Nizam-ı Âlem fikrinin iki ana unsurundan biri alp, diğeri erenliktir. Bizim yenidünya düzeninden anladığımız alp ve erenliğin yeniden kaynaşıp dünyaya nizam vermesidir. Dünya da huzurun sağlanması bu ikili unsurun bir araya gelmesine bağlı.  Belli ki alp özelliğimiz dış dünyanın cilası, erenlik ise ahrete yönelik dış dünyaya ruh verecek güçlü bir bağdır.

Sinemizde dolaşan ruh kuvveti Nizam-ı âlem ülküsünden beslenir. Bu yüzden Nizamla oynanmaz. Çünkü nizama başkaldırış anarşi demektir. Nizamla oynandığında toplum arasında derin yaraların açılması kaçınılmazdır. Batının kuvvet dediği aslında vahşettir, hak dediği ise vahşi kuvvettir. İşte bizi batıdan ayıran husus bu noktada düğümlü, yani belirgin farkımız nizam anlayışımızda gizlidir.  Zira vahşet ve nizam birbirinin zıttı kavramlardır.

Nizama renk katan gazi dervişliktir,  yani alperenlik ruhudur. Hayatla kaynaşmak, Yüce Allah’ın bütün tecellilerini sevmek ve O'nun cilve-i rabbaniyesine hürmet göstermenin adıdır nizamı âlem.

Nizamı âlem fikriyatının temellerini oluşturan maya hiç kuşkusuz Piri Türkistan Ahmet Yesevi’nin nefesidir. İslamiyet öncesi Cihan hâkimiyet ülküsünü Nizamı âlem ülküsüne dönüştürmede en büyük pay sahibi o’dur,  ilk köprü bağı onun saçtığı solukla başlar da. Derken Osmanlının kuruluşunda Şeyh Edebalinin nefesinde filizlenen tohum Hacı Bayram Veli ve Akşemseddin’in elinde Nizamı âleme dönüşmüştür. Öyle ki Piri Türkistan’ın dergâhına gelen Türkün Alp’i erenlik vasfı kazanıp Nizam-ı âlem düşüncesine sahip oluyordu. Dahası Yesi pınarından kana kana feyizlenenler gazi derviş oluyorlardı. Derken Nizam-ı âlem fikri Piri Türkistan’ın dergâhında mayalanmış, Selçuklu kiliminde işlenmiş,  Osmanlı tuğlarıyla ötelere kanatlanmıştır.

İslam öncesi Türklüğün mizacında daha çok hamleci ve aksiyoncu özellik vardır. İşte bu mizaç alp’lik olarak karşılık bulmuştur. Ne zamanki Türk’ün Alp’i tasavvufla buluştu,  işte o aksiyon yönümüz cihad ruhuna inkılâp etmiştir. Her ne kadar Moğol kasırgası bu ruhumuzu bir ara sekteye uğratmış olsa da Anadolu uçlarına konuşlanan Horasan erenleri, derviş gaziler vs. bütün bu elim vaziyette Söğüt otağına hicret edip yeniden ümit kalemiz olmuşlardır.  İşte bu ümit kaleleri Ertuğrul Gazinin açtığı sancak etrafında Horasandan İzmit’e kadar her yerde Türk’ü harekete geçmeye yetmiştir. Artık bundan böyle Türk’ün nabzı Osmanlı beyliğinde atacaktır.  Böylece her dem canlar yeniden doğar misali Alperenler, müderrisler ve eli kabza tutmuş tüm civanlar Osmanlının kuruluş mayasında nizam-ı âlem neferi olmuşlardır. Öyle ki, Nizam-ı âlem hamurunu yoğuran bu kervan adeta yekvücut olup, ileride Osmanlıyı üç kıtada hükümran kılacak Nizamı âlem davasının fikri temellerini atmışlardır

Malumunuz bu ilk tohum Orta Asya'da Ahmet Yeseviyle start almış, Selçuklu kilimiyle işlenmiş ve Söğütte Şeyh Edebali ve Osman Gazinin elinde yoğrulup Fatihle doruğa ulaşmıştır. Derken Kanuni dönemiyle birlikte adeta kanunlaşmıştır. Anlaşılan Nizamı âlem öncüleri hem alp idiler hem de erendiler. Başka bir ifadeyle eli kılıç tutan her bir alperen;  adalet, merhamet, şefkat ve tefekkür abidesi olmuşlardır.  Niyetleri halis olunca ister istemez akıbetleri de hayra tebdil olmuştur. 

Peki,  ya batı?  Batı öteden beri zekâsını sinsi planlar üzerine kurguladığından hem öncesi hem sonrası hayra vesile olamamıştır. Gittikleri topraklarda önce ellerinde İncil sonra tüfeklerle girmişlerdir, sonrasında ise ellerindeki İncil'i bırakıp ele geçirdikleri madenlerin keyfini çıkarmışlardır.  Buralardan çekip gittiklerinde ise arkalarından sadece boş bir kule ve boş bir çan kalmıştır. Öyle ki girdikleri şehirlerdeki kurdukları düzen kaba saba ve yapmacıktı. Üstelik ülkelerin dörtte üçünü kirlettiği, köleleştirdiği, kana buladığı, yakıp yıktığı bu dünyaya verecekleri hiçbir mesajları yok denecek kadar azdır.  İşte bu yüzden insanlık bizim vereceğimiz mesajımıza her daim muhtaç durumda. Çünkü tarih boyunca Doğunun bütün nizamı âlem öncüleri hep insaniyetçi olmuşlardır. Osmanlı vahdet şuuru ile hiçbir ırk arasında ayırım gözetmeksizin inançlar arasında kardeşlik tesis edip ülkeleri adaletle idare etmişlerdir.  Öyle ki onlar fethettikleri ülkeleri adaletle yönetmekle kalmamışlar farklı kültüre sahip topluluklarla beraberce nasıl bir nizam anlayış içerisinde yaşanılacağını da ispatlamışlardır. 

Düşünsenize batı, bizim Nizamı âlem hareketi ve sarsılmaz kuvvetimiz sayesinde insanlık nedir öğrenmiştir. Bugün ise her şey tersine dönmüş, bu sefer biz rotamızı batıya çevirmiş durumdayız. Ancak batı, üç yüzyıldan beri mekanik araçların gelişmesiyle ilgilendiğinden hala insan ait vücut sarayını keşfedememiş. Nasıl keşfetsin ki, insanın iç dünyasının büyük bir âlem var. Doğunun bu konuda tek avantajı Mevlana ve Yunus gibi gönül mimarlarına sahip olmasıdır.  İşte batı böyle bir avantajdan yoksun olduğu içindir insanlığın gönül dünyasına en küçük bir katkı sunamıyor. Bu konuda hak getire,  her yeri kana buladıkları da işin cabası. Tek bildikleri şey sürekli madde ile meşguliyetini artırmaktır. Fakat Avrupa bugün yorgun ve bitap düşmüş bir görünüm veriyor, hatta bizim sevgi iklimimize uzanabilme isteğinde. Artık batı gençliğini klasikleşmiş Virjil, Homer, Dante, Shakspeare gibi dehalar doyuramıyor.  Belli ki batıya uzanacak sevgi seli Ahmet Yesevi, Mevlana ve Yunus gibi gönül sultanlarının ferasetinde gizli.

Şimdilerde manevi bunalım içerisine düşmüşlük ve bunun derin sancıya yol açması batıyı kara kara düşündürmeye yetmiştir.  Sanki ruh dünyalarının içini dolduracak bir nefes arar gibiler, ama aradıkları ruh doğudadır. O halde medeniyetler çatışması ya da medeniyetler buluşması gibi tartışmalar bir kenarda duruversin, asıl yapılması gereken hamle Nizamı âlem iksirimizi canlandırıp batı ve doğu insanını ortak paydada buluşturacak kültür hazinelerimizi insanlığa sunmak esas olmalıdır. Zira engin kültür kaynağına ancak doğu revakından girilebiliyor.   Madem öyle, gelene gelme, gidene git demeden kapılarımızı ardına kadar açmakta yarar var.  Yediden yetmişe herkes bilir ki; bu kapı dost kapısıdır. Bu kapıdan içeri giren felah bulur.  Kelimenin tam anlamıyla kesretten vahdete ermenin adıdır bu kapı. Dün nasıl ki Türkün Alp'i Ahmet Yesevi dergâhının kapısından girip erenlikle buluşmasıyla birlikte büyük bir medeniyet doğmuşsa pekâlâ bu günde aynı heyecanı kaynaştıracak yeni bir diriliş hamlesi gerçekleşebilir, neden olmasın ki.  Artık günümüz de alp’in kılıcı bilgi gücü olarak algılanıyor, erenlik ise her devirde değişmeyen tek hakikattir zaten.

İyi ki de günümüzde alperenliğe sahip çıkan gençlerimiz var.  İşte bu sahiplik duygusu sayesinde Nizamı âlem fikri kök salabiliyor.  Şayet bu ruh diri tutulabilirse yeniden Nizam-ı âlem olarak doğabiliriz.  Yeter ki ülkümüzü yitirmeyelim, su yatağından ötelere akacaktır elbet.          

Anlaşılan, kurtuluş kesretten vahdet deryasına dalmaktadır.  İnsanlık dış kalıbından sıyrılıp Allah'a yürümeli ki necat bulabilsin. İ’layı Kelimetullah davasını önce kalp, sonra letaifler, en nihayet tüm vücuda yaymalı ki iç nizam-ı âlem tesis edilebilsin. Şu dünyada fethedilmeyen tek ülke kaldı, o da kendimiz. Bakışlarımızı iç dünyamıza çevirip bütün kuşkulardan sıyrılmalı ki insanlığın susadığı Nizamı âlem bir hayal olmayıp gerçek olabilsin. Zaten “Önce kendimize nizam, sonra âleme nizam” sözünden maksatta budur.

İşte görüyorsunuz, Nizamı âlem ismi bile ruhumuz aydınlatmaya yetiyor. İsmi böyle ise kim bilir kendisi nasıldır.

Nizamı âlem fikri bugünde insanlığın susuzluğunu giderecek tek iksirdir.  Yesevi pınarından beslenen alperenler, tarihte nasıl ki adalet timsali ve nizam öncüleri olduysalar, pekâlâ bugünde bunalım içerisinde kıvranan insanlığın yeniden ümit kalesi olabilirler.  Nitekim bir elde Kuran, bir elde bilgisayar diyen bir gençliğin doğması bu muştuyu veriyor da.  Ümit varız, inancımız tam da. Nasıl inancımız tam olmasın ki,  insanlar soluk soluğa stres bir hayat yaşıyor,  hiçbirinin yaşadığı anla ilgisi yok gibi. Kitleler ister istemez bu durumda ruhunun susuzluğunu giderecek pınar arıyor.  İşte insanların aradığı o pınar tâ yıllar öncesinde bitip tükenmek bilmeyen Yesevi pınarından kıvrım kıvrım akan   “İlayı kelimetullah için nizamı âlem” ruhundan başkası değildir.  Zira ilim, fikir, hikmet adalet, kılı kırktan ayırma, barış, terbiye ve samimiyet gibi değerler sadece Nizamı âlem fikriyatında mevcut. O halde, gelin yeniden elimizdeki nübüvvet gülü ile yeniden yollara düşelim, düşelim ki Nizamı âlem kandili yolları aydınlatsın.

Velhasıl; fazla söze ne hacet,  şimdiden yolunuz aydınlık olsun.

Vesselam.