İktidarın yolsuzlukları örtbas etmesi, adalete olan inancın belkemiğini kırması, eğitim sistemine verdiği zararlar, Soma felaketi ve Başbakan’ın üslubu yanlış ve iflasa mahkum siyaseti, Almanya seyahatinde mühürlendi. Almanya’ya moda tabiriyle moral toplamaya giden Erdoğan ne yazık ki çok acı bir darbe yedi.
Çünkü Almanya’da bir konferans salonunda Avrupa’nın her yanından araçlar kiralanarak 20 bin kişi toplanabildi. Toplantı salonunun dışında kendisini protesto eden 70 bin kişi vardı. Bu muhteşem kalabalık Almanya’dan Türkiye’yi objektif bir biçimde takip eden aziz gurbetçilerimizin ihtişamlı görünüşü idi. Bir zamanlar Başbakan Erdoğan’ın içerisinde yer aldığı Avrupa’daki Milli Görüşçülerle yolların artık ayrıldığını gördük.
Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı için dış destek, beklediği ölçüde değildir ve dış destek muhalefete kaymıştır. İkincisi Almanların aynasında Erdoğan AB üyesi olmak isteyen Türkiye’nin değil, teröre destek veren radikal İslâmcı bir yönetimin temsilcisi olarak şekillenmiştir. Erdoğan’ın konuşması rahmetli babaannemin bir sözü ile çerçevelendi: “Dilim, seni dilim dilim olasın”.
Türkiye Başbakanı esip gürlemeyi, tehdit etmeyi bir marifet haline getirdi. Tabii arabanın ön tekeri nereden giderse arka tekeri de oradan gider. Zirveden tabana her kademede Erdoğan’ın taklitçileri, seviyelerine layık bir biçimde konuşuyor ve insanlara saldırıyorlar. Ancak sosyal olaylar etki ve tepki kanunları içinde gelişir.
Soma’daki 301, şehit toplumun idrâkine ve vicdanına bir taş gibi düşmüştür. Hesap sorma sancısı her gün ağırlaşarak yayılmaktadır. Nitekim Soma’daki sendika isyanı bunun başlangıcıdır ve devamı çok güçlü bir biçimde gelecektir. Sosyal demokrasi ancak güçlü sendikalarla gelişir ve ayakta kalır. Yeniçağ’ın verdiği habere göre: “Soma’da işçiler ayaklandı, sendika yönetimi istifa etti”. Maden işçileri 301 kişinin hayatını kaybettiği facianın ardından, yanlarında durmadıkları gerekçesiyle Türkiye Maden İş Sendikası’nın Soma’daki binasını bastı, tepkilerin ardından başkan ve yönetim kurulu görevi bıraktı. İşte bu manşet çalışma hayatımızla ilgili olacakların, aydınlık ifadesidir. Ne yazık ki 1980 darbesinden sonra Türkiye’de sendikalar budanmış, boğazlanmış, hayat hakları ellerinden alınmıştır. Ancak kitabı tam orta yerinden okursak bu iş durduk yerden olmamıştır.
1980 öncesi Türkiye sendika hayatı öncelikle sendikacılığın kaptan gemisi olan Türk-İş’in sayesinde emek-sermaye dengesini, barışını, verimliliğini koruyan bir çizgideydi. Hepsi Allah’ın rahmetine kavuşmuş değerli işçi liderlerini saygıyla yad ediyorum.
Başkan Seyfi Demirsoy; “Ankara’da bir Türk-İş var” sözünü idrâklere yerleştirmişti. S. Demirsoy parmağını kaldırdığı an herkes hizaya girerdi. Demirsoy’un çizgisini sorumluluk duygusundan asla ayrılmadan “ekmek yediğimiz tezgahı tahrip ettirmeyiz” diyen merhum Şevket Yılmaz’ın başkanlığı döneminde Türk-İş şerefli varlığını dikkatle korudu. Ancak sendikacılığa karşı kurulmuş tuzaklar meyvelerini vermeye başladı. Neredeyse sermaye kesiminin tayin ettiği isimlerle şekillenen sendikalar gördük.
Soma olayında çalışan her beş işçiden dördü sendikasız ve sosyal güvenceden mahrum. Sendikacılık işçi üzerinde hegemonya kurmuş dayıların elinde. Bu kör gidiş, işçi hakları çiğnenir, işçi reel ücretleri 80’li yılların gerisine düşerken ayrık otu gibi her yeri sardı ve taşeron işçilikle zirveye ulaştı. Sendikasız iş güvencesinden mahrum işçiler tersanelerde öldüler, inşaat sektöründe içinde yattıkları çadırlar yandı. Maden sektöründe ise felaket zincirine her gün yeni halkalar eklendi.
Türkiye böyle bir tabloya layık değildir. Bu ülke mutlak demokrasi içerisinde üretime katılan emeğin, sermayenin, ham maddenin, zamanın hakkını adil bir biçimde verecek uygulamalara yeniden geçmelidir. Türkiye çağdaş kölelerle, kan içici sermaye anlayışıyla yaşayamaz. Soma’da işçilerin ilk adımı olumlu meyvesini vermiştir.
Ancak bu yetmez. Sendika ağalığına hayat hakkı tanımayacak güçlü bir sendikacılığa muhtacız. İkincisi; bu ülkedeki çağdaş sermayeyi temsil eden değerli iş adamları, emek-sermaye barışının öncüleri olmalı, genç sendikacılarla birlikte kurulacak olan iş yeri sendikacılığında Türkiye’yi el ele, gönül gönüle büyük üretim rakamlarına ve projelerine kavuşturmalıdır. Türkiye öncelikle madenlerde üretim ve iş güvenliğini AB normlarıyla gerçek kılmalıdır.
Görüldüğü gibi Sayın Erdoğan ve takipçilerinin sandıkları gibi yollar dümdüz değildir. Büyük işler sabır, sükûnet, bilgi ve tecrübeye saygı duyan bir anlayışla çözülür. Siyasi iktidar bu gelişmeleri görmeli, anlamalı, bağırmakla, gürültüyle bu dalganın önünde durulamayacağını görmelidir.