“Milliyetçi” olarak anıldıkça açıklama yapma ihtiyacını duyarmış. Çünkü kendi ifadesiyle “siyasi ve ideolojik bir terim olarak milliyetçi kelimesinin içinde tereddütsüz konuşlanabilecek biri değil”miş. Peki ne imiş? Babası Süleymancıymış bu arkadaşın, yani çocuğuna öyle milli duygular ve duyarlıklar aşılayacak biri değilmiş. Babadan ve yuvadan hangi öğütleri aldığı, alacağı belli yani… Sonra efendim, bu arkadaş üniversite öğrencisi olunca, Süleymancıların yurt olarak kullandığı Bakırköy’deki Kur’an kursunda ikamete başlamış. Bakmışlar ki Süleymancılar, cevher var bu arkadaşta, alıp götürüp Milli Selamet Partisi’ne kaydedip gençlik kollarında da görev vermişler. Fakat arkadaş matbaa işçisi olarak çalışmak zorunda kaldığından, bu selametçilik işi pek fazla yürümemiş. Atatürk Eğitim Enstitüsünde okurken, 3 bin solcuya karşı 15 kişiyle direnen ülkücüleri yakın görmüş kendine, onlarla ilişkileri başlamış böylece. Başlamış ama temel bozuk ya, milliyetçilerin temel kitapları ve kaynakları okuma sıralamasında sonlarda bile olamamış (kendisi öyle diyor). Fakat yine de ülkücüler bu ülkede “adam gibi adam olmak” sıralamasında en yüksek ortalamaya sahip bir kesimmiş.

Kimden söz ediyorum? Ömer Lütfü Mete’den. Ömer Lütfü Mete ile bir ara, aynı gazetede de (Büyük Kurultay) yazarlık yaptım. Arkadaş, aşağıda söz edeceğim kitabında yazmamış ama ben biliyorum, 1999 seçimlerinde MHP’nin Rize adayıydı, seçilemedi. Sonra, bu adaylığın hatırına ve değerli dostum Nazif Okumuş’un dostu olması hasebiyle gazetede köşe verildi kendisine. Fakat ülkücü damgası yemek zoruna gidiyordu, belliydi, tepinip, kıvranıp duruyordu. Sonunda gitti. 2002 seçimlerinden sonra da hep AKP’ye yakın durarak, iktidara yakın gazetelerde (bir ara Sabah’ta da yazmıştı galiba) köşe yazarlıkları yaptı.

Ömer Lütfü Mete’nin ölmeden evvel (Allah taksiratını affetsin) yazdığı –daha doğrusu ona yazdırılan- bir kitap var. Adı: “Milliyetçilik Milliyetsizlik”, bir de alt başlığı var kitabın “Kardeşliğimizi zorlayan kimlik tartışması”. Söyleşi formatında bir kitap… Selman Kayabaşı adlı kişi sormuş, Mete’de yanıtlamış. Kitap TİMAŞ yayınlarından çıkmış. TİMAŞ’ın Fethullah cemaatinin yayınevi olduğu biliniyor. Kitabı okuyunca hemen anladım (Biz bu saçı değirmende ağartmadık), ısmarlanmış Ömer Lütfü’ye bu kitap. F-Tipi öğreti ve misyona uygun bir milliyetçiliğin zihinlere yerleştirmek amacının güdüldüğü öylesine belli ki. Belli ama Ömer Lütfü, milliyetçi fetvalar verirken vahim çelişkilere de düşüyor, bilgi ve iyi niyet eksikliği sırıtıyor pis pis. Örnekleyelim: Atatürk’ü övüyor mesela çoğu yerlerde. Türkiye’de yaşayan “Türkmen” etnik unsurunun kurucu unsur olmasına rağmen hep ezildiğini, hakkının yendiğini ifade ediyor. Öyle yenmiş ki, Atatürk hariç Türkmen olan bir tane bile Cumhurbaşkanı yokmuş. Allah Allah, hadi İsmet Paşa’yı Bitlisli diye Kürt sanıyorsun (değildir, Kürümoğullarındandır, Kürümoğulları Türk’tür), yahu Celal Bayar ne peki? Cemal Gürsel’in Erzurum’daki akrabalarını ben tanırdım, öz be öz Türk’tüler. E peki Demirel ne, Rum mu yoksa? Korutürk’ü Kemahlı diye Kürt ettin hadi, yahu Karadenizli Cevdet Sunay’ı hiç düşünmedin mi be adam? Ya Kenan Evren, ailesi Balkan göçmeni diye o da mı Türklükten çıktı? Özal’dan başka Kürt olan Cumhurbaşkanı yoktur (o da ne kadar Kürt’tür tartışılır). Yani Ö. Lütfü Efendi, fena çuvallamış, ırkçı milliyetçi olmadığını sık sık yinelerken kitabında, bal gibi ırkçılık yapmış. Buna karşılık, çıkarı için sürekli destek verdiği Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın soyuna dair bir ima bile yok. Fakat Atatürk’ün soyuna dair müthiş bir ima var. Süleymancı,-Selametçi asıllı bu arkadaş kılçığı atıyor burada: “Hele de bazılarının ima ettiği gibi Atatürk bile Sabetay ise seyredin siz o zaman halkın ezici çoğunluğunu oluşturan Türkmen’deki ağlamayı”. Yani şeytanın yattığı yeri bilen Ö.Lütfü, Atatürk’ün Sabetay olup olmadığını bilmiyor, emin değil ya da biliyor da diyemiyor, ima ediyor. Atatürk’ün Kuman asıllı bir Yörük Türk’ü olduğu, baba tarafının Karaman’dan, anne tarafının da Aydın’dan Balkanlara göç ettiği binlerce kez yazıldı, yüzlerce kitaba girdi. Atatürk’e Sebatay diyenler, etnik özrünü din maskesi ardına gizleyen namussuzlarla, tarikat ve cemaatlerin içinde beyni teslim alınan otomat-adamlardır. Ö. Lütfü, böylece mayasını meydana döküyor. Fakat kafa karıştırma işine de devam ediyor. Atatürk milliyetçiliği yurtseverlikmiş aslında. Efendim, Atatürk öyle kısa bir dönem küresel rüzgârların da etkisiyle, rakı masalarında kafatası ölçme eğlentilerine katılmış ama aslında Türkçü bir bakışla hiç kimseyi değerlendirmezmiş (“Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, başına geçireceği insanların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevheri asliyi tayin etmekten bir an uzak olmasın!”, “Kanını taşıyandan başkasına inanma” sözlerini kim demiş acaba?). Ö.Lütfü saçmalıklarından birkaç örnek daha verip asıl konuya geçeceğim. Efendim “En büyük Türkçü, aslında kendisine Türkçü demeyen Türkiyatçı” imiş. “Sen Türkçü isen ben de Kürtçüyüm” dedirtmemek lazımmış. Vayy be! Laf etti bal kabağı. Olur, söylerim bundan sonra Türkçüler buyurduğun gibi olmaya çalışırlar. Yenisey’de o yazıtta “Ben Kürt beyi Alp Urungu” yazıyormuş, bu, “bomba gibi düşmesi gereken bir gerçek”miş. Mişmiş de mişmiş… Oradaki ifadenin uydurma olduğu, Kürt sözcüğünün yanlış okunduğu değerli bilim adamı Talat Tekin ve birçokları tarafından açıklandı ve kanıtlandı. Kardeşim Macit Gürbüz’ün “Kürtleşen Türkler” kitabında da bu bilgi var. Ö. Lütfü, bihaber bunlardan. Sallıyor durmadan.

Haa şimdi burada bir duralım. Birileri “Adam ölüp gitti, sana cevap veremez, niye böyle insafsızca hücum ediyorsun” diyebilirler. Bizi tanıyanlar bilirler, sağ da olsaydı, biz yine yazardık, yazmışızdır. Ö. Lütfü ölmüşse, ayakdaşları sağdır, savunsunlar ya da en iyi savunma hücumdur diye hücuma geçsinler. Alırlar cevaplarını, bir derler, beş derim.

Evet neyse girizgâh için bu kadarı yeterli. Gelelim şu “İbrahim Milleti” meselesine, asıl konumuz o.

Ö. Lütfü, adı geçen kitabında, şöyle buyuruyor (!):

“Şahsen millet terimini Kur’an-ı Kerim’deki ‘Millet-i İbrahim’ tamlamasından ilhamla anlamlandırıyorum. Ne demektir bu? İbrahim Milleti?

Tefsirler bunu genellikle ‘İbrahim dini’ şeklinde açıklamaktadır. Bizim geleneksel din eğitimimizde şöyle bir soru-cevap zinciri vardır:

-Kimin kulusun? Allah..
-Dinin nedir? İslam…
-Kimin ümmetindensin? Hazreti Muhammed Aleyhisselam’ın…
-Kimin milletindensin? İbrahim Aleyhisselam’ın…

Peki burada millet kelimesi ‘din’ anlamında ise ayrıca ‘Din’in nedir?’ sorusu niye var?

Demek ki ‘İbrahim’in milleti’ tamlamasındaki ‘millet’ birebir ‘din’ anlamında değil.

Bir fark var ama o nedir?

Kendimce buna getirdiğim yorum; çağdaş ‘ulus devlet’ yapılanmalarında vatandaşlık bağıyla öngörülen hukuki ‘millet’ tanımına yakındır (Kitap yazarının notu: Yani AKP’nin millet tanımı).

Bu da, köken birliği ile din birliğini zorunlu kılmayan bir ortaklık iradesinin oluşturduğu toplumdur. Böyle yorumladığım için Türkiye’nin Rum, Ermeni, Süryani ve Yahudi vatandaşlarını da Türk milletinin eşit bireyleri olarak görüyorum.

(…) Bu çerçevede millet tanımı, esasen en medeni bir hoşgörü ve ortak çıkar toplumunu önerir. Böyle bir millet tanımından yola çıkarsam, bir Türkmen olarak benim milliyetçiliğim, Türkiye’deki sözgelimi bir Rum vatandaşın da benimseyebileceği temennileri içerir.

(…) Biz batılıların ‘nation’ diye tanımladığı kavramı ‘millet’ kelimesi ile karşılayarak doğru mu yaptık? Kendi kültür dünyamız açısından doğru olduğunu düşünmüyorum. Biz bunu Kur’an deyimi olarak ‘İbrahim Milleti’ tamlamasını hesaba katmadan aldık. Oysa bütün unsurlarını düşünürsek ‘Osmanlı Toplumu’ deyimi, ilk ve zahiri anlamıyla tam da ‘İbrahim’in Milleti” niteliğini taşımaktadır. Zira Yahudilerin, Hıristiyanların, Müslümanların ve bu üç ana inanıştan yan kolların oluşturduğu bir Osmanlı Toplumu vardır. Bu, Fransız ihtilali ile kavramlaşan ve kurumlaşmaya başlayan ‘millet’ gerçeğinden farklı bir yapı olarak böyle bir ithal kalıba uygun değildir.”

Evet, böyle diyor Ö. Lütfü. İbrahim, bütün putları kırıp, baltayı da en büyük putun boynuna asmıştı. Ö. Lütfü böyle yapmıyor. Büyük putun emelleri doğrultusunda Neo-Osmanlıcılığa soyunuyor, İbrahim’i de alet ediyor.

Çok mu insafsızım?

Gelin uzmanlarına soralım, bakalım ne imiş bu İbrahim Milleti, Osmanlı mı kastediliyormuş İbrahim Milleti derken, Türkler mi?

Muharrem Kılıç, “Gizlenen Türk Tarihi ve Hazreti Muhammed” adlı kitabında şunları yazıyor:
“Millet-i İbrahim

Bugün bile Anadolu’da insanlara kabir meleklerinin soracağı varsayılan sorular ve cevapları ezberletilirken şöyle bir sıralama geçer:
-Rabbin kim?
-Allah.
-Peygamberin kim?
-Hz. Muhammed.
-Kitabın ne?
-Kuran.
-Dinin ne?
-İslam.
-Milletin ne?
-Millet-i İbrahim

Bu sorgulamada ‘Milletin ne?’ sorusuna verilen cevap ‘İbrahim milletindenim’dir. Bu enteresan bir durumdur. Türk olduğunu bilen Anadolu halkı Müslüman olduğu halde niçin böyle ‘Türk Milletindenim’ ya da ‘Muhammed milletindenim’ demiyor da  ‘İbrahim milletindenim’ diyor. Bu sorular ve cevapları, İslam dinine mensup bu milletin Hz. İbrahim’i kendine ne kadar yakın gördüğü ile mi ilgilidir, yoksa hiçbir anlam ifade etmeyen kuru kuruya bir tekerleme midir? Böyle köklü bir ulusal bir bilincin insanların genlerine kazınmış olacağı daha mantıklı gelmektedir. Kanımca, ‘Millet-i İbrahim’den kastedilen Türk Milletidir. Türklerin gerçek tarihini, gerçek kökenlerini araştırınca, Mu Medeniyetinin içinde çok etkin ve nüfusça kalabalık oldukları, hem de aynı zamanda Asya kıtasının tamamını kapsayan büyük bir Uygur medeniyeti kurduklarını artık biliyoruz. Bugün var olan Güneydoğu Asya, Pasifik Adaları, tüm Asya kıtası, Kafkasya ve Ön Asya halklarının tamamı, bahsettiğimiz büyük Uygur İmparatorluğu’nun sınırları içindedir. Bu ülkelerde yaşayan halkların büyük bir kısmı da Uygur asıllıdır. Ancak bunların netlik kazanması için biraz daha zamana ihtiyaç vardır. Bu itibarla, Arap Yarımadası’nda yaşayan insanların da pek çoğu Uygur kökenlidir. Bu nedenle, Millet-i İbrahim olarak anılan milletin Türk Milleti olarak anlamamız mümkün.

Bunlardan başka, Hz. İbrahim, Azer’in oğludur. Azer ise bugün hala aynı adla varlığını sürdüren ve aynı adlı bir devlete sahip olan Azeri Türklerinin de atasıdır. (…)Buradan, Hz. İbrahim’in Azeri Türklerinden olduğu ya da Azeri Türklerinin Hz. İbrahim soyundan gelmiş olabileceği sonucuna varabiliyoruz.(…) Peygamberimizin babası İbrahim peygamber neslinden olduğu için, Türk milleti de bilerek veya bilmeden kendini çok gerilerden bu nesle bağlı saymaktadır.

Kureyşlilerin Arabistan’a ne zaman geldikleri konusu daha geniş araştırmalara konu olmalıdır. Bu arada, araya yüz yılların girmesiyle konuşma dili, yaşama biçimi vb. bazı kanıtlayıcı unsurlar belirginliğini yitirebilir. Ancak yine de, insan genlerine işlenmiş olan bir takım karakteristik özellikler kaybolmaz. Küçük grupların büyük kitleler için de asimile olarak etnik kimliklerini kaybetmeleri de gayet kolaydır. (…) Ancak yine de, Türk milletine has birtakım karakteristik özellikler Peygamberimizin soyunda da görülmektedir. Bugün Türkiye’de Tunceli ilimizde yaşayan bir Alevi Türkmen aşiretinin Kureyşan aşireti olması da Peygamberimizin ailesi olan Haşimoğulları’nın bağlı olduğu Kureyşlileri çağrıştırmaktadır. 
Hz. İbrahim Yahudi  miydi? Bu konudaki Kuran Hükmü nedir?

Yahudilerin kendi kökenlerini Hz. İbrahim’e bağlamaları ve O’nun ününden yararlanarak kendilerini O’nun evlatları gibi gösterip ‘seçilmiş’ saymaları konusunda pek çok yorum vardır. Ancak biz konuya İslam dini açısından nasıl bakıldığına ve bu konuda en bağlayıcı kaynağın bizim için Kuran olması nedeniyle O’nun hükümlerinin neler olduğuna bakıyoruz:

‘Ey Ehl-i Kitap! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysaki Tevrat ve İncil kesinlikle O’ndan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi, fakat o bir Hanif ve Müslüman’dı, Müşriklerden de değildi.’ (Al-i İmran 65-67)

Bu ayet birçok şeyi net olarak açıklıyor. Türk tarihinde pek çok kez tekrarlandığı üzere, Türkler gittikleri her coğrafyada devletler kurmuşlar, insanları adaletle yönetmişlerdir. Ancak bu durum oraya giden Türklerin arasına gittikleri ve kedilerini yönettikleri milletten olmalarını gerektirmez. Yakın geçmişten de bildiğimiz gibi, Atilla Avrupa Hun İmparatorluğu’nu kurdu ve insanları adaletle yönetti. Bu, Atilla’nın Avrupalı herhangi bir millete mensup olduğunu göstermez. Babür Şah Hindistan’a gitti, Babür İmparatorluğu’nu kurdu. Orada insanları adaletle yönetti. İzleri silinemeyecek kadar büyük ve önemli eserlerle Hindistan’ı süsledi. Bu da Babür Şah’ın bir Hintli olduğu anlamına gelmez.

Ancak, şu da bir gerçektir ki, hem Atilla’nın, hem de Babür Şah’ın devletleri çöktükten sonra, oraya giden Türk asıllı topluluklar ora halkıyla karışmış ve Türklüğü unutmuştur. Bugün bizim Macaristan dediğimiz ülkenin resmi adı Hungarya’dır. Ve bugün artık Macaristan’da kendilerinin, ‘Turan asıllı insanlar’ olduklarını ileri sürerek Macar Milli Meclisi’ne, ülkenin 13. etnik grubu olarak tanınmak istediklerini bildiren başvurular yapan Türk asıllı insanlar vardır. Yani yüzyıllar bile geçse, genler aslını inkar etmiyorlar. Tıpkı İtalya’nın Toskana bölgesinde yapılan bir gen araştırmasında, oradaki insanların gen havuzunun dörtte üçünün Türklere ait olduğu bilimsel verilerin ortaya çıkması gibi. Ayrıca, Hindistan’dan ayrılan bir Pakistan devletinin halkında bulunan Türk sevgisinin büyüklüğü bu ülkede eriyip kaybolan, aslını unutan Türklerin bugün Türklere duyulan sevgi olarak zuhur etmesinden başka ne olabilir?

Yahudiler, soylarını Sümerli İbrahim’e dayandırıyorlar ve kendilerini İbrahim’e verilen nimetlerin varisi olarak görüyorlar. Ancak, İbrahim’i sahiplenirken, onun soyundan geldiğini açıkça söyleyen İslam Peygamberi Hz. Muhammed’i reddediyorlar. İslam dininin kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim ise, Hz. İbrahim’in ne Yahudi, ne de Hıristiyan olmadığını açıkça belirtiyor. O halde, Hz. İbrahim’in ve onun zürriyetinden gelen diğer peygamberlerin Yahudilikle uzaktan yakından ilgisi yoktur. O peygamberler İbrahim neslindendirler ve Yahudileri doğru yola iletmek üzere Tanrı tarafından görevlendirilmişlerdir. Ve de kendilerine tebliğde bulunacakları milletin dili ile konuşmuşlardır. Tıpkı Peygamberimiz Hz. Muhammed gibi. Sonuç olarak, ne Hz. İbrahim, ne de onun soyundan gelen evlatları Yahudi soylu değillerdir. Bilakis Yahudiler kendilerini tebliğ edilen hak dinini bozarak, kendi ırkçılıklarını din olarak benimsemişlerdir. Kendilerine hak dini tebliğ eden, Hz. İbrahim zürriyetinden gelen peygamberlerin adlarını da kendi ırkçılıklarını gizlemek için kullanmaktadır. Ve de kendilerine doğru yolu gösteren İbrahim Milletinden de yüz çevirmişlerdir. Belki de yeryüzüne dağıtılmaları ve bir devlete ancak 1940’larda kavuşmaları da, İbrahim Milletinden yüz çevirmelerinin bir nevi cezasıdır.

Ayrıca Kur’an, İbrahim Milletinden yüz çevireni bakın nasıl tanımlıyor:

‘İbrahim’in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o ahirette de iyilerden biridir’(Bakara,130)
Bu ayete muhatap olanlar, Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği ve hak bir din olan Hanif dininin yolundan ayrılanlar olduğu muhakkaktır.
Hz. İbrahim Kürt müydü?

Hz. İbrahim’in Mezopotamya’da doğmuş ve yaşamış olmasından hareketle, Batı tarafından ülkemizde hortlatılmaya çalışılan bölücü Kürtçülük akımı arasında bazı araştırmacılar, Hz. İbrahim’in aslının Kürt olduğunu, O’nun da Hz. Muhammed’in atası olması hasebiyle Hz. Muhammed’in de Kürt asıllı olması gerektiği gibi bir zorlama yorum geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu yaklaşım aslında üzerinde durmaya değecek kadar önemli değildir. Ancak Kürtlerin hem kendi geçmişleri hakkında fikir sahibi olmaları, hem de bugünkü Kürtçülük akımlarını organize edip destekleyenleri tanıyabilmeleri açısından burada bir açıklama yapmayı gerekli görüyoruz.

Eğer Hz. İbrahim Kürt asıllı ise, Kürtler de Sümer asıllı olacaklardır. Çünkü Hz. İbrahim’in Sümer kökenli olduğu, Sümerlerin de Mezopotamya’ya Altay’lardangelen  bir Türk kavmi olduğu artık belgelerle ispat edilmiş bulunmaktadır. Sümer yazılı tabletlerindeki bilgiler bunu kanıtlamıştır. Sümer yazılı tabletleri dışında Tibet’te bir mağarada bulunan Naakal tabletlerinde de Sümerlerin Orta Asya’dan Mezopotamya’ya göç eden Uygurlar olduğu açıklanmaktadır.

(…) Bu durumda Hz. İbrahim ile aynı köke mensup olduklarını söyleyen Kürtlerin de Türk asıllı oldukları gerçeği ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da Hz. Muhammed’in kökeninin Türk veya Kürt olması fark etmemektedir. Çünkü hepsinin aslı yine gidip Türklere dayanmaktadır. (…) Bu durumda Hz. İbrahim’in Kürt olduğunu iddia ederek Kürt ırkçılığı yapanların bir tercih yapmaları gerekecek. Kendilerini Mezopotamya’nın Sümerlerden önceki yerlileri olarak kabul ediyorlarsa, Prof. LeonardWooley’in Sümer yazılı kaynaklarından aktardığı ilkel toplumun mensupları olmak durumundadırlar ki, onlara medeniyeti Sümerler öğretmiştir ve İbrahim peygamber de bir Sümer Türküdür. Yani o ilkel topluluklara medeniyet getiren kavimdendir. Yok eğer ‘Biz Sümerliyiz ve bundan dolayı da Hz. İbrahim ile aynı kökteniz” diyorlarsa sorun yok demektir. Ne kadar inkâr ederlerse etsinler Türk asıllı olduklarını tekrarlamış olacaklardır’”.

Yani… İbrahim Milleti, kurucu unsuru Türkler olsa da, çok uluslu Osmanlılar değildir; büyük ihtimalle Türklerdir, bu böyle biline!