PKK, terörünü finanse etmek için uyuşturucu kaçakçılığını organize ediyor ve vergi topluyor. PKK’nin topladığı vergilere ilişkin birçok bilgiyi biz, 2007 yılında yayımlanan “Edebiyatlaşan Vergiler” adlı kitabımızda, tarihsel boyutlarını da katarak yazmıştık.
Bugün oradan bazı bölümleri güncelliği sebebiyle aktaracağız:
Reco Vergisi
Kurtuluş Savaşı kahramanlarından, değerli komutan ve Şark Fâtihi Kâzım Karabekir Paşa'nın Kürt aşîretleri hakkında çok değerli gözlem, araştırma ve tesbitleri vardır; eserlerinde bunlara geniş yer verir. Bu tesbitlerden biri de, o yıllarda aşiret reislerinin topladığı bir tür vergiye dairdir. Okuyalım Paşa'yı, görelim nice imiş bu vergi: "Ekseriyetle rüasa (aşîret reisleri çoğunlukla) her sene 'reco'ya çıkarlar. Reco, aşîret efradının (bireylerinin) reisine verdiği vergidir. Köy köy dolaşırlar. Mevaşî (koyun, davar) ve saire (başka şeyler) alırlar. Rüasenin bir hediye olarak tefsir ettikleri bu Reco, cebri (zorla alınan) bir soygunculuktur. Bütün aşîret fertleri bu Reco'dan bezgindir."
Karabekir Paşa, şeyhlerin topladığı cebri zekâtlardan söz etmiyor nedense. Oysa özellikle Doğu Anadolu'nun kuzey kesimlerindeki Kürt aşiretlerinde şeyhler, yakın zamana kadar zekât toplarlardı ve 'evlâd-ı resul' yani peygamber soyundan geldikleri için buna hakları olduğunu söylerlerdi. Hazreti Peygamber'in kendisi ve ailesine zekât almayı kesinlikle yasak ettiğini bilmeyen cahil halk, koyunları ya da zekat çuvallarını Şeyh'in adamlarına teslim ederdi.
Lord Kınross, "Kutsal Anadolu Toprakları" adlı kitabında, Kürtlerin Osmanlı Tarihi boyunca, özellikle vergi konusunda Sultan'a değil, Şeyh'e uyduklarını, asgari vergiden fazlasını, nadiren verdiklerini yazıyor. Bitlisli aşiret reisi (Kınross, Prens diyor) Şerif Han, 1849'da Osmanlılar'ca yola getirilene kadar bu durum böylece devam etmiş.
Bugün oradan bazı bölümleri güncelliği sebebiyle aktaracağız:
Reco Vergisi
Kurtuluş Savaşı kahramanlarından, değerli komutan ve Şark Fâtihi Kâzım Karabekir Paşa'nın Kürt aşîretleri hakkında çok değerli gözlem, araştırma ve tesbitleri vardır; eserlerinde bunlara geniş yer verir. Bu tesbitlerden biri de, o yıllarda aşiret reislerinin topladığı bir tür vergiye dairdir. Okuyalım Paşa'yı, görelim nice imiş bu vergi: "Ekseriyetle rüasa (aşîret reisleri çoğunlukla) her sene 'reco'ya çıkarlar. Reco, aşîret efradının (bireylerinin) reisine verdiği vergidir. Köy köy dolaşırlar. Mevaşî (koyun, davar) ve saire (başka şeyler) alırlar. Rüasenin bir hediye olarak tefsir ettikleri bu Reco, cebri (zorla alınan) bir soygunculuktur. Bütün aşîret fertleri bu Reco'dan bezgindir."
Karabekir Paşa, şeyhlerin topladığı cebri zekâtlardan söz etmiyor nedense. Oysa özellikle Doğu Anadolu'nun kuzey kesimlerindeki Kürt aşiretlerinde şeyhler, yakın zamana kadar zekât toplarlardı ve 'evlâd-ı resul' yani peygamber soyundan geldikleri için buna hakları olduğunu söylerlerdi. Hazreti Peygamber'in kendisi ve ailesine zekât almayı kesinlikle yasak ettiğini bilmeyen cahil halk, koyunları ya da zekat çuvallarını Şeyh'in adamlarına teslim ederdi.
Lord Kınross, "Kutsal Anadolu Toprakları" adlı kitabında, Kürtlerin Osmanlı Tarihi boyunca, özellikle vergi konusunda Sultan'a değil, Şeyh'e uyduklarını, asgari vergiden fazlasını, nadiren verdiklerini yazıyor. Bitlisli aşiret reisi (Kınross, Prens diyor) Şerif Han, 1849'da Osmanlılar'ca yola getirilene kadar bu durum böylece devam etmiş.
Halk Mahkemesi'nde Yargılanıp Vergiye Bağlanan Korucu
22-23 Eylül 1993 tarihlerinde, PKK Eşkiyasını Hakkâri'nin Balkaya Dağı'ndan (PKK 'Govent' diyormuş bu dağa) söküp atmak için bir operasyon yapar ordumuz. Operasyonu yöneten Tuğgeneral Osman Pamukoğlu, anılarını topladığı "Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok" adlı kitapta, operasyon sonrasına dair ilginç bir vak'a anlatmaktadır.
"(...) Vadide PKK'ya ait yük katırları ile koyun ve keçi sürüsü de vardı. Yüksek ve geniş bir mağarayı Kürdistan Halk Mahkemesi diye kullanıyorlardı. Kırmızı bezle yazılmış mahkeme ismi ve bölümlerini gösteren yazılar, karar defterleri, gerekçeli hükümler, kimlere hangi cezaların verildiği, kimler için yakalama emri çıkarılmış, hangi suçtan yargılanacaklar, yargı heyeti kimlerden meydana geliyor, her şey mevcuttu. Kayıtlar bu bölgede kimin ne yaptığını ortaya koyuyordu. İşin daha ilginç olanı, şu anda yanımızda olan bir korucu da bu mahkemede yargılanmış ve vergiye bağlanmıştı. Korucu başını ve onu yanıma getirdiler, adamcağız bembeyaz oldu. Hiç kimsesi olmayan, orta yaşlı, ufak tefek birisiydi. İşlediği suç da; bir karakol hakkında istenen bilgiyi PKK'ya getirmekte gecikmişti.
- Ne mahkemesi? Ne vergisi? Eşkiyaya vergi verilir mi? dedim.
22-23 Eylül 1993 tarihlerinde, PKK Eşkiyasını Hakkâri'nin Balkaya Dağı'ndan (PKK 'Govent' diyormuş bu dağa) söküp atmak için bir operasyon yapar ordumuz. Operasyonu yöneten Tuğgeneral Osman Pamukoğlu, anılarını topladığı "Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok" adlı kitapta, operasyon sonrasına dair ilginç bir vak'a anlatmaktadır.
"(...) Vadide PKK'ya ait yük katırları ile koyun ve keçi sürüsü de vardı. Yüksek ve geniş bir mağarayı Kürdistan Halk Mahkemesi diye kullanıyorlardı. Kırmızı bezle yazılmış mahkeme ismi ve bölümlerini gösteren yazılar, karar defterleri, gerekçeli hükümler, kimlere hangi cezaların verildiği, kimler için yakalama emri çıkarılmış, hangi suçtan yargılanacaklar, yargı heyeti kimlerden meydana geliyor, her şey mevcuttu. Kayıtlar bu bölgede kimin ne yaptığını ortaya koyuyordu. İşin daha ilginç olanı, şu anda yanımızda olan bir korucu da bu mahkemede yargılanmış ve vergiye bağlanmıştı. Korucu başını ve onu yanıma getirdiler, adamcağız bembeyaz oldu. Hiç kimsesi olmayan, orta yaşlı, ufak tefek birisiydi. İşlediği suç da; bir karakol hakkında istenen bilgiyi PKK'ya getirmekte gecikmişti.
- Ne mahkemesi? Ne vergisi? Eşkiyaya vergi verilir mi? dedim.
- Öldürürler paşam, herkesten alıyorlar.
- Çarpışarak buraya çıkman eski kusurlarını örtüyor. Korkacak bir şey yok. Bundan sonra onlara alet olmayacaksın. (Gülerek) Senin vergini kaldırdık.
- Başım gözüm üstüne paşam, şimdi öl, de, hemen kendimi şu kayalıklardan atayım.
- Ölüp de ne yapacaksın, bak seni korucu yapmışlar, maaş alıyorsun, devlet sana silahını ve mermisini vermiş, bunları iyi kullan, şu köylerde ıstırap çeken insanları koru.
(Daha sonraki zamanlarda Derecik'teki taburun yanında salaş bir yerlerde yattı, kalktı askerlerden hiç ayrılmadı. Sürekli opreasyonlara katıldı.)"
Kaçakçıdan Gümrük Vergisi ve PKK'nın Vergi Gelirleri
Osman Pamukoğlu'nun anılarını topladığı kitapta, yukarıya aldığımız korucu anekdotu dışında vergi ile ilgili başka ilginç anekdotlar da bulunuyor.
Sözgelimi, PKK'nın Kuzey Irak'ta bulunan "Mezi-Karyaderi" kampına 1994 yılında yapılan operasyonda ele geçirilen dokümanlarda, gümrüklerden (yani kaçakçılardan) alınan vergilerin oranları yazıyormuş. Oranlar, hayvanlarda % 3, elektronik eşyada % 10'muş. Aynı belgelerde "Botan-Behdinan" adını verdikleri eyaletin (!) bütçe kalemleri de sayılmaktaymış: "Bütçenin 65 milyar olduğu, gelirin ise; vergilendirme 30 milyar, gümrük 15 milyar, kamulaştırma 10 milyar, cezalandırma 1,5 milyar..."
"Zerdeş" kod adlı gaddar bir militan ise Van-Başkale'yi haraca kesmiş. Eroin-esrar ve her türlü kaçaktan pay alan bu militan, Başkale Belediyesi'ne de vergi salmış. Salınan bu vergi, 1994'ün parasıyla 30 milyarmış.
Şemdin Sakık’ın Topladığı Vergiler
Enis Berberoğlu’nun 27 Nisan 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yazdığı yazı, Pamukoğlu Paşa’nın yazdıklarını doğrulayıp pekiştiriyor:
“Apo korkusuyla örgütünü satan Şemdin Sakık'ın itirafları, bu ülkeye egemen olan ekonomik ihmalin ihanet sınırını zorladığına kanıttır...
Gerçi ekonomiyi pembe dizi mantığıyla izleyen azgelişmiş liberal mütefekkirlerde her vaziyete uygun yanıt vardır. Mesela Ankara'da siyasi bunalım mı çıktı. Hemen, ‘‘İstanbul, Ankara'ya rağmen işini yürütüyor’’ hayaliyle avunulur. İstanbul'un göbeğinde, Laleli'de, yüz milyonlarca doların döndüğü kayıt dışı pazardan söz ederken, ‘‘Aman devlet ilişmesin, yoksa döviz kazandıran bu işlemler durur’’ diye akıl verilir. ‘‘Toplanan verginin bir buçuk katı kaçırılıyor’’ diye kızanlara, ‘‘Aman canım, devlete giden para zaten heba oluyor. Özel kesimde kalsın, yatırımlar ve istihdam artar’’ mantığıyla çatılır.
Oysa Şemdin Sakık'ın ifadesi devletin görmezden geldiği veya vergisini affettiği kazançların nasıl kullanıldığına somut örnektir: ‘‘...Hazro'da su kanalı yapan müteahhitten 1992 yılında 200 milyon lira aldık. 1993 yılında Batman Barajı inşaatından bir milyar lira peşin vergi aldık. Bir milyar da daha sonra alacaktık. Fakat yanlışlıkla baraja eylem yapılınca geri kalanını alamadık.’’
Şemdin Sakık'ın itiraflarında geçen ‘‘vergi’’ ifadesinin yanlışlıkla kullanıldığını sanmıyorum. Çünkü doğa ve ekonomi boşluk affetmez... Düşünün, Güneydoğu'daki yolunuzu koruyamazsanız, PKK yol keser. Devlet gençleri askere almazsa, PKK zorla da olsa dağa çıkartır. İşte o misal, devletin dokunmadığı kazançlara PKK vergi salar.
Demek ki neymiş... Toplanmayan vergi size ve çocuklarınıza kurşun olarak geri dönermiş...”
Susurluk Raporunda Bucaklar ve PKK Vergisi
Kutlu Savaş tarafından yazılan ünlü Susurluk Raporu’nda, Urfa’daki Bucak Aşireti’nin PKK’ye karşı durmasının gerçek sebebinin, PKK’nın vergi adı altında istediği ödentiler olduğu ifade ediliyor:
“Bucak aşireti ‘Zaza’ olup, Demokrat Parti zamanından bu yana TBMM'nde temsilci bulundurmaktadır.
Sedat Bucak, amcası Mehmet Celal Bucak'ın ölümünden sonra, Bucak Aşireti reisi olmuştur. Ş. Urfa milletvikili Sedat Edip Bucak'ın liderliğini yaptığı ‘Bucak Aşireti’, Siverek ve Hilvan ilçelerine büyük ölçüde hâkim olup, aşiret içerisinde kayda değer bir ayrılık - hizip bulunmamaktadır.
PKK'nın Ş. Urfa/Siverek'e verdiği önem ve bu alanda hakimiyet sağlama arayışlarına paralel olarak 1993 Eylül ayından itibaren Bucak aşiretinin de 350 - 400 civarında mensubunu silahlandırdığı bilinmektedir.
PKK'ya karşı sürdürülen mücadelede Eylül 1993 tarihinden itibaren tamamen Devlet yanında yer alan aşiretin, Siverek ve Hilvan'da 1000 civarında korucusu bulunmakta olup, bunlardan 350 kadarı devletten maaş alan ‘Geçici Köy Korucusu’ statüsündedir. Çoğunlukta olan ve devletin izni ile silah taşıyıp, görev yapan korucular ise, ‘Gönüllü Köy Korucusu’ olarak sınıflandırılmaktadırlar. Ayrıca, aşiretin özel koruma olarak adlandırılan silahlı mensupları da bulunmaktadır. Özel koruma ve gönüllü korucular devletten maaş almamaktadırlar.
Aşiret ile PKK arasında husumet doğması ve çatışma çıkmasının, ideolojik olmaktan ziyade, PKK'nın aşiret dokusunu bozar tarzda propagandaya yönelmesi ve aşiretten ‘vergi’ adı altında yüksek miktarlarda para talep etmesinden kaynaklandığı belirtilebilecektir.”
Musa Anter’den de Vergi İstemişler
Aşağıdaki haber Aksiyon Dergisi’nin 595. sayısında yayımlandı:
Aşağıdaki haber Aksiyon Dergisi’nin 595. sayısında yayımlandı:
“Terör örgütü PKK hem siyasi hem de ekonomik açıdan büyük bunalım içinde. Eski HADEP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan’ın ardından PKK’nın eski üyesi Kani Yılmaz’ın bir suikast sonucu öldürülmesi, örgüt içinde muhalif seslerin yükselmesine sebep oldu. Bu yüzden Murat Karayılan’la Cemil Bayık’ın tartıştığı; hatta Kandil Dağı’nda ayrı bölgelerde konuşlanmaya başladıkları belirtiliyor. Kandil’le sınırlı kalmayan bu tartışma, aslında PKK’nın içinde bulunduğu psikolojik bunalımı, özellikle ekonomik sıkıntıyı gözler önüne seriyor. Ortaya atılan yeni bir iddia, bunun delili bir bakıma…"
Terör örgütü PKK, eski itirafçı Abdülkadir Aygan’ın, cinayeti hakkında bazı bilgileri deşifre etmesiyle gündeme gelen ve politik Kürtler için idol yazar olan Musa Anter’den bile haraç istemiş. Hatta Musa Anter’in 1989’da, örgüt baskısından dolayı, yaşadığı köyü terk etmek zorunda kaldığı ileri sürülüyor. PKK’nın, 1992’de Diyarbakır’da faili meçhul cinayete kurban giden gazeteci-yazar Musa Anter’den 1989’da o dönemin parasıyla 2 milyon lira istediği belirtiliyor. Anter’in yakınında bulunan, ilişkilerini ‘ağabey-kardeş’ ilişkisi şeklinde tanımlayan yazar Ümit Fırat, ilk ağızdan dinleyen tanık olarak olayı şöyle anlatıyor: “PKK, Musa Anter’e 2 milyon lira bir vergi tahakkuk ettirmiş. Ancak bunu ödeyecek durumda olmadığı ve onlardan baskı gördüğü için köyünü terk edip İstanbul’a geldi. Oğlu kendisine Kartal’da bir daire alarak orada yaşamasını sağladı. Musa ağabeyin öyle bir mal varlığı falan yoktu.”
Derdini Ümit Fırat’a açar: İstanbul’a gelen Anter, ‘2000’e doğru’ dergisinde yazılar yazmaya başlar. Anter’in borcu bu sırada terörist Abdullah Öcalan’a iletilir. Öcalan’ın, Anter’in bu borcunu sildirdiği ileri sürülüyor. Ancak PKK’nın Anter’den haraç istemesi 2 milyon lira ile sınırlı kalmaz. 1992’de de örgüt, yazar Anter’den bu kez borcunu katlayıp 22 milyon lira ister. Para istenmesinden son derece rahatsız olan Anter, suikasttan 11 gün önce durumu Ümit Fırat’a anlatır. Fırat, aralarında geçen o konuşmayı şöyle aktarıyor: “Muammer Karaca Tiyatrosu’nda Yılmaz Güney’i anma toplantısı vardı. O da katılmıştı. Programdan sonra Fatoş Güney bizi yemeğe davet etti. Birkaç arkadaş ve Anter’le birlikte Odakule’deki mütevazı bir restoranda yemek yedik. Çok gergindi. Sebebini sordum, o da bana PKK’nın kendisinden para istediğini söyledi. ‘Benim durumumu bilmiyorlar mı? Ben bu parayı nerden bulacağım? Benden ne istiyorlar?’ diye sitem etti. Ben de ‘Bunlar Öcalan’dan habersiz mi bu işi yapıyorlar?’ diye karşılık verdim. Anter’in 22 milyon lirayı verecek parası yoktu. Konuşmamıza Avukat Ali Yaşar da şahit oldu. Zaten bu son görüşmemiz oldu. Sonra Diyarbakır’a gitti ve o malum olay yaşandı.”
Militanlarına idol olarak gösterdiği bir yazardan dahi haraç diye zorla para isteyen PKK, bugün mali yönden giderek zayıflıyor. Mafyalaşan örgütün toplanan paraları Kandil’e ulaştırmadan “iç” etmesi, Avrupa’da PKK adına çalışan sözde dernek ve vakıfların faaliyetlerine sınırlama getirilmesi örgütteki mali krizi başlatan süreç oldu. Uyuşturucu, mazot, silah kaçakçılığı ile beyaz kadın ticareti gibi gelirlerden elde edilen payın merkeze ulaştırılmaması da mali krizi derinleştiriyor. PKK, kurtuluş için eski alışkanlığını tekrar devreye sokmak zorunda kaldı. Örgüt şimdi “bağış” adı altında Doğu ve Güneydoğulu işadamlarından ve varlıklı ailelerden harç toplamaya başladı. Para vermeyeni tehdit eden örgüt mensupları kişiye özel belirlenen miktardaki parayı her ay toplayarak Kandil Dağı’ndaki Murat Karayılan ile Cemil Bayık’a gönderiyor. Mecburen haraç veriyorum: Son aylarda haraç toplama işlemini artıran PKK, faaliyetini batı şehirlerinde de sürdürüyor. Kendilerine PKK’nın vergi memurları adını verenler tarafından sadece Kürt asılı kişilerden toplanan paralar, bir deftere kaydedilerek alınıyor. Duruma göre her ay veya iki üç ayda bir para toplayan teröristler emniyet birimlerine haber verilmesi halinde ise sonucunun çok kötü olacağı tehdidinde bulunuyor. İşadamlarına ailelerini öldürmek, işyerlerini ateşe vermek, çocuklarını kaçırmak gibi tehditler savuruyorlar.
İsminin açıklanmasını istemeyen Doğulu bir işadamı kendisinden zorla haraç alındığını iddia ediyor. İşadamı para vermek zorunda olduğunu aksi halde hem kendisinin hem de ailesinin zarar göreceğini belirtiyor. Doğulu işadamı her ay kendisine bildirilen adrese 4 bin YTL bıraktığını anlatıyor: “Kürtsün bu yüzden bu davaya destek vermen gerekiyor diyorlar. Bizim için savaştıklarını söylüyorlar. Yalnız anlamadığım bir şey var. Benim hakkımda her şeyi biliyorlar. Yüksek tansiyonum olduğunu, çocuklarımın yaşını ve ne yaptıklarını bile biliyorlar. Bu bilgilere nereden ulaştıklarını bilmiyorum. Mecburen haraç vermeye devam edeceğim.”
1980’lerde para, gıda ve genç (militan yapmak için) isteyen örgüt, yaptığı listeye göre her ailenin durumuna göre üç şıktan birini alıyordu. Özellikle gıda vermeyen köylere gece yarısı baskınlar düzenleyen militanlar, insanları öldürdükleri gibi hayvanları da alıp dağa kaçırıyorlardı. Ancak bu süreç 1990’lara kadar devam etti. Bu tarihten sonra PKK taktik değiştirdi, daha çok nakit para almanın peşine düştü. Varlıklı aileleri liste yapan örgüt, nakit para almak istediği kişileri aynı zamanda tehdit ederek köylerinden göç etmeye zorladı. PKK’nın bu taktiği teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına kadar sürdü. Bu tarihten sonra kısa bir dağılma sürecine giren örgüt haraç toplamaya ara verdi. Yalnız örgüt hiçbir zaman tamamen haraç toplama işini bitirmedi. Küçük çaplı yapılan para toplamalar son aylarda tekrar hız kazandı. PKK toplanan paraları ölen teröristlerin ailelerine ‘kan parası’ ve silah altındaki militanlara maaş olarak veriyor. İşsiz gençleri kandıran eli kanlı örgüt gençlere ayda 300 ile 500 dolar arasında değişen miktarda para ödüyor. Komutan veya üst düzeydeki militanlar ise bu miktarın neredeyse 5 katını alıyor.”