Evet, seçimler bitti amma gürültüsü bitmedi. Hani Nasreddin Hoca’nın evinden bir gürültü duyulmuş, komşular koşup gelmişler; “Hayrola Hocam ne oldu?” diye sormuşlar. Hoca; “Hiç meraklanmayın cübbem düştü.” karşılığını verince “Aman Hoca cübbenin düşmesiyle bu kadar gümbürtü kopar mı?” dediklerinde Hoca “Canım içinde ben de vardım” demiş.
Evet, seçimler bitti amma gürültüsü bitmedi. Hani Nasreddin Hoca’nın evinden bir gürültü duyulmuş, komşular koşup gelmişler; “Hayrola Hocam ne oldu?” diye sormuşlar. Hoca; “Hiç meraklanmayın cübbem düştü.” karşılığını verince “Aman Hoca cübbenin düşmesiyle bu kadar gümbürtü kopar mı?” dediklerinde Hoca “Canım içinde ben de vardım” demiş.
Evet seçimin malzemesi ve özü insandır. İnsanın kendi kendisiyle kavgasını bitirip, barışık hale gelmeden gürültünün bitmesi mümkün değildir.
Siyasetten düşen, yükselen hep insan olduğu için bunu anlamak gerekiyor. İnsan nefsini aşmadan kemâl (olgunlaşma) yoluna giremez. Mevlâna, “Yapacağın işte nefsinle meşveret etmek ve ne derse desin tersini yapmak kemâl’dir.” buyurur. Gerçekten siyaset nefsin at oynattığı bir alandır. Bu alanda ihtiras, alkış, hırs, öfke dört nala at koşturur. Osmanlı Hanedanının Cuma namazına giderken kırk adama “Mağrurlanma Padişahım, senden büyük Allah var” diye bağırtması, bir bakıma “nefsine karşı hür ol, haddini bil” ikazıdır.
Ancak kolay mı?
Siyaset meydanında öfke nefsin gölgesidir. Bu gölgeden kurtulmak kolay değildir. Öfke insanı hoşgörüsüz ve tahammülsüz yapar. Mevlâna ne güzel anlatır: “Adamın birisinin bir evi varmış. Ata yadigârı bu bu binanın duvarı çatlamış. Adam samanla toprağı karıştırıp meydana gelen çamuru duvarı sıvayarak çatlağı kapatmış. Aynı çatlak temelde, tavanda başka yerlerde zuhur ettikçe adam da hep aynı şekilde davranmış. Biraz saman ve biraz toprak karıştırılarak yarıklar sıvanmış.
Bu böyle devam ederken bir gün adam akşam tarlasından dönünce ne görsün, ev yıkılmış, enkazı tepe halinde. Enkazın yanına diz çöküp ağlamaya başlayan adam ‘Ah evim, kırık yıl beraber yaşadık böyle birdenbire yıkılmak olur mu?’ diye dövünürken yıkıntı dile gelmiş: ‘Ben birdenbire yıkılmadım. Haber vermek için ne zaman ağzımı açtımsa sen ağzıma çamur doldurdun’”
İşte şerh ederseniz bir ciltlik cevap...
Zamanın gerçekleri bulması gibi insanoğlu da hayatın akışı içinde yediği darbelerle gerçekleri görür ve hakikatı idrak eder. Tek doğrusu kendi olan bir insanın yanlışları, onun kara kitabını yazar.
Adamın birisi bir koyun kesmiş ve derisini güneşe sermiş. Tuz serpmiş, şap sürmüş, mazılamış. Deri kururken çubuğunu yakıp dinlenmeye koyulmuş. Aniden koşarak gelen bir hırsız deriyi kapıp kaçmış. Adam da arkasından kovalamaya başlamış. Hırsız kaçar adam kovalar, bir süre sonra hırsız mesafenin daraldığını fark edince deriyi önlerine çıkan bir evin yüksek bahçe duvarından içeriye fırlatarak hızla gözden kaybolmuş. Derinin sahibi soluk soluğa bahse konu evin kapısını çalmış. Kapıyı açan sakallı, iri cüsseli adama “bir hırsız benim derimi çaldı ve sizin duvarın ardına attı müsaade ederseniz onu alacağım” demiş. Ev sahibi, “Ceddi hu Celali hu, ham deri helali hu” diye cevap vermiş. Aman etmeyin, ham deri olur mu? Ben onu tuzladım, şapladım, mazıladım diye derinin sahibi feryad edince ev sahibi “Azılı mazılı kara kitapta böyle yazılı” diyerek kestirip atmış ve kapıyı kapatmış.
İlahi nasipleri aydınlık kitap olmayanlar işi kara kitaba uydurur ve nefislerinin kölesi olmaya devam ederler. Nefsine köle olan biri “Ben hür bir insanım” diyebilir mi? Yunus Emre “Aklı olan korkmak gerek, nefsinden, hırs elinden” der.
Ne mutlu o toplumlara ve onların insanlarına ki, siyaset adamları nefis ve hırslarından arınmış, aklın ve ruhun emrine girmişlerdir.
Haziran 2011