Yaşantısı, girişimciliği, Bayburt tutkusu, kabul edilemez boyutlardaki aldırmazlığı ve hoşgörüsü ile gerçek bir Bayburtlu efsanesidir Abdurrahman Öksüz…

Futbolda, sosyal iletişimlerin her türlüsünde, sınır tanımayan bir “elinden tutma” tutkusuyla –palavraya ya da beyaz yalana varacak kadar- Bayburtlulara yardım etme duygusuyla donanmış gerçek bir efsanedir Abdurrahman Öksüz…

O, mahallemizin ve benim eniştemizdi. Komşumuz, rahmetli Pervin Ablamızın “şanlı” nişanlısı… Futbolda artistliğe yönelmesi hep Pervin Ablamın yüzündendir. Ayrıca az gazozunu içmedik eniştemizin, Pervin Ablamızın hatırına… İleriki yıllarda da hep “Enişte” dedim O’na… Ve her “Enişte” dediğimde gözlerindeki sevgi parıltısını gördüm.

***

O, siyasetin en civcivli dönemlerinde Genç Parti’de sorumluluk yüklenecek kadar da cesurdu. Bu konuyu her açtığımda, kendine özgü gülüşüyle geçiştirirdi Eniştem…

Bakışlarıyla susmamı isterdi.

***

Ankara, Bayburt topluluğunun en renkli kişilerindendi. Lokalin, Bayburt gecelerinin, Bayburt’la ilgili her etkinliğin içindeydi…

***

Lokalde okey oynuyoruz. Herkesin gözü onun üstünde. “Cığızlığının” sınırı yok! Herkes onunla eş olmak ister; niye? Çünkü “cığızlığından” ancak öyle korunabilirsin! Cığızlığı yapar, doğrudan yadsımaz, ama “gıcık gıcık” gülerek yaptığını da sezdirirdi. Onunla oynamak büyük bir zevkti.

Yine benim eşim. Cep telefonundan aradılar. Karşısındakini dinledi ve kısık bir sesle “Şu anda toplantıdayım. O işi görüşüyorum. Telefonomu…” derken ben yanlışlıkla okeyi yere attım. Bana döndü “Ula p.. diden, okeyi attın!” diye bağırdı ve telefona, yine kısık sesle “ …  bekle. Ben seni ararım.” Dedi.

Yarabbim, oyuncular ve izleyenler bastık kahkahayı. O hâlâ yere attığım okeyin hayında; bana söylediklerini telefondakinin duyduğunu düşünmüyor, belki de umursamıyor bile.

***

21 Şubat Bayburt gecelerinden birinde sunuculuk yapıyor…
Bu tür işlerden çok hoşlanır ve becerirdi de…

Programın bir bölümünde “Bayburtça Sınavı” yapıyor. İsteyen kişileri mikrofona alıyor, Bayburt yöresine özgü sözcüklerin anlamını soruyor…

Bilenleri alkışlatıyor, bilmeyenleri de yerine gönderiyor. Birkaç kişiden sonra bana döndü: “Hele gel baham öğretmenim, ne ğertik Bayburtlusan!”

Çaresiz, kalktım, yanına gittim. Kulağına “Enişte üzme beni.” dedim. O da aynen kulağıma “Düştün elime, pığartmam!” dedi ve sanırım “yoşa, şurt, part…” sözcüklerini sordu. Bildiğim şeylerdi, yanıtladım. Yanına gittim ve “Enişte, benim de sana soracaklarım var. Bakalım bilecek misin?” Mikrofonu kapattı “Ne soracaksın vola?” dedi. “Hiçç, kolay, bilirsin… ‘CIĞIZ nedir?’, ‘ÇİRİŞ nedir?’ diye soracağım.”

Canım eniştem, kolumdan tuttu “Haydi yerehen, yerehen!” diye masamıza götürdü. Yerime oturttu ve ortaya seslendi: “Abu uşağa sahap olun!”

Dedim ya, eniştem gerçek bir efsane… Ne yazık ki Bayburt’un efsane kişilerini geleceğe taşıyacak girişimler yok. Unutmayalım ki bir yörenin geleceği, geçmişindeki efsanelerin yaşatılmasına bağlıdır. En yakından tanıyan arkadaşlarının, dostlarının Eniştemle ilgili anılarını yaşatacak girişimlerde bulunarak, bu alanda ilk çalışmayı yapmalıdırlar. Umarım bu, öteki efsaneler için de bir kapı açar.

Sevgili Eniştem, geride “gülücükler” bırakarak gittin.
Dilerim yerin rahat ve huzur içindesindir.
Nurlar içinde yat.