Yıl 1968, aylardan Ağustos… Hanak’tan Posof’a piknik yapmaya, oraları gezmeye gidiyoruz 3-5 aile. Neyle ama? Kamyonla… Şoför mahallinde Hanak Ziraat Bankası Müdürü olan babam ve birkaç kişi, biz çoluk çocuk, kamyonun üstünde.
Sepet ve bohça dolu kamyonun kasası. Yiyecek yapmışlar evlerde annelerimiz; köfteler, yumurtalar, bişiler, feselliler, helvalar…
Damal-Hanak arasındaki Ulgar Dağı’na geliyoruz, ulu bir dağ, kışları geçit vermiyor. Hava serinliyor. Ulgar’ın “kellesindeki” soğuk pınarın suyundan içip testilerimizi de dolduruyoruz.
Dağ’ın öte yüzü Posof’muş… Sonraki yıllarda Posof’la ilgili olarak yazdığım bir şiirimde diyordum ki:
Ulgar’da ilk dönemeç
Açılır son vadiye
Ulgar’ın öte yüzü
Tanrı’dan bir hediye
Aşınca Ulgar’ı ben
Ulgar iki yüzlü
ardında Posof gizli
Köyleri tutam tutam Posof’un
Yaylalar duman duman
Vadisinde göz doyurur yeşillik
Ulgar’ın öte yüzünde ilk dönemeci döndük ve gördüğüm bunlar oldu. Oldu ama yeşil konusunda yanıldığımı anladım, Posof da o benim gördüğüm yer değilmiş. Orası Sovyetler Birliği’nin Gürcistan Cumhuriyeti’ne ait Vale şehri imiş. Vale ve çevresindeki o neftî yeşil ormanlar da bizim değilmiş, onlarınmış. İlgiyle bakıyorum. O neftî yeşil ormanların ortasında tek bir boşluk var, orada da ak bir bina. Sanatoryum imiş.
Dönüyorum bizim tarafa dönemeçleri inip Posof’a yaklaşırken. Posof da yeşil ama meyve yeşili. Ormanlar tek tük… Kesmişiz biz hoyratça.
Sosyalizm ile kapitalizm arasındaki fark böylece göze çarpıyor hemen…
Öğlenden sonra, uzaktan gördüğümüz Vale şehrinin hemen bitişiğinde bulunan eski adı Badele, yeni adı Türkgözü olan yere gidiyoruz. Sınırı da göreceğiz. Badele’de bir bahçeye oturduk. Yedik, içtik, türküler söylendi, oyunlar oynandı. Sınıra da yaklaşabildiğimiz kadar yaklaştık, ötede sanki insan yok, sınır kulelerindeki nöbetçiler bile gözükmüyor. Tam o sırada başlarında birkaç saldat (asker), bir grup insan geldi kadınlı erkekli, ellerinde tırpanlar sınıra yakın bir çayırı biçmeye koyuldular. Bizim tarafa hiç bakmıyorlar. Yasak. Bizde de yasaklar var, elinle o tarafı işaret etmek yasak, karşı taraf hemen protokol görüşmesi isteyip bunların olmaması için uyarıyormuş bizimkileri.
Evet bunlar da SSCB’nin eksi puanları.
Ve 1991 yılında SSCB çöktü, Gürcistan bağımsız oldu, 1993 yılında Türkgözü’nden Vale’ye sınır kapısı açıldı. Ben 1994 yılında Posof’a yine gittim eşimin memleketi olduğu için. Badele’ye de gittim. Gördüğüm manzara karşısında şaşırdım. Gürcistan tarafındaki o neftî yeşil ormanlarda traşlama kesim yapılmış, kel olmuş dağlar, o ak binalı sanatoryumun virane olduğu uzaktan bile seçiliyor.
Bizim tarafta ise ormanlar gelişmiş yeniden.
“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” demiş Marx. Gürcistan bağımsızlık sonrası düştüğü kapitalizm burgacında ormanlarını keserek kurtulacağını sanmış, “yeni dünya düzeni” öyle yönlendirmiş onu.
“Şimdi nasıldır?” sorusunun yanıtını, görmesem de biliyorum. Pek bir şey fark etmemiştir, Vale ormanlarında değişen bir şey yoktur. Giden neftî yeşil, ancak oraya bir “Yeşilci Sosyalizm” gelirse geri gelecektir.