Erişim adresi işte şu: http://www.ihvanlar.net/2011/07/23/mahmud-efendi-hazretleri-hakkinda-duymadiklariniz-2/
Burada Nakşi Şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun kerametlerinden söz ediliyor. Bunlardan biri çok ilginç:
“Olaya şahit olan Veli Efendi anlatıyor. Bir keresinde sabah ezanı okunurken köpekler havlamaya başlayınca Efendi hazretlerimiz: ‘Sizde mi? Siz bari yapmayın’ deyince köpekler o anda havlamayı kesiyorlar. Efendi hazretleri bunu söylerken Allah’u Alem ezandan rahatsız olan bazı kesimleri kastediyor. Ezanımızı susturmak isteyenler vardır ya, onlardan kinaye yaparak: ‘Siz de mi?’ diyor ve köpekler söz dinleyip susuveriyorlar…”
Köpekler söz dinleyip susuyorlar? Demek köpekler de Mahmut Efendi’den el tutmuşlar, inabe almışlar, onun müridi olmuşlar, yoksa niye dinlesinler ki?
Şaka bir yana, köpekler birçok yerde, özellikle sabah ezanı sessizliği yırtarak birden okunmaya başladığında havlamaya başlarlar, bu çok bilinen bir durumdur… Bu olaydan bile keramet çıkarmak sahtekârlığın daniskasıdır… Hele hele, müezzinleri minareye çıkmadan, hoparlörlerin avazı çıktığı kadar açılarak ezan okutulmasından rahatsız olanlarla köpeklerden daha aşağıda görmek, buna de edepsizlik denir en hafif tabirle…
Bu Mahmut Efendi, bıraksın dört ayaklı köpeklere laf anlatmayı da, Ortadoğu’da mebzul miktarda bulunan iki ayaklı köpeklere laf anlatsın da, oluk oluk akan kanı durdursun…
Alın işte bir saçmalık, bir ucuz şov daha:
Devam edelim, edelim ama bu kez Bay Mahmut’un kerametinden değil, faziletinden söz eden bir anıyı aktaralım:
“Rahmetlik Hasbi Hocamızla medreseleri ziyaret ediyorlar. Para bozdurulması icap ediyor. Hasbi Hoca: ‘Medresenin parasından bozalım efendim’ deyince Efendi Hazretleri ‘olmaz’ diyerek medresenin parasını bozdurulmak için bile olsa amacı dışında kullanılmasını istemiyor. Bu da onun şüpheli şeylere olan yaklaşımını gösteriyor.”
Yaa… Allah Allah… Yahu bu İsmailağa Cermaati’nin paraya olan düşkünlüğü ve tutkunluğu dillere destan oysa… Ben size bir şey diyeyim mi, bunlara gidin, “Size para getirdim, yardım edeceğim, yalnız bu para helal yoldan kazanılmadı, hatta gayrimeşru işlerden sağlandı” deyin. Alırlar o parayı ve size “Efendi tövbe edersin olur biter, hem bu parayı Allah yoluna veriyorsun” yanıtını vereceklerdir.
Medrese’nin parası ile para bozmuyormuş, has-tir be!
Karateci’nin eli ne ki, Mahmut’unki mengene…
Karateci’nin eli ne ki, Mahmut’unki mengene…
Bu kerametsel anının erişim adresi ise işte şu: http://rasulunyolu.blogcu.com/mahmud-efendi-hazretleri-nin-kerametleri/10643868
“Fatihte hocalık yapan bir arkadaşım Mehmet’ten dinledim, kayınbabası olan karateci şampiyon Yılmaz Aydın şöyle anlatmış: ‘Bir defasında İsmailağa’ya Mahmud Efendiyi ziyarete geldim ve musafaha ederken aklımdan bir muziplik geçti elini kuvvetli sıkmak istedim… Ve ellerimiz kavuştuğu o anda elimi öyle bir sıktı ki bağırmamak için kendimi zor tuttum. Hazretin eli sanki demirden bir mengene olmuştu…’"
Yaa… İşte böyle… Böyle de şu mengeneyi bir başka güçlü elle bir daha denesek, ne dersiniz?
…Ve Mahmut’un bir köpek kerameti daha…
Mahmut Hoca’nın bir köpek kerameti (!) ile başladık, bir başka köpek kerameti (!) ile bitirelim. Erbakan’ın partisinden milletvekilliği ve Adalet Bakanlığı yapan İsmail Müftüoğlu anlatmış bu kerametsel anıyı. Nerede anlatmış biliyor musunuz, camide, Mahmut vaaz verirken. Şimdi aktarayım bu anıyı (karate anısının olduğu erişim adresinden), sahtekârlık mıdır, saf insanları siyasi ve dinsel emellerine ulaşmak uğruna kandırmak mıdır, nedir, siz karar verin:
“Bundan sekiz ya da dokuz sene evvel bir Kadir gecesi akşamı idi. Bu değerli ve çok mübarek geceyi en iyi nerede geçirebiliriz derken yolumuz Çarşamba'da Yavuz Selim Camii'ne düştü. Sorduk ve öğrendik ki, Efendi Hazretleri'nin bu gece Yavuz Selim Camii'nde vaazı var. Gönül bahçemizde nice güzel güller açacağını hissederek Yavuz Selim Camii'nin içine girdik. Aman yârabbi! Bir kalabalık, bir izdiham, muhteşem bir tablo! Biz de arkadaşlarla bir kenara büzülüp oturduk. Daha sohbet başlamadan bizleri derin bir huzur ve feyiz dalgası sarmıştı. Derken bir dalgalanma oldu. Bu dalgalanmadan Efendi Hazretleri'nin geldiği anlaşılıyordu. Onun gelişi ile heyecan ve mutluluk kat kat artmıştı. Vaaz edeceği kürsünün önüne geldiğinde, sanki kürsü dile gelmiş onu davet ediyordu. Çok güzel bir mânevî hava ve rahmet iklimi yaşanıyordu. Efendi Hazretleri, Yavuz Selim Camii'nin kürsüsüne, Yavuz Selim Han'ın heybet ve vakarı ile yürüdü. Bir merdiven dayatılmıştı, Efendi Hazretleri kürsüye çıkıyordu. Orada bulunan binlerce insan, ondan bir an olsun gözlerini ayırmıyordu. Her türlü zulüm, haksızlık ve zorbalıkla kirlenen dünyada gerçek bir Peygamber varisini görmek ne büyük bir nimetti. Artık beklenen an gelmiş, mübarek zat sohbetine o tatlı ve sevecen ses tonuyla başlamıştı. Hamd ve besmeleden ve ardından âyetleri ve hadisleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:
–Ey cemaat–i müslimin! Şu an aramızda Allah'ın dostları bulunmaktadır. Belki biz onların kim olduğunu bilemeyiz; ama şunu biliniz ki, ya sağınız da, ya solunuzda Allah'ın dostları var ve bu sohbette hâzır ve nâzırdırlar. Lâkin Mevlâ'mız onları bizlerden gizliyor."
Ne müthiş sözlerdi bunlar, mübarek bir gecede, mübarek bir topluluk içerisindeydik.
O da ne! Efendi Hazretleri bunları anlatırken, kürsünün önünde bir hareketlenme oldu. Kürsüye çıkmak için kullanılan merdiven, kürsüye yeniden dayandı. Bir adam merdivenlerden çıkmaya başladı. Efendi Hazretleri de sohbete ara verdi. Bizler bu şaşkınlık içerisindeyken takım elbiseli, kravatlı olan bu adam konuşmaya başladı:
–Ey muhterem cemaat! Beni bir iki dakika dinleyin. Ben eski adalet bakanıyım. Az önce Efendi Hazretleri aramızda Allah'ın gizlediği dostları var dedi. Ben sizlere bir olayı anlatacağım ve sonra da sizden dua isteyeceğim.
Başladı anlatmaya:
–Ben falan tarihte Efendi Hazretleri ile bir umre yolculuğuna çıkmıştım. Allah nasip etti, çok güzel bir umreyi değerli Hocaefendi'nin sayesinde gerçekleştirdik ve dönüş zamanı geldi çattı. İstanbul Yeşilköy havaalanına indiğimizde sabahın erken saatleri idi. Uçaktan iner inmez Efendi Hazretleri'ne bir teklifte bulunmak geldi içimden:
–Efendi Hazretleri bu sabah kahvaltıyı bizim evde yapalım, bir yorgunluk kahvesinden sonra sizi mekânınıza bırakalım." dedim. Sağ olsun Efendi Hazretleri beni kırmadı ve teklifimi kabul etti. Birlikte bizim eve doğru yola çıktık. Birlikte benim yazlık evime doğru yol almaya başladık. Bir yandan yol alırken, bir yandan da, aklıma evimin bahçesinde bulunan ve son derece saldırgan köpeğim geliyordu. Zira bu köpek sıradan bir köpek değildi. Özel eğitim almış, yabancı insana tahammülü olmayan bir köpekti. Yabancıyı gördü mü hemen saldırıyordu. Yabancıyı görmese bile kokusundan tanıyordu. Sonuç olarak; iri kıyım yapısı ile son derece saldırgan bir hayvan bizi bekliyordu. Bunları düşünerek yol alırken, Efendi Hazretleri'ni rahatsız edecek diye endişeleniyordum.
‘Efendi Hazretleri'ni rahatsız eder mi? Huysuzluğu ve havlaması ile…’ Ben bu düşüncelerle meşgul olurken, Efendi Hazretleri'ne bu konudan hiç bahsetmedim.
Bu düşünceler içinde eve geldik. Kapıyı açtılar, içeri girdik. Her an bir hareket bekliyordum; ama yazlığın içine girene kadar beklediğim hareket olmadı.
Eve gelmiş, kahvaltımızı yapmıştık. Efendi Hazretleri kahvaltıdan sonra işrak namazını kıldı. Namazdan kalkar kalkmaz birden bana döndü:
–Senin şu köpeği merak ettim, haydi bir görelim, dedi. Efendi Hazretleri'nin bu talebi beni son derece şaşırtmıştı. Çünkü ben ona köpeğimden bahsetmemiştim. Ben telaşlı bir vaziyette:
–Aman Efendi Hazretleri, o sizi rahatsız eder.
–Yok, yok, hiçbir şey olmaz. Haydi, görelim şunu.
Israrı karşısında fazla bir şey diyemedim ‘Peki, buyrun bahçeye çıkalım’ diyerek Efendi Hazretleri ile birlikte bahçeye çıktık. Kulübeye doğru ilerlerken, tedirginliğimi üzerimden atamamıştım. Her an kulübeden sıçramasını bekliyordum. Efendi Hazretleri'ne, dikkatli olmasını köpeğin her an kulübeden çıkabileceğini söyledim. Ha havladı, havlayacak derken, kulübenin önüne gelmiştik.
Ben şaşkındım; çünkü normalde şimdiye kadar çoktan bizi fark edip ortaya çıkması lâzımdı. Ama o da ne! Köpek, kulübesinde sessizce duruyordu. Birden başını dışarı çıkardı. Efendi Hazretleri'ne bakmaya başladı, tepeden tırnağa kadar bir güzel süzdü. Daha sonra başını ön iki ayağının arasına indirerek, yerde sürüne sürüne bize doğru geldi. Ben dehşetle olayı izliyordum. Şaşkın ve heyecanlı idim zira ortada çok garip bir hâdise vardı.
Köpeğim Efendi Hazretleri'nin önüne kadar geldi. Efendi Hazretleri'ne sevgiyle baktığını inanın hissettim ve köpeğim başını yana yatırdı. Efendi'ye bakarken artık ağlıyordu, gözlerinden süzülen yaşları bir görmeli idiniz. Efendi Hazretleri köpeğime tebessüm edip başıyla selâm verdi. Bu ne muazzam bir manzara idi! Tüylerim diken diken olmuştu. Ben köpeğimin bir zarar vermesinden korkarken, o, Efendi'nin önünde saygıyla eğilmiş, ağlıyordu.
Mahmut Efendi bana:
–Hadi gidelim.
Deyince sanki bir rüyadan uyanmıştım. Son derece hırçın ve saldırgan olan köpeğimin bu kadar sessiz ve sakin olması beni şaşırtmıştı. Ayrılırken köpeği elimle dürttüm. Dürtmemle bu sefer bana havlaması bir oldu. Sanki benim düşüncelerimi anlamış ve ‘Sen ne yapmaya çalışıyorsun?!’ der gibiydi.
Eve dönerken Efendi Hazretleri bana şöyle diyordu:
–Eee, gördün mü? Köpek sahibini mahcup etmemek için, benim gibi bir…'ne havlamadı.
Aman Allah'ım! bu ne büyük bir tevazu idi.
Bunları anlatan zat, anlatmasını bitirmiş, yüzünü cemaatten kürsüde olan Efendi Hazretleri'ne cevirdi ve yüksek bir ses tonuyla âdeta haykırdı:
–Efendi Hazretleri! Efendi Hazretleri! Sizlerin kıymetini, değerini hayvanlar bile anladı da bizler anlayamadık.
Bu hâdiseyi anlatan zat merdivenlerden inerken biz dâhil bütün cemaat hüngür hüngür ağlıyorduk. “