O zaman o sınır beni hislendirir, hırslandırırdı… O sınırın ötesindeki gardaşlarımla bir gün kucaklaşacağım inancıyla şiirler yazardım. Derdim ki:

Kars’ın ötesine özlem ve ilgi
Tutsak gardaşların olduğundandır
Sahte sınırlara acılı yergi
Bizden bizi zorla aldığındandır

Ahıska Posof’a yemyeşil bakar
Ardahan Kür ile zoraki akar
Akyaka raylarla kızıla çıkar
Ağrı’nın ağrısı gördüğündendir

Iğdır’ın Revan’da balası kalmış
Şahnalar, Subatan, Türkgözü darmış
Tuzluca tuzunu Aras’a salmış
Tat olup gardaşa vardığındandır

Anı’dan Gümrü’ye türkü türküyüz
Şenlik Baba ile iman erkiyiz
Her sınır taşında kutsal ülküyüz
Taşın kederi de durduğundandır

Arzu kızın azatlığı yakın mı?
Bakû’ya, Batum’a selam yakın mı?
Gence’de laleler hançere kın mı?
Bizlere parola verdiğindendir

Bu şiir 28 yıl önce çıkan şiir kitabımda var. O kitabın çıktığı yıllarda Sovyetler Birliği çatırdamaktaydı. Sonra yıkıldı, sınırlar açıldı. Ben, Azerbaycanlı şair dostlarıma adadığım o şiiri yazdım sevinçle (bu şiir de bir başka kitabımda var):

Kopuz Dede’nin iki torunu
Biri Odlar Yurdu’nu
Biri Anadolu’yu
Yurt tuttu
Türkülere yoldaş oldular

Kopuz Dede’nin iki torununa
Yasak ettiler sonra
Sarılıp koklaşmayı
Tar yıllar yılı
Yalnız radyodan duydu
Kardeş bağlamayı

Kopuz Dede’nin iki torunu
Hatırlayıp bir gün Ergenekon’u
Yükselttiler seslerin tonunu
Kardeşe varmak için
Ezgiye aştılar sınır boyunu
Dediler aynı telden:
“Hoş gelişler ola
Mustafa Kemal Paşa”

Böyle dedik, oralarda olduk zaman zaman, ama hep onlarla olduk.

Oralarda başkaları da oldular, daha önce Türk sözünü ağzına almayanlar, okullar açtılar oralarda. Ortalık Fethullah Turancıları ile doldu. Öyle doldu ki, bir gün baktım Azerbaycan’ın Türkçü-Turancı olarak bildiğim milletvekili Qenire Paşayeva, Fethullahçıların “Türkçe Olimpiyatları”na övgüler düzmekte…


Azerbaycan işte bu gibi densizlik ve vefasızlıklardan dolayı, Türkiye’deki candan yanan dostlarının desteğini yitirmeye başladı. Ömrünü Azerbaycan davasına adamış nice insan çekilmiş bir kenara ağzını bıçak açmıyor, ortalık dernekçilik yapan madrabazlara, simsarlara kalmış.

Ve Azerbaycan gittikçe bize benzemeye başladı, dincilik aldı başını gidiyor orada da (bizim kadar olmasa da). Gelir dağılımı bizim kadar bozuk o petrol ülkesinde. Bakû’da bir taksiye binmiştim dostum Arslan Bulut’la birlikte, sormuştum taksiciye:

-Veziyetiniz necedir?
-Pisdi..
-Pisdiii? Bes (peki) bu neftin pulları hara gedir (petrol paraları nereye gidiyor)?
Gökdelenleri gösterdi taksici ve dedi ki:
-A bu tikintilere gedir, bir de bunları tikenlere, tiktirenlere…

Ben o taksiciyle konuştuğum yıldan çok değil 18 yıl önce, komünizmin sallandığı günlerde Bakû’da hayran olduğum manzaralar görmüş, onca yıl sövdüğüm komünizmin kültür ve sanatta nasıl bir mucizeyi başarmış olduğuna tanık olmuştum. Bizde domates, hıyar satılan işporta tezgâhlarında bez ciltli edebi eserler satılıyordu, bir şiir kitabı 60 bin adet basılıyor ve 1 ayda tükeniyordu. Sokak ressamları vardı, yaptıkları resimler gerçek bir sanat eseriydiler. Bakû müzelerle, müzik salonlarıyla, tiyatrolarla doluydu, çocuklar için ayrı bir kukla tiyatrosu bile vardı.

Ve herkesin haline münasip bir evi, bir işi vardı, kimse aç ve çıplak değildi.

Ya şimdi? Azerbaycan’da yaşı uygun olanlar, komünizm devrini yaşayanlar o günleri mumla arıyorlar. Ben de arıyorum, onca uğraştık yıkılsın diye, yıkıldı ne oldu, iyi günlere mi kaldılar, iyi günlere mi kaldık?

Öyle kalmadık ki adamlar artık Azerbaycan’ı bile istismar edip oradan siyasal fırsatçılık çıkarmaya uğraşıyorlar. Bunca yıl sonra Bakû’nun Kafkas İslam Ordusu tarafından alınmasını kutlamak geldi bu yıl akıllarına, yandaş medya da derhal buna uygun olarak pozisyon aldı. Aldı ya, Kut’ül Amare Zaferi için göklere çıkardıkları Halil Paşa’yı ağızlarına almadılar ya bilgisizliklerinden ya da kasten. Nuri Paşa aşağı, Nuri Paşa yukarı…

Ve ve ve… Ben artık Sovyet Sınırına bakıp bakıp şiirler yazan adam değilim, elimden gelse Sovyetleri geri getiririm; hem Azerbaycan için, hem Türkiye için, hem de insanlık için…