakınız neler çıktı ortaya. Kendi sözünü Tanrı buyruğu, karşıdakilerin tümünün dediklerini batıl, fasafiso, boş sözler olarak gören bir koşullanmış güruh. Kendisi gibi düşünmeyeni, inanmayanı tehdit ve aşağılama… Ve kullanılan dil: Argo, edep dışı, güdük… Neredeyse 50 sözcükle konuşan ve küfürsüz konuşamayan cehalet. Ve bu cehaletinin farkında olmayan, empati yapamayan, karşı tarafın ne dediğini bilmeyen, yazdıklarını okumayan ama yaftalayan, suçlayan, “racon kesen” bir dil ve duruş. Ve sürüden biri olmak dışında herhangi bir kişilik özelliği olmayan otomatlar. Bunları ayırın o sürüden, hiçbir şeydirler…
Bu bizi nereye götürür, hiç düşünüyor muyuz? Böylesine düşünme özürlü, kışkırtılmaya ve kullanılmaya son derece uygun topluluklar belki bir süre siyasal oluşumların işine de yarayabilirler, ama uzun erimde o ünlü atasözümüzün hükmü geçerli olur, yani “Sivrilttiğiniz kazıklar size batar.”
Yapmayın, etmeyin, bilgilenelim, birbirimizin düşünce ve ideolojisini özgürce ve kıyasıya eleştirelim ama bunu temiz bir dille yapalım. Vee düşman ilan etmeyelim karşımızdakini, onun düşünce özgürlüğünün de üzerine titreyip savunalım. Ne zaman ki aynı düşünürüz, tektipleşiriz, işte o zaman biteriz, batarız… Yapmayalım bunu, yazık etmeyelim…
Bu yazdıklarımı acziyetime yormasın ha kimse! Biz kimseden korkmayız, bunca sene yazdıklarımız, kitaplarımız, yazılarımız ortadadır. Kaygımız ülkemizdir, yaşımız 72, kişisel hiçbir beklentimiz ve hesabımız yoktur.
ESLEMTÜ EFENDİ İLE AMENTÜ BEY VE TANRI-KUL İLİŞKİSİ
O "eslemtü" demeden, öteki "amentü" demiş... Eslemtü teslim olmak demek... Kime teslim olmuş, din'e elbette. Hem öyle bir teslimiyet ki, beyinsel bir esaret, mangurtluk. Çıkamazlar oradan, çıkmayı düşünmeyi düşünmek bile dehşete düşürür onları, işte böyle ucuz eslemtü-amentü hikayeleri ve kinayeleri ile din sömürüsüne hizmet ederler.
Bütün bunlar bu eslemtü-amentü öyküleri, Sami dinlerdeki Tanrı-Kul ilişkisinden geliyor. Yasin Ceylan’a kulak verelim:
“Sami dinlerindeki tanrı kul ilişkisi, insanın değerini sıfırlamıştır. Saygın bir insan olmak yerine, Rabb'ın gözüne girmek için yerlere kapanan insan olmuş, tüm itibarını yitirmiştir. Yüce bir varlığa kölelik yaparak yükselmek istemiş, ama tam tersine yerin dibine batmıştır. Ayrıca, kutsal bilinen bu dinlerde insana biçilen rol, krallar, sultanlar ve imparatorlar tarafından istismar edilmiş, yönettikleri halklara, "kullarım" diye hitap etmişlerdir. Bu acıklı duruma, insanın kendisi, kendini layık görmüş, canlıların en zavallısı konumuna düşmüştür. Halbuki, nefsini yüceltip, saygın bir konuma gelmesine kim ve ne engel olabilir? Tanrı gerçekten varsa ve onu yaratmışsa, bu durumdan sadece memnun kalacaktır.”
TARİKATLAR, CEMAATLER VE MİZAH...
Bu konu hakkında kafa yormuşluğunuz var mı?
Bunlarda mizahın m'si yok. Moiere “İnsan gülebildiği ölçüde insandır”, Muzaffer İzgü“Gülen insan iyi düşünür”der. Bunlarda gülmek yasak gibi, sesli gülmek zaten haram. Espri yapmak, dalga geçmek, ti'ye almak, doğrudan hakaret olarak algılanıyor bunlar tarafından.
Farklı düşünmek de yasak bunlarda, fetva ile düşünüyorlar, bundan dolayı da mizah yazarı çıkmıyor bunların arasından, komedyen çıkmıyor. Beyinleri şeyhe tapulu, biatçı ve itaatçı çıkıyor. Şeriat uydusu, tarikat kuklası çıkıyor.