Sakarya, 222 yıllık çekilişin son tükeniş noktasında, bir dâhinin o tükenişi, önce direnişe, ardında da dirilişe, nasıl dönüştürdüğünün olağanüstü öyküsüdür.
222 yıl evet 1699 Karlofça Antlaşması ile başlamıştı o çekiliş, gele gele Polatlı’ya gelmiştik. Ankara’da top sesleri işitiliyordu, Büyük Millet Meclisi ve kamu kurumlarının Kayseri’ye taşınması için hazırlıklar ve planlar vardı.
O meclis, durumu tartışmış, Erzurum Kongresi öncesi, sarayla yaptığı telgraf tartışması sonucu “Sine-i millette bir ferd-i mücahit olurum” deyip üniformasını çıkaran Mustafa Kemal Paşa’nın, üniformasını giyip ordunun başına geçmesini istiyorlar. Paşa, “Üç ay süreyle meclisin yetkilerini istiyor.” Tartışmalar tartışmalar tartışmalar… Veriliyor o yetki ve Paşa cepheye hareket edip, Alagöz köyünde karargâhını kuruyor. Orduya, Sakarya’nın berisine çekilme emri verilmiş yeniden tertiplenme ve toparlanma için. Tam o sırada stratejik Mangal Dağı’nın yerinde görmek için atına atlamak isteyen Paşa’nın atı ürker gibi oluyor, ayağı üzengiye takılıyor, sürükleniyor ve dört kaburgası kırılıyor. Paşa, 22 gün 22 gece sürecek bu harbi o kırık kaburgalarla yönetiyor.
Ve onun askerleri, komutanları… Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa, Cephe Komutanı İsmet İnönü Paşa ve isimleri buraya sığmayacak nice büyük asker, hepsinin yaşamı bir destan.
“Kitap sahibini bulur” diye bir sahaf sözü vardır, biz de geçen hafta girdik kitapçıya, Prof.Dr.Hikmet Özdemir’in “100. Yılında Sakarya Savaşı” adlı yeni çıkan o kitabı çıktı. Kitabı Cumhuriyet Yayınları yayımlamış. Hikmet Özdemir’i ben Kocaeli’den ve “Ulusun Direnişinde Üniversite’nin Rolü” adlı o gözüm gibi sakladığım ve çok yararlandığım kitabından bilirim, o kitabı da Kurtuluş Savaşı dönemindeki kimi olayları ve kişileri anlatır.
Bugün bu yazımda ben, Hikmet Hoca’nın Sakarya Savaşı üstüne yazdığı yeni kitabından yapacağım alıntılarla bu zaferin az bilinenlerini sizlere aktaracağım sizlere. Hadi başlayalım:
- Kitap Atatürk’ün şu olağanüstü sözleri ile başlıyor: “Benim anladığıma, gördüğüme ve katiyen hükmettiğime göre bu millet kararını vermiştir. Ya namusuyla yaşayacaktır veyahut bütün memleket yansın, yıkılsın, harap edilsin, yine bu devam edecektir. Bu memleketin en son tepesine çıkacağız. Ve orada taş taş üstüne kalmayıncaya kadar uğraşacağız ve en son orada öleceğiz. Ancak ondan sonradır ki düşmanlar bu memlekete sahip olabilir.”
-Sakarya öyle bir mücadele ki, anlatmakla bitmez. Cephemizin her yanında gedikler açan düşman, bu gedikleri yanlara doğru genişletmeye başlıyor. Müdahale şart, Mustafa Kemal Paşa emir veriyor “Yedek kuvvetleri sürün oraya, süngü hücumu ile düşmanı atsınlar”, yanıt geliyor, “Orada yedek kuvvetimiz kalmadı, yalnızca Giresunlu Topal Osman Ağa’nın milisleri var” Başkumandana bu kez bir önemli gerçek daha anımsatılıyor: “Ama onların süngüleri yok ki…” Büyük Gâzi’nin aklına o anda, bu Karadeniz uşaklarının bellerindeki eğri bıçaklar geliyor ve onlarla saldırmaları emrini veriyor. Bu saldırı sonucu düşman püskürtülüp eski mevzilerine atılıyor.
-Sakarya’da Mustafa Kemal, İsmail Habip Sevük’ün deyimiyle yay şeklinde bir tabya kuruyor askerlerimizden, yayın hem kendisi hem içi oynak. Bu onun buluşu ve o güne kadar bir hat oluşturup orada çarpışan, sonra ya ileriye atılıp yeni hatlar oluşturan ya da geri çekilip yapabilirse orada yeni hatlar oluşturmaya çalışan ordular, Atatürk’ün yeni bir taktik buluşuyla dünya harp tarihine “Hatt-ı müdafaa” yerine “Sath-ı müdafaa”yı kazandırıyorlar. Bu başarılıyor, çünkü hem insan kuvvetimiz hem de ateş gücümüz az, askerimiz çarpışıyor, gerektiğinde çekiliyor ve uygun bir yerde yeniden savaşa tutuşuyor. Bu durum, Yunan Ordusu’nun yıpratıp güçten düşürüyor, lojistik desteğini de zora sokuyor. Atatürk’ün o dünya harp tarihine geçen o veciz sözünü bir daha anımsayalım: “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaş kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için, küçük büyük her birlik yerinden atılabilir; fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe oluşturup muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve direnmeye mecburdur.”
-Alagöz Karargâhına bir gazete getiriyorlar, orada Mustafa Kemal Paşa’ya yöneltilmiş sert sözler var, diyor ki birisi yazdığı bir şiirin dizelerinde: “Düştü mü Paşam, düştü mü boynuzlu külahın/İran’a, Turan’a, Efgan’a mı niyet, nereye gidiyorsun” deniliyor. Başkumandan, okuyor bu dizleri ve yanındaki Fevzi Paşa’ya soruyor: “Nereye gidiyoruz Paşam?” Fevzi Paşa gür sesiyle haykırıyor: “Hiçbir yere gitmiyoruz, buradayız, burada kalacağız!”
-Mangal Dağı, Çal Dağı, Türbetepe, Duatepe… Bu dağ ve tepeler, bir bize, bir onlara geçiyor ve çok kanlı çarpışmalar oluyor, ama sonunda söküp atıyoruz onları oralardan.
-Ve bu tepelerin oralarda bir Bayburt var… “Bayburt genel istikametinden çekilme” (154), “Baraközü dersi boyunca Bayburt” (158.sayfa) “Bayburt-Sivri yolu” (183.sayfa), “Bayburt kuzeyi” (sayfa 154), “Bayburt doğusu Şeyhali genel istikametinde” (209.sayfa), “Bayburt kuzey ve doğusunda hâkim sırtlar” (209.sayfa).
-6 Eylül’de artık düşmanın harekete ve faaliyete mecali kalmıyor. Kalmıyor ama bunu yalnızca Atatürk görüyor. İsmet Paşa, bir rapor getiriyor karargâha bir yerde büyük bir düşman birliği hareket halinde, morali bozuk İsmet Paşa’nın. Atatürk gülümsüyor, “Zaferini kutlarım Paşam, düşman çekilme halinde, o birliğin orada olmasının anlamı budur.” Ve buna göre emirler verilmeye başlanıyor. Fakat Kemalettin Sami Gökmen adlı grup komutanı, kendisine yollanan taarruz emrini doğru bulmadığını bildiriyor. Atatürk zorla yürüyerek telefon başına gidiyor ve “Sen olmazsan, yerine bir çavuş gönderir ona taarruz ettiririm” diyor. Yanıt: “Ya… Böyle mi tensip buyurdunuz, emredersiniz” der.
Bu kitap 279 sayfa ve daha neler var neler.
Ama ben şimdi bu biraz da bu kitapta değil, benim kitaplarımda Sakarya Zaferi’ne dair yazdıklarımı sunacağım sizlere:
“MEHMETÇİĞİN HAKKINI BEN EVLİYALARA KAPTIRMAM” DEDİ ATATÜRK…
Sakarya Savaşından dönüyor Gâzi… Ankara Garı’ndan ilk meclis binasına ve oradan da Hacı Bayram Türbesi’ne uzanan yolda yolun iki yanında iki sıralı halk… Kutluyorlar, alkışlıyorlar Gâzi’yi…
Ulus’taki I.Meclis binası önüne geliniyor, Atatürk Meclis binasına doğru yönelince, diyorlar ki “Efendim, daha program bitmedi, Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin türbesine gidilecek ve onun yüksek maneviyatının yardımıyla kazandığımız bu zafer için orada dua edilecek…”
Kaşları çatılır Gâzi’nin :
“Öyle şey olmaz, yurt toprağını kan akıtıp can vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptıramam” der ve Meclis’e yürür.
Falih Rıfkı Atay, Gâzi’nin bir yandan dinsel gericilik, bir yandan da cephede düşmanla nasıl savaştığını şöyle anlatır:
Mustafa Kemal, Yunanlılarla boğuşurken, birinci Büyük Millet Meclisi'nin Maarif Vekili, Anadolu'da dört yüze yakın medrese açtı. Resmi yasak etti. Birinci Büyük Millet Meclisi, Şef'in (Atatürk) dışındaki ekseriyet (çoğunluk) havasına bakılırsa, bir ümmet meclisi idi. Müslümanlığı Türklüğünden üstündü. Eğer ihtilal şefi bir şarklı (doğulu) olsaydı, Türkiye zaferden sonra, yeşil sarıklı bir Asya devleti olacaktı ve şüphesiz gene batacaktı. Şeriatın edebiyat ile, musiki ile, müftü ve köy hocası ile, en küçük köylere kadar sokulmuş olduğunu dün gibi hatırlarız. Türkiye'de demokrasi hoca ve mürteci (gerici) saltanatı demektir.
(Daim Sola Daim Sola adlı kitabımdan)
SAKARYA’NIN ÜSTÜNE MUHAMMED’İ KONDURMAK
Türk Milliyetçisi Bir dostum, Necip Fazıl Kısakürek’ün “Sakarya Türküsü” şiirini övüyor “Sırtına Sakarya’nın Türk Tarihi vurulur” diyor ya.
“O şiirde, Sakarya Zaferini kazanan Mareşal Gazi Mustafa Kemal de yok, o savaşın ikinci adamı Mareşal Fevzi Çakmak da yok. Ama getirip Hazreti Muhammed’i Sakarya’nın üstüne kondurmuş adam ‘Sen kıvrıl ben gideyim son peygamber kılavuz’ diyerek…” (1)
Bu sözlerimi beğenmiyor arkadaşım “Ama o savaşın manevi komutanı Hz. Muhammed’miş, Mehmetçik adı bile ona izafeten verilmiş, askerimiz onun dini için savaşmış.”
“Ve o zaferi o kazanmış öyle mi?” diye soruyorum.
“Evet” yanıtı geliyor.
“Peki kardeşim, Sarıkamış’ta asker donarken nerede idi o manevi komutan, soğuktan mı rahatsız olmuştu? Hadi Sarıkamış uzak ve soğuk, kanal harekâtında nerede idi, Mısır ve Sina sıcak ve de yakın ona? Daha yakına da gelmemi ister misin? Onun torunları İngiliz altınlarını alıp Türk’ü arkadan vuruyorlardı, Mekke’yi ele geçirmişti Mekke Şerifi Hüseyin, Medine’yi kuşatmıştı, askerimiz kahramanca ve aylarca savundu orasını, çekirge bile yedi. O’nun mezarının yanı başında oldu bunlar. O zaman ne yapıyordu?
Bak bütün bunlara karşın, sizin üstad diye yere göğe koyamadığınız Necip Fazıl Kısakürek diyor ki, ‘Medine'ye gittim, peygamberin ayak bastığı yerleri görünce, dudaklarımı ayaklarımın altına alasım geldi...’
Öpecek ya... Eğilip öpse olmuyor, sürekli yalayacak... İşte sizlerin peygamber sevginiz böylesine ikiyüzlü, yapay, abartılı ve tarihsel gerçeklerden habersiz.”
Yüzüne çarpınca tarihsel ve dinsel gerçekleri; şaşırdı, korktu, ürktü arkadaşım…" (2)
“Daim Sola Daim Sola adlı kitabımdan)
SAKARYA ŞİİRİ VAHİY SANKİ
Dinsel öge ve imgeler sebebiyle, Necip Fazıl'ın Sakarya Şiirini neredeyse vahiy yerine koyuyorlar birileri. Bazı milliyetçiler de "Necip Fazıl bir yana, o şiir bir yana, o şiirin hatırına susulur" diyorlar. Niye susulurmuş? “Sırtına Sakarya’nın Türk Tarihi vurulur” deniyormuş.
E peki soralım şimdi: O şiirde o Sakarya Savaşı'nı kazanan, o büyük mucizeyi gerçekleştiren o büyük kumandan Mustafa Kemal Atatürk ve yakın silah arkadaşları (sözgelimi Mareşal Fevzi Çakmak) var mı? Bir ima bile yoktur! Sakarya’nın sırtına Türk Tarihi’ni vuran kimdir acaba?
Alın o "vatan haini" dediğiniz Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanını okuyun bir de...
(Kemalist Türkçülük kitabımdan)
1) Mehmet Ali Ağakay - Atatürk'tan 20 Anı
2) Falih Rıfkı Atay / Eski Saat 1933