“Dedem Korkut biçemince günümüze denmiştir…”


Oğuz ülkesinde dağların dağdağa içinde olduğu bir yörede, yalçın kayalıklı bir tepenin tepesinde Tepegöz’den beter, “Höthöt Kaplan” namında zararlı bir yaratık yaşar olmuştu.. Ön keser, pusu atar, pençeler, yediğini yer, yemediğini leş kargaları ve akbabalara atardı.

Gel zaman git zaman bir de çete kurdu kendi gibilerden oluşan. O dağdağalı yerin onlara ait olduğunu haykırıyorlardı. Oğuz da kimmiş? Haksız yere ve de dünyanın eşek zamanında zapt edivermiş bu yeri. Ağaç kesmiş yüzyıllarca, av avlamış, kuş kuşlamış, sömürmüş, semirmiş. Artık yetermiş, burada bir Höthöt Devleti kurulmalıymış.
Höthöt’ü duyan kâfir kralları da destek verdiler. “Höthöt Kardeş, sen höt höt de bu Oğuz’a, dile bizden ne dilersen” dediler.

Ne Hanlar Hanı Bayındır Han’ın, ne de Oğuz’un en büyük Hakan’ı Atatürk’ün izinde değildi artık Oğuz İlleri. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Höthöt’e hak verenler bile çıkıyordu. Höthöt’ü özgür bıraksak, hiçbir sorun kalmayacakmış. Oğuz’un Ordusu, bir vuruyor, ikincisini vurdurmuyorlardı bunlar. “Höthöt nice yiğitlerin başını yedi, artık yeter bundan kelli kimsenin anası ağlamamalı” laflarına kananlar pek çoktu. Kanmayanlara ise kapanıyordu bütün kapılar.

Düşündü taşındı RTE, aciz kalmıştı, şu Höthöt’e bir haber salsam, Teksas’ta havyan pazarlığı yapar gibi sıkı bir pazarlık etsem, uslu dursa, hangi etten (Angus da olabilir) istiyorsa atsam ağzına, güdümüme alsam böylece, kahraman olsam, sonra da Hakan.

Topladı ihvanları, yarenleri, yoldaşı… “Höthöt’e höt denilmekle, hötle, zötle olmuyor dostlar, ben derim, anlaşalım Höthöt denilen bu muzır, bu yırtıcı yaratıkla”

Şakşakçılar, yalakalar, yalamalar, yandaşları da topladılar. Onlar da “he olur, hemi de pek gözel olur” dediler…

Höthöt duyunca bunları bir zevklendi, bir keyiflendi, bir gururlandı ki sormayın gitsin. Dedi “Gidin ol RTE’ye benden selam edin, bütün yırtıcılar buyruğumdadır, ben ne dersem o olur, dağdağaya statü versin, özerk olalım, bize yeter… RTE’ye en büyük güvenceyi vereyim, gelsin onu sırtıma alayım, nereye isterse sürsün gideyim...”

RTE de, memnuniyette ve gururda ondan geri kalmadı. “Olur binerim, bütün yandaş ve yalama TV’ler, bütün bindirilmiş kıtalarım toplanıp gelsinler, izlesinler göğüsleri kabarık, törenle bineceğim Höthöt’e, süreceğim nurlu ufuklara” dedi böbürlenerek.

Bu binme işinde bir sabıkası olduğunu kimse hatırlatmadı. Bir zamanlar bir yarış atına destursuz ve cahil cesaretiyle nasıl bindiyse, öyle bindi Höthöt’e. Gelgelelim, ne olduysa da ondan sonra oldu. Meğer bu, Höthöt’ün en büyük oyunu imiş. Başladı çılgınca böğürüp dolanmaya dere-tepe dümdüz diyerekten. RTE şaşırdı. Hükmedemiyordu Höthöt’e, inmek istiyordu inemiyordu. Atlasa pençeleyecekti Höthöt, çiğ çiğ yiyecekti. Höthöt’ündü artık emir komuta. RTE önce kabadayılığa leke sürmedi, “Ben işte böyle binerim, sürerim… Ben ben ben…” dedi ya, bir süre sonra inisayitifin Höthöt’te olduğu ayan beyan görüldü.

Artık herkes “RTE bindi Höthöt’e gitti gelmez kıyamete” diyordu ya, Höthöt’ün gitmeye de, götürmeye de niyeti yoktu. “Verin toprağı, alın RTE’nizi, yoksa rüsva ederim dünya kamuoyuna sizi.” diyerek tadını çıkarıyordu.

Tartışma büyüyordu, Höthöt’ü vuramıyorlardı üstünde RTE vardı, RTE’yi ona veremiyorlardı, onur vardı, ar vardı, rezil olurlardı ele güne.

Dedem Korkut geldi kolca kopuz elinde. Ozan dilinin çevikliğiyle ayna tuttu utanan utanmayan bütün yüzlere. Tanıklık ediyordu tarihe, notlar düşüyordu. Görelim ne söylemiş:

Şirin söze tad oldular
Çirkin söze yad oldular
Ulu sözle şad oldular.
Sevdiler evdeşçesine
Ses verdiler dost sesine
Kamları, ozanları, baksıları, destancıları vardı.
Vardı da söz mü? Kaynardı bunlar, onların yurtlarında.
Kervanları vardı ipek yollarında, yükleri hafif, pahaları ağır.
Kervansarayları vardı, taşı yerinde ağır.
Söylenceleri, destanları, türküleri de taşırlardı dillerinde, belleklerinde ve cönklerinde.
Türk denirdi bu Ulusa!
Şimdi bu Ulus’a yok denilecek
Bu ulusun ulusçuluğuna çok denilecek
“Ayağımın altındadır” diyecek ayağı uğursuzun biri.
Onlar derler, onlardan ne beklenir?
Onlar derler de, asıl sen ne dersin bir ona baksak!
Yarıya yakının yüreksiz olmuş yağıya karşı
Korkak ereksiz olur, korkak da olmuş
Bildiği bilmediğinin yanında hiç
Egemen güçlere yaltak da olmuş.
Koyunca sürülmekte, eşekçe yüklenmektedir.
Tanığımdır; yalandan değil aynadan korktuğuna
Tanığımdır, emir büyük yerden geldiğinde ne denli “mezhebi geniş” olduğuna
Ar etmeyip, halt ettiğine
İnkârı kâr bildiğine.


“Verin gitsin” demekte
Verilince erilecek sanmakta
Dize çöktürmeden aman vermek ne?
Tarihi olmayana tarih vermek ne?
Onura, sınıra, leke sürmek ne?
Ülkeden ülke verilir mi bre!
İlkeden ödün verilir mi hiç?
Dünya gelimli gidimli millet sonsuzdur
Sonu gelir bu sonsuzluğu görmeyenlerin!
Söz vereyim Han’ım hey!

Dedem Korkut baktı ki yarıya yakının yarısı anladı, yarısı gene anlamadı. O anlamayanlara daha sert dedi, görelim neler dedi:

Kökünü yokladım cinsi bozuğun
Haço, Mıço, Höthöt karışık çıktı
Etnik haklar adlı yağlı kazığın
Boğum boğumları ardışık çıktı

Haine eğilen kul boyunları
Etki ajanlığı, BOP oyunları
Yabancının karıştırma fonları
Emperyal güçlerle yanaşık çıktı

Ahmaklar dilinde “süreç” modası
İmralı’da hainin dikte odası
Nevruz’daki hava basma kotası
Şeriat oğlanıyla sarmaşık çıktı

Bıçkınlarla Kasımpaşa ringine
Ucuz kahramanla oynaş cengine
Yeşilim yeşilim dedi rengine
Morardı sonra, hık-mık-gık çıktı

Dedim Karayılan dedi kolladım
Dedim Duran Kalkan, dedi nalladım
Dedim ya kürsüler, dedi salladım
Böylece içyüzü buruşuk çıktı


Anlayan anlamıştı, saflar belirlenmişti. Gelgelelim dönek taifesi yine bildiğini okuyordu. Hele de birisi. Erliği ve Türklüğü çoktan bıraktığı halde, hâlâ adında “Er” soyadında “Türk” olan o azılı döneğe çıkıştı Dedem Korkut öncelik ve ivedilikle. Ona çıkışınca öbürleri de alacaklardı zaten alımlarını. Bununla bitirip yollandı tarihin derinliklerinde, bir daha ne zaman gelir, Tanrı bilir:

Kispet giydin, yağlandın, sağlam gördüm bünyeni.
“Aslan yürekli ve de pek gürbüz, camuşu yandan atar” deyu, cazgır saydı künyeni.
Fakat bir oynak hava, çekiverdi fünyeni.
Her yanın bir yana, her yanın oynar.
Peşrev yerine, er meydanında atılan göbek.
Dümbelek dümbelek dümbelek…
Civelek civelek civelek…
İş bu devr-i dönekte, dönüver de meydan senindir aman.
Dönüver sendeki döneklik geni.
Dönüver alnına para yapıştırsınlar
Dönüver kispetine para sokuştursunlar.
Dümteke dümteke dümtek…
Sütün bozukmuş sütün
Ortaya döktün bunu şimdi büsbütün
Başıbozuk Paşası edecektin Höthöt’ü
İşte dediğin oldu
Devran böyle döner sanmaktasın
Pek yanılmaktasın
Dönemeyeceğin, kıvırtamayacağın bir gün gelecek
O gün yakın
Çünkü Tanrı Türk’ü yaşatacaktır
Hıncımız hainleri kuşatacaktır.