Divan Şairi Hayalî “Ol mâhiler ki derya içrediler deryayı bilmezler” demiş, mâhi, balık demektir. Balıklar su içinde yaşarlar ya, suyu bilmezler. Türkiye’deki birçok insan da laikliğin bize sunduğu soluk ortamını, yaşama ve yaşatma imkânlarını bilemediler, anlayamadılar, kafalarını karıştıran, yanlışa düşüren şer odaklara kapılıp gittiler. Hâlâ da öyledir büyük ölçüde.

Gelin bir bakalım dünyada kimi ülkeler nice anlamışlar Atatürk laikliğini, anlayınca ne olmuşlar, anlamamaya başlayınca neler gelmiş başlarına ve bizde nice imiş laiklik ve din algısı bir zamanlar?..
Atatürk Laikliğine Nehru Övgüsü

Jawaharlal Nehru, Hindistan'ın bağımsızlık kahramanı. 1947 ile 1964 yılları arasında şimdi nüfusu bir milyarı geçmiş olan ülkesinin başbakanlığını yapmış. Yaptığı en büyük hizmetin 'Nehru laisizmi’ olduğunu yazıyor tarih kitapları.

İşte bu Nehru, uluslararası bir toplantı sırasında konuştuğu Turhan Feyzioğlu'na şöyle demiş: “Siz Atatürk'ün laiklik konusunda attığı adımın büyüklüğünün farkında değilsiniz. Bakın ben ulusal bir kahraman sayılıyorum. Ancak, bir kabine toplantısı sırasında ineklerin kutsal olmayabileceği konusunda en ufak bir imada bulunacak olsam derhal hükümet düşer, ülkede kan gövdeyi götürür.” 
Pakistan Laikliği Koruyamadı, Bir Türlü İflah da Olamadı

Hindistan’dan kopan Pakistan da laikti bir zamanlar. Ama koruyamadı bu laikliği ve başına neler geldi neler. Oktay Ekşi’nin bu bağlamda yaptığı değerlendirmeler ne kadar doğru:

“Pakistan ile Hindistan’ın 1947 yılında, aynı gün kurulduğuna işaret ettikten sonra bu iki devletten birinin niçin yoksulluk, askeri darbe ve karmaşa içinde olduğunu, ötekinin neden demokrasiyi koruyup kalkınma süreci içinde yaşadığını yanıtlamak gerektiğini söylemiştik. Bizim yanıtımız şu: Bu iki ülkeden Hindistan’ın daha ilk günden itibaren ‘laikliği’ korunmaya değer en önemli ilke sayması, buna karşılık Pakistan’ın kendisini her zaman ‘İslam Devleti’ olarak görmesi asıl nedendir. Hindistan’ın 1 milyar 100 küsur milyonluk nüfusu içindeki yüzde 80’i Hindu, yüzde 13.5 kadarı Müslüman, kalanları Hıristiyan ve Sih olan halk, birbirinden tamamen farklı 30 ayrı dil konuşuyor olmasına rağmen barış ve huzur içinde yaşıyorlarsa bunun tılsımı laik rejimi korumalarıdır.
Siz onun yerine devlete bir ‘din’ elbisesi giydirdiğiniz zaman, iktidar mücadelesinin özünde de ‘Siz mi daha fazla dindarsınız, biz mi?’ kavgası yatar. Maalesef Pakistan’daki gerçek budur. Dahası, dini siyasi amaçları için kullananların başında gelenlerden biri, maalesef Benazir Butto’nun babası Zülfikar Ali Butto’dur.
Pakistan örneği bir kere daha gösteriyor ki, siyasette dini kullanmak bazen insanları (partileri) çok hızla iktidara getirir. Bunun örnekleri de çoktur. Ama o yolun sonu hemen her zaman hüsrandır.” 
 
Laiklik Nelere Kadir, Şeriat Medarı Neler Anlatmış 

Yağmur Atsız anlatıyor: “Rahmetli Coşkun Kırca`yla iyi ilişkilerim vardı. Bir gün ketûmiyet kaydıyla şu anekdotu nakletmişti: 

Azerî Türklerinden Áyetullah Şerîat Medárî o zamanki Tahran Sefîrimizle teke tek bir sohbetlerinde demiş ki “Eğer Fars asıllı mollalar ve genel olarak Farslarla anlaşamazsak ayrılır Türkiye`yle birleşiriz. Çünkü Atatürk bize bu imkánı sağladı. Osmanlı ile birleşemezdik, Padişah aynı zamanda Halîfe idi. Bizlerse Şiîyiz. Ama Türkiye Cumhuriyeti laik. Yani biz Şiîler olarak da o devletin içinde yaşayabiliriz.“ 
Dünyanın Bütün Laikleri Birleşiniz!

Ürdün Komünist Partisi Genel Sekreteri, Ürdün Üniversitesi Öğretim Üyesi, ekonomist Doç. Dr. Münir Hamarna, radikal İslam’ın gitgide büyüyen, dünya çapında bir tehlike olduğuna dikkat çekerek ünlü “Manifesto”da işçilere yapılan çağrıyı anımsatırcasına dünyanın bütün laiklerini güç birliği yapmaya çağırdı: ‘Dünyanın bütün laikleri birleşiniz!’

Türkiye’de laikliğin askeri diktatörlük gibi halka sunulduğunu ya da öyle algılandığını, laiklik konusunda halkla uzlaşılmadığını söyleyen Hamarna, FKÖ ile Hamas arasındaki ayrılığın da Arap ülkeleri tarafından beslendiğini öne sürdü.  
Fötr Şapkayla Laik Cumhuriyeti Temsil Etmek

Sami Gökmen, Köy Enstitüsü kökenli bir aydın, önce ilkokul, sonra lise öğretmenliği yapıyor. Sonra TRT, orada benim kuşağın radyolarımızdan yıllarca zevkle dinlediği “Ocak Başı”, “Tarla Dönüşü”, “Bu Yurdun Sesi” gibi programları hazırlamış. Bir Musa Emmi vardı bu programlarda, unutamam, hatta bir yazımda söz de etmiştim bu öğrenmeye açık ve âşık Anadolu Aksakalından.

Sami Gökmen’in yolu sonra siyasete düşüyor. 1977-1980 arasında CHP’den Muğla milletvekilliği yapıyor. 1980 darbesinden sonra tutuklu kalıyor bir süre. Siyaseti bırakmıyor sonraki yıllarda, turizme başlıyor.

Sami Gökmen, yaşadıklarını yazdı, “Derin İzler” adıyla kitap oldu bu anılar. Siyasal tarihimize, devrim tarihimize, kalkınma ve eğitim tarihimize tanıklıkları vardı bu kitapta.

Gökmen’in babası, Kurtuluş Savaşı gâzisi, Cumhuriyete yürekten bağlı bir Anadolu aksakalı. Bu kitapta yazarın babasına dair ilginç bir anekdot anlatılıyor, olduğu gibi aktaralım, mesajı herkes, algısına, bilgisine, dünya görüşüne göre alıversin:

“Dinine bağlıydı ama yobaz değildi. Başında fötr şapkayla hacca gitti. Kafiledekilerin bütün ısrarına ve tepkisine karşın başından o şapkayı çıkarıp hacı takkesini giymedi. ‘Mekke’de fötr şapkayla laik cumhuriyeti temsil ettim’ der gururlanırdı.”