Yöresel kitaplar çok yazılıyor ülkemizde. Bu “çokluk”, niteliksizlik de getiriyor; çalakalem, üstünkörü, gelişigüzel yazılmış bir dolu kitap ortalıkta dolaşıyor.

Emekli öğretmen İsa Yıldız’ın “Karahan Köyü Tarihi/Kars İli Akyaka (Kızılçakçak) İlçesi” adlı yapıtını da bu kötü izlenim ve deneyimlerle ve de kuşkuyla elime aldım.

Aldım ve Kora Yayınları tarafından yayımlanan bu 64 sayfalık bitiğin ciddi araştırma ve birikimlere dayandığını ve akademik bir yaklaşım ve yöntemle bölümlenlendiğini gördüm. 

Köyün adının nereden geldiğine ilişkin ilginç bilgiler veriyor başlarda sayın İsa Yıldız. Okuyalım: “Köyün ismi oldukça eskiye dayanmaktadır. Osmanlıya ait 1570 yılına ait bir belgede Bayburtlu oymağından Şüregel Beyi olarak Karakhan Bey geçer. Bu beyin Şii ve Safevi yanlısı olduğu, oralara bağlı olduğu, beş yüz kişilik hazır askeri olduğu zikredilir. 1578 yılında Osmanlı-İran sınır savaşlarında köy ve köy beyinin (Bayburtlu oymağından Karakhan Bey) ismi geçiyor.”

Kars 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası, II.Abdülhamit tarafından Ardahan ve Batum’la birlikte harp tazminatı olarak Ruslara verilince, Karahan Köyü’nün adını “Belagorodnaya” olarak değiştiriyorlar Ruslar ve buraya Dukhobor mezhebinden olan Rusları getirip yerleştiriyorlar. Burada Dokhoborlar 20 yıl kadar yaşayıp Kanada’ya göçüyorlar ve köyü bir başka Rus topluluğuna, Malakanlara bırakıyorlar. Malakanlar köye yeni ad veriyorlar, o ad, verimli toprak anlamına gelen Plodorodnoye’dir.

Sonra yörede yeniden Türk egemenliği kurulunca Karahan adı yeniden konuyor. 

Bu köyde Galaça adlı bir höyük var. Çıkan seramik parçalarına bakılırsa, höyüğün tarihi oldukça eskiye dayanıyor. Burada 20 yıl kadar yaşayıp Kanada’ya göçen Dukhoborlar, 2017 yılında Karahan köyüne gelerek atalarının Galaça eteklerindeki mezarlarını ziyaret edip ayin yapmışlar.

İsa Yıldız Bey’in bu kitabı Karahan Köyü ile sınırlı kalmıyor, Kars Tarihi’ne değgin ilginç ve yararlı bilgiler de veriyor. Sözgelimi, 3 Mart 1918 tarihinde Brest-Litovsk Antlaşmasıyla geri aldığımız Kars, Ardahan ve Batum’u, 30 Ekim1918 tarihinde imzaladığımız Mondros Mütarekesi gereğince terk ediyoruz İngilizlere. İngilizler buraları Ermeni ve Gürcülere verecekler. Bunu önlemek için Kars’ta “Cenubî Garbî Kafkas Cumhuriyeti” kuruluyor. Ve büyük mücadeleler veriliyor. İngilizler hukuken baş edemeyince bu hükümetle, zora başvuruyor ve hükümet üyelerini tutuklayıp Malta’ya sürgün ediyor. Bu bitikte sürgün edilenlerin hepsinin adları var. 
İsa Yıldız, kitabına birçok fotoğraf, kroki, harita ve belge de koymuş.

Tarihçilere, Karslılara, Bayburtlulara salık veriyorum. Okuyunuz yararlanırsınız kesinlikle.      

DENİZ ZEYREK’İN MASUMİYET İSTASYONU

Doğu Ekspresi’nin son durağıdır Kars, Türkiye orada biter. Doğu Ekspresi ile bugünlerde nostaljik ve turistik geziler yapılmakta. Ama bir zamanlar o ekspres tek taşıt aracı idi Karslının, Erzurumlunun, Erzincanlının, hatta Sivaslının. Kars’tan İstanbul Haydarpaşa’ya üç gün üç gece yolculukla varılırdı. O tren umuttu, ayrılıktı, özlemdi, kabuğunu kırmaktı, başka dünyalara açılmaktı, anılar biriktirmekti.

Ben bu tren anılarını çokça yazmışımdır, öykü olarak, dergi ya da köşe yazısı olarak.

Bir de başka özel anım var, 1988 ya da 1989 yılıydı, Hürriyet Gazetesi’nden Aydın Ulun, çıkageldi Sarıkamış’a, Doğu Ekspresi ile yılbaşı gecesi yolculuk yapacak İstanbul’a ve “Bizim Orient” adlı bir yazı dizisi kaleme alacak. Hürriyet Haber Ajansı’nın genel müdürlüğünde demişler ki Aydın Ulun’a, “Sen git Sarıkamış’a, orada üç kardeş var, her birisi bir gazete ya da ajansın muhabiri, onlar sana yardımcı olurlar.” Olduk. Gezdirdik, dolaştırdık, yedik içtik. Ve o yazı dizisinde kullanması için bazı anı ve bilgiler anlattım sevgili Aydın’a. Bunlardan birisi daha sonra “Gelin Bizi Ayırt Edin Ulan” adlı gülmece öykü kitabımda “Yüzü Büyük Herifin Kusuntusu” olarak yer alan kısacık öykü idi. Onu araya sokup aktarayım:

“Eskinin kara trenleri... Lokomotifi kömürlü, çufçufu bol, sürati az, saatte 50 kilometre azami sürat... Gidiş temposunun dilini de çözmüş Aşkaleliler, diyormuş ki bu tren ‘Erzincan’a gide gele, kıçım çıktı, kıçım çıktı, kıçım çıktı...’

Yalnız tempo mu, her yanı bir alemdi bu trenlerin. Hele de üçüncü mevkii. Koridorları bile tıkış tıkış olurdu, insan ve eşyadan geçemezdiniz. Ve en büyük dert, tuvaletleri ya kapalı olurdu ya çalışmazdı ya da sıra bulamazdınız.

Ayı Cemal de tuvaleti kapalı bulanlardan... Üstelik fena halde ishal... Kıvranıp duruyor... Bir iki vagon öne ve geriye gitmiş ama yine olmamış, kuyruk varmış oralarda da. Dayancası kalmamış Ayı Cemal’in artık, arka vagonlara doğru gidiyor, tenha bir yer buluyor oralardaki koridorda, açıyor pencereyi, sıyırıyor pantolonunu, kıçını dayayıp pencereye, koyveriyor dışarıya sulu dışkılarını. Aşağıda trene bakan bir adamın yüzüne isabet ediyor bu sulu dışkılar. Neye uğradığını şaşırıyor bu adamcağız, tren de gidiyor ardına bakmadan... Peronda duranlar geliyorlar adamın yanına, soruyorlar ne olduğunu, o da anlatıyor:

-Yüzü büyük bir kıllı herif, çok fena kustu...”

Aydın Ulun’a bir de daha eski yıllarda röportaj ustası Halit Çapın’ın “Doğu Ekspresinde Üç Horasanlı” başlıklı yazısından söz ettim.  

Bunlardan yararlandı Ulun o yazı dizisinde.

Deniz Zeyrek’in “Masumiyet İstasyonu” adlı, Sözcü yayınlarından çıkan kitabını de işte bu ilgi, anı ve bilgilerimle alıp okudum. 

Zeyrek, Kars’ta doğmuş, büyümüş ve öğreniminin büyük bölümünü bu kentte yapmış. Kars’ın o günlerini de bugünlerini de anlatıyor. Masumiyet İstasyonu adını verdiği Kars tren istasyonunun kendisi ve birçok Karslı için ne anlama geldiğini duygulu, hoş satırlarla aktarıyor okurlara. Dahası; ilginç kişilik ve yüzleri, gerçek öykü kahramanlarını tanıtıyor; erdemli, hünerli, ahlaklı, özverili yanlarıyla. Terzi Cazim Amca var sözgelimi benim adaşım, kendisini MHP dolayısıyla tanıdığım bir Karslı Rus olan Trofin Denisenko var. Evet evet Deniz Zeyrek o yanını yazmamış ama Denisenko, MHP Kars İl Yönetim Kurulu üyesiydi bir zamanlar.

Bir başka MHP’li gazeteci Mevlüt Işık’ta bu kitapta yeniden karşıma çıktı. Kürşat Özkan’ı anımsadım, üzüldüm yeniden. Mevlüt Işık meğer Deniz Zeyrek’in yakınıymış. Deniz Zeyrek’le düşünceleri ayrı elbette, ama Zeyrek bu kitabında 12 Eylül döneminde hem ülkücü hem de solcu yakınlarının cezaevinde olduğunu da anlatıyor.

Ve Hayriye Nine, onun tahta bavulu, Ahıska’dan göç ve Ahıska çivisi. Bu da belleklere yer edecek hüzünlü bir öykü.

Sarıkamış Yeniköy, Mesude, Nikolai Nosov… Bir romana sığar bunların öyküleri. 

Sarıkamış Bayraktepe (ya da asıl adıyla Cıbıltepe) için “Hohlasan gök buğulanacaktı” diyor Deniz Zeyrek. Harika bir betimlemedir bu.

Bu kitaptan başka ilginç başlıklar da vereyim, ilgiyi artırayım, okuyacaklara yardım olayım ve okunmasını da salık vereyim:

-Yılbaşı gecesi, peç, kete, kaz…
-Meraklılarına kaz dersleri.
-Yemek sarı yağsız olmaz ve anıx.
-Kızak ve eneke.
-Kar sessizliği.   
-Hagosa gel.
-Trenle İstanbul’a gitme özlemi. 
-Memleket videolarını izleyip ağlaşmalar.