Silmek ne kadar farklı içeriklere bürünebilen bir yüklem... Aklamak, paklamak, temizlemek eylemlerinin bir parçasını oluşturur kuşkusuz... Ancak kütükten silmek, defterden silmek, kafadan silmek deyimlerinde olduğu gibi mecâzî olumsuzlukları da içerir... Kütükten ölünce silinirsiniz, defterden gözden düşünce... Kafadan sildikleriniz birey de olabilir, olgu da, imge de...

Gözyaşını silmek deyimi şarkı ve türkülerimizde, şiirlerimizde öyle çok ki... Hani belki bir teselli edimini içeriyor ama bence artık yalama olmuş bir deyim... Gözyaşı akmasın, aktıktan sonra, silinse olur silinmese ne?...

Ve aşksal silmeler... Aşk gönül pasını siler, bu tamam da... Sevdiğiniz tarafından silinmeyi bir türlü içinize sindiremezsiniz... Sindiremezsiniz ya, sil baştanlara da düşersiniz gururunuzu çiğneme pahasına... Dünyanın en zor ve netameli işidir bu... Sildim dediğinizi, "özür diledi", "bağışladım, bağışladık", "gönlümü aldı" diyerek yeniden yazarsınız yüreğinize ve belleğinize...

“Kadıncığımız”ın sildiği yerler kutsaldır ha! Bakınız Halim Yağcıoğlu ne diyor “Kadıncığım” aldı şiirinin bir kümesinde:

Şu odamız var ya küçücük,
Silip süpürdüğün, zevkinle donattığın,
Şu saksılar var ya kadıncığım,
Karanfiller, sardunyalar, küpeler,
Hepsi sana minnettar kadıncığım,
Kırıntıyla beslediğin serçeler..

Ve biz diyoruz ki “Takvimlerin Silemediği” adlı dörtlüğümüzde:

Turşusunu kurdum iz bırakan imgelerin
Nikâhını kıydım anılarla ezgilerin
Sel gidip kum kalıyor ömür serüveninde
Silemedikleri de var, takvim silgilerin.

Takvim silgiler yani zaman, silemez bazı acıları ve ağrıları, aşk bağlamındaki çözülme burada olamıyor.

Hazır söz silgiye gelmişken, Cemal Süreya’nın “aşk olsun” dedirten bir yazısına değinmemek olmaz. Yazının başlığı: “Benim en güzel kolyem, silgilerimdi”. Başlık bile zekice ve ilginç. 

Yazı da işte bu, bir silgiyle verilen ne büyük yaşam dersi:

“Ben mi dikkatsizdim yoksa çok mu dikkatliydi doğrular ya da yanlışlar mı beni bu kadar cezbetti, bilmiyorum. Okuldan ne zaman eve gelsem, kalemimin ucu kırık, defterimin sayfası yırtık, silgim; kayıptı. “Nereye koyduğunu hatırla” dedikçe annem, daha çok unutmuştum korkudan. Çok da suçlardım kendimi. Boynumu eğerdim kuşkusuz. Anne yüreği, dayanamaz bir silgi daha alırdı tabi. Ama ertesi gün sonuç yine aynı.

İşte benim çocukluğum o andan sonra başladı. Ortadan delinmiş bir silgi, içinden geçirilmiş bir ip..

Kaybetmeyeyim diye boynuma asmıştı annem, boynumu eğdiğim bir anda. Alışması zor oldu tabi. Düşünsene, yanlış yazıyorsun ve silgi arıyorsun, yok. Yine kaybettim. Hayır diyorsun, boynumda. Sonra seviniyorsun. Biraz sonra da, daha öncesi kaybettiklerini düşünüyorsun ve o silginin neden o şekilde ortadan delindiğini anlıyorsun. Nedamet duyuyorsun.


Tabi biraz kısaydı kolyemin ipi de. Annem öyle eğitti beni. Yani ne zaman yanlışımı silmeye kalksam, boynumu eğdim haliyle.

Büyüdük, değişmedi.”


John Christian, “Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmektedir” diyor. Bence doğru değil bu söz, hayat hatalarla, yanılgılarla, sınamalarla, silmekle, silinmekle, silgilerle hayattır. Yaşamın içinde silmek ve silinmek var, bu kesin... Kesin de, çok kolay silmemek, sildirmemek ama gerektiğinde silmekten çekinmemek de gerek...