Hasan Çerçioğlu’nun “Nure” adlı romanı… Karian Yayınevi’nce yayımlanmış, tam 384 sayfa…

“Nure” bir yiğit, bir aydın kadın, yöresine yararlı olmaya, çevresini uyandırmaya çabalayan bir özel insan…

Yaşamış mıdır gerçekten Nure diye biri, yoksa yazarın kurmacası mıdır? Kurmacalık elbette olabilir, gelgelelim bu romanı okuduğunuzda, ülke gerçekleri öylesine yüzünüze çarpıyor ki, gerçekler kurmacalığı gölgede bırakıyor.

Zaman ve mekân?... Zaman Cumhuriyetin ilk yılları, yer Malatya Akçadağ, Kürecik dolayları köyleri… Feodal yapı duruyor, hükmü sürüyor sarsılmış olsa da… Halk yoksul, cahil, sahipsiz… Kadının gerçekten de adı yok. İşte tam bu sırada Nure diye bir kadını, bir Kürt-Alevi köyünde muhtar seçiyorlar. Görülmemiş bir iştir bu, o güne dek.

Nure, bir yandan hükümetin temsilcileri ile bir yandan da yöredeki mütegallibe, zorba takımı ile ve cehaletle uğraşıyor. Cesareti ile yeniyor onları önceleri, ama sonra bir komploya kurban gidip kocası Mıstılı ile birlikte hapsi boyluyor. Sonra kurtuluş, sonra ölümler, sonra Nure’nin tek kızını kaybedişi ve hapishanede kızı yerine koyduğu Fatma’yı kocasına istetip alması ve ocaklarını tüttürecek bir erkek evlada kavuşmaları…

Nure okulun, okumanın da öncüsü o yerde, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e bağlı ve gücünü o ulu önderden alıyor.

Yazar romanına mekân ettiği yöreyi, en ince ayrıntısına dek belleğine nakşetmiş, yazıya dökmüş, betimlemeleri abartısız, doğal, akıcı, sıkmadan içine alıyor sizi sürüklüyor.

Yörenin karanlıkla kalmış, asıl savaşım tarihi Çerçioğlu’nun yazdıkları, tarihe tanıklarla dolu.

İlginç ritüellerle de dolu… Sabahları güneş doğarken yöre halkı, güneşe selam duruyor, Kürtçe dualar ediyor. Bu aslında Orta Asya Şamanlığı’nın bir ritüeli ve ben bu ritüeli güneş doğarken/batarken Türkçe olarak yapıyorum her gün.

Bu romanı okumanızı dilerim, Nure sizde de iz bırakacak, ülkenin gerçek öyküsünü bir yöre bağlamında öğrenecek, sonuçlar çıkaracaksınız ve geleceğe daha geniş/aydınlık bir açıdan bakabileceksiniz.    

TONGUÇ’UN ROMANI

Öner Yağcı, Köy Enstitüleri ile adı özdeşleşen İsmail Hakkı Tonguç’un, “Tonguç Baba”nın romanını yazdı. Roman bilgi yayınları arasından çıktı, bendeki ikinci baskısı. Tam adı: “Büyük Oğul Efsanesi/Tonguç’un Romanı.”

Bu bir belgesel roman. Yazar bir kronolojik sırayla o günün olaylarını tüm yanları ve yönleri ile, belgeleri ve bilgileri ile romana toplamış. Bu kurguya, Tonguç’un yaşamı da eklemli. Kitap tam 544 sayfa. Bir roman kurgusu ile Türk Eğitim Tarihi’nin en büyük olayının öyküsünü ayrıntılı olarak öğrenmiş oluyorsunuz.

Ben çok notlar aldım bu romanı okurken, onların önemli bulduklarımı sizlerle de paylaşayım:

-Tonguç Baba, “Aşk olsun” diye içermiş.
-Tonguç soyadı nereden geliyor?
-Tevfik Fikret’in yazdığı Öğretmen Okulu Marşı.
-Akdeniz Vapuruyla Almanya’dan gelirken, vapurdaki Spartakistler ve Ethem Nejat’la tanışma. Eskişehir’de görev alıyor ve orada okullara spor, izcilik, çevre gezileri, tarım işleri, ağaç dikme, elişi dersleri, laboratuvar, işlik, müze, sinema, tiyatro, sergi gibi araçlardan yararlanma ile kendi kendini yönetme ilkesini sokan Ethem Nejat’ın raporlarını okuyor. Ve o Ethem Nejat’ın Mustafa Suphi ve diğer yoldaşlarıyla birlikte katledilip Karadeniz’e atılmasına yanıyor.
-Kurtuluş Savaşı sırasında Almanya’da görev alıyor, orada eğitim ve okulları inceliyor ve sonraki yıllarda Türkiye’de mesai arkadaşlığı edeceği Cevat Dursunoğlu ile tanışma. 
-Enstitüler yapılırken görülen ilginç ve olağanüstü olaylar. İşte bunlardan biri: Kastamonu’da dört tuğla ocağı açılıyor ve 279.000 tuğla imal ediliyor.
-Ve uygulamalı eğitim: Mualla Eyüboğlu diyor ki: “Biz okulda Pisagor teoreminin niye öğretildiğini kavrayamazdık. Oysa Köy Enstitüsünde bunu öğrenciye çatı makası bağlarken öğretiyorduk.” 
-Arifiye’de göl balıkçılığı yapan Enstitü.
-Enstitülerin canına okunma süreci. İnönü’nün geri adımları… Tüm suçluları yazmış Öner Yağcı, okumak çok şeyler katacaktır aydınlarımıza. Bu bağlamda, baba-oğul Kansuların dertleşmesi ve ortaya çıkan büyük gerçeği okuyalım ve sonuçta olan nedir görelim: 
-Devrimcilik nerede kaldı?
-Devrimcilik çok uzaklarda kaldı oğlum…