‘Anneanne niye bizim bahçedeki elmaları o tarafa atıyorsun?’ Yüzüne yerleşen gülümseyişini belli etmemeye çalışarak, merakla sorduğumuz her soruya verdiği her cevap gibi sakince yanıtladı: ‘Bahçemize düştü, ama elmalar bizim değil. Bak! Elmanın dalı, tellerin diğer tarafındaki elma ağacından buraya uzanıyor.’ 

Dalı bahçemize uzanan elma ağacının kökü tellerin diğer tarafındaydı. O, Hüryemez Elması bahçemize düşmekle, sepetimize girme hürriyetine hak kazanamamıştı. Ya da bahçemize düştü diye elma bizim olmuyor, sepetimize atma hürriyetini, hakkını bize vermiyordu. Dalı bahçemizdeydi, kökü değil. 

Şayet, kökü toprağımıza gömülü elma gövdesi varsa, meyvesi bize haktı.

Mantığı böyle yürütmüştük. O mantığı alıp yürüdük.

O gün bu gündür ne zaman elma dense, aklımıza ‘hak’ gelir, ‘adalet’ gelir.

Elma çekirdeğini doldurmayacak işler için bile çocukluğumun yıllarına gider; yumuşacık, sevecen, sesiyle saçımı okşayan elin sahibi, varlığı hayatımın en değerli temel taşlarını atan anneannemle o gün batımındaki konuşmanın ortasında bulurum kendimi.

‘Hak’, ‘Adalet’, ‘Emek’ kayba uğradığında kendimi bir bulur, bir kaybederim. 

Elma deyince akla yasak meyve gelir, ben özgür, ben dingin hissederim.

Ne zaman hak dağılımı arasında eşitlikten söz edilse aklıma o, ‘elma öğretisi’ gelir. Kimse görmüyorken, yokken de bize ait olmayana; hakkımız olmayana dokunmamamız gerektiğini zikrederim. O nedenle elma dendiğinde herkesin aklına güzel bir tat gelir, bense felsefi haz hissederim. 

Birisi, e dese onu elma anlar, aklıma elmayı getirir, yörüngeye girerim. Elmayla, aramda bir ‘elma tutulması’ yaşanır. Herkes, ‘Hak! Adalet! Özgürlük..!’ Ben ‘Elma!’ diye bağırırım. Çünkü benim için elma eşittir hepsidir. Elma, özgür olabilmenin sorumluluğudur.

Kalbimize giden yol elmadan geçer, yiyince vurulur, duruluruz. Elmayla şakaya gelmez, elmayla aklınız başınıza gelir.

Biliriz ki: Sadece kendi iradesine dayanarak davranmaya; yaşamaya bir elma ağacı altı yeter. 

Buralarda olmamızın nedenini adaleti teslim etmek gibi yüce bir görevin içinden geçerken, içimizle sınanıp geçtiğinden biliriz.

Başkasının emeğiyle aramda dikenli bir tel durur. Hak arayışımda o gün günbatımındaki sarı ışık ufkumu aydınlatır. Adalet yumuşak sevgi dolu bir sesin yankısıdır, yerini bulduğunda başımı gökyüzüne kaldırıp, bir gülümseyişe doğru gözlerimi dikerim.

O kutsal karşılamayı unutmamak için sık sık tekrar ederim; ‘Hak, emek, adalet…’ Yüzünde belli belirsiz gülümseyişiyle gün batımının ışığında belirir anneannem. Uzaklaştıkça sesi derinleşir. ‘Sık deki unutmayasın.’ 

Dudağımda o titrek ezgi kâh söyler, kâh ıslık çalar giderim.